Selamun Aleykum Hocam,

1) Kadın kendisine verilen boşanma hakkını kocasina iade edebilmesi için şahit gerekli mi?

2) Hacca götürmeyi mehir olarak isteyen kadın kocası kendisini hacca götüremeden boşanma olursa ne kadar mehir gerekir?

3) Üç talakla boşanma olduğu takdirde, boşayan gerek erkek olsun gerekse kendisine boşama hakkı verilen kadın olsun talak lafzı kullanıldıktan sonra iddet bekleme ve nafaka gibi vs. haklar doğuyor mu? Doğuyorsa hangi haklar bunlar?

4) Üç talak ile boşama mesaj atarak olur mu?

Allah razi olsun

*******

Ve aleyküm selam değerli kardeşim;

Sorularınızı alâ tarîkı’l-müşâkele cevaplamaya çalışalım.

1) Kadın kendisine verilen boşanma hakkını kocasına iade edebilmesi için şahit gerekli mi?

Kocası ona bu yetkiyi verirken şahit icap etmediği gibi, iadesinde de gerekli olmaz! Nitekim vekâlet verilip alınırken de şahit şart değildir. Ama vekâleti inkâr endişesine binaen iki şahidin bulunması iyi olur. [Mehmed Zihnî Efendi, Nimet-i İslâm, Kitabü'n-Nikâh, s. 23] Zira bu ve benzeri durumlarda bir anlaşmazlık sebebiyle mahkemeye müracaat halinde İslâm hukukunda “kadı”, taraflardan, âdil iki erkek veya bir erkek ve iki kadın şahit isteyebilir. O bakımdan çoğunluk âlimlerimiz, şahit bulundurmanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Hatta Şâfiîler mesela ric'î talakta hanıma dönüşte şahit tutmayı vacip görmüştür.

Boşamada ve bu gibi durumlarda şahit tutmanın müstehap olduğunu söyleyenler, bunu, özellikle kadının hakkını korumak için düşünmüş/öngörmüşlerdir.

Eğer günümüzde ve toplumumuzda İslâm hukukundaki bu tefvîz-i talak (kadına boşama yetkisi verilmesi) ve hakem yolu ile boşama usûlü/yöntemi geliştirilirse, hanımlar da boşama hususunda haklara sahip kılınmış olur. Diğer yandan bir İslâm toplumunda evlenmenin; mehir, nafaka, boşanma gibi karşılıklı hak ve vazifeler yükleyen muamelelerin belgeye bağlanması, resmi kayıtlarının tutulması da hakların korunması bakımından ihmâl edilmemesi gereken önemli bir noktadır.

1917 tarihli Osmanlı “Hukuk-ı Âile Kararnâmesi” bu mevzuda mühim bir kanun metnidir. Osmanlı Devleti aile hayatının önemli problemlerini bu kanunla ilkelere/esaslara bağlamış, evlenme ve boşanmanın resmi kayıtlara işlenmesini mecburi tutmuştur.

Bu Aile Hukuku Kararnamesi sadece Osmanlı hukuk tarihinde değil, İslâm hukuk tarihinde de bu alandaki ilk kanunlaştırma hareketidir. Bu yönüyle o, İslâm hukuk tarihi bakımından da önemli bir tedvin faaliyetidir. Daha sonra İslâm ülkelerinde kabul edilecek olan diğer aile kanunlarına öncülük etmiş ve yol göstermiştir. Nitekim pek çok İslam toplumunun ve özellikle ortadoğu ülkelerinin bir çok noktada adı geçen Kararname’yi kendi aile kanunları için örnek aldıkları söylenebilir. Darısı bizim başımıza…

***

2) Hacca götürmeyi mehir olarak isteyen kadın kocası kendisini hacca götüremeden boşanma olursa ne kadar mehir gerekir?

Kadın, kocasından mehir olarak hacca götürmesini talep edebilir. Erkek de bunu kabul ettiği halde daha sonra götürmek zorunda değildir. Bu durumda erkek eşine mehir olarak mehr-i misil vermekle mükellef olur. Yani erkeğin mehir ödemesi gerekir. Boşanma olsa da mehir vermesi lazımdır.

Mehr-i misil, kadının emsaline göre takdir edilen mehirdir.

Kadının mehr-i misli hak ettiği durumlar

(a) Nikâh akdinde mehrin zikredilmemiş olması halinde mehr-i misil gerekir. Mehrin zikredilmemesi, akdin fesadını gerektirmez. Çünkü nikâh, evlenecek olan çiftlerin icab ve kabûlüyle tamam olur. Mehir ise nikâhın rüknü değildir ve bundan dolayı nikâh akdinin in’ikad ve sıhhati, mehrin zikredilmesine bağlı olmaz. Mesela mehir zikredilmediği halde koca vefat ederse, karısı mehr-i mislini terikeden alır; karı vefat ederse, vârisleri kocadan mehr-i misli alırlar.

(b) Mehir, tayin edilmiş olmakla birlikte, mehir hakkında cehâlet-i fâhişe yani bilgisizliğin fazla olması veya gayr-ı mütekavvim (domuz, leş, akan kan gibi hukukî bir değeri bulunmayan mallar cinsinden) bir mal olarak tayin edilmesi halinde mehr-i misil gerekir. Mehrin ev, araba, hayvan, elbise vb. şekilde mutlak olarak zikredilmesi halinde fâhiş cehaletten sözedilir ve bu durumda mehr-i misil gerekir. Çünkü bu cins isimler farklı vasıflarda ve değerlerde olabileceğinden anlaşmazlık ve çekişmeye götürür.

Meselâ, mutlak olarak ev denildiğinde bu söz; evin müstakil, büyük veya küçük olması, manzarası vb. gibi problemleri beraberinde getirebilir. Bunun yanında –yukarıda geçtiği üzere– şeriatın domuz, içki gibi mütekavvim mal kabul etmediği şeylerin mehir olarak tayini halinde bunlar geçersizdir ve mehr-i misil tahakkuk eder.

(c) Taraflar arasında mehri ortadan kaldırma hususunda bir anlaşma varsa, yine mehr-i misil gerekir. Mehir Şâriin (Cenab-ı Hakk’ın) nikâh akdinde uyulmasını emrettiği hükümdür. Bundan dolayı tarafların mehri kaldırma yetkisi yoktur. Eğer akde bitişik bir şartla onu kaldırmaya teşebbüs ederlerse, bu şart fâsiddir. Bu durumda nikah akdi sahih, fakat mehri kaldırma şartı geçersiz olur. Bunun en önemli misâlini şigar evliliği oluşturmaktadır.

Şigar evliliği, iki kadının mehir zikredilmeksizin birbirine karşılık olmak üzere iki erkekle evlendirilmesidir. Bazı yörelerde buna “berdel”, bazı yörelerde de “değişik” denilmektedir. Burada nikâh akdi geçerli fakat şart geçersizdir ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir. Şigar evliliği Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye (rahımehumullah) göre fâsiddir. [Bkz. Kâsânî, Bedâyîus-Sanayi, Kahire 1327-28/1910, II, 282-283; Molla Hüsrev, Düreru'l-Hukkâm Şerhu Gureri’l-Ahkâm, İstanbul 1979, I, 342; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1315, I, 309-311; Bilmen, Ö.N., Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, II, 6, 119-120, 140-142]

(d) Mehrin zikredilip zikredilmediği hususunda karı-koca arasında ihtilâf ortaya çıkarsa, mehr-i misil gerekir. Ancak hangisi delil getirirse kabul olunur. Delil getiremezlerse, mehir zikredilmedi diyenden (münkirden) yemin istenir. Şayet nükul ederse yani yeminden kaçınırsa, mehrin zikredildiğini söyleyenin davası sabit olur. Yemin ederse mehr-i misil gerekir. [Molla Hüsrev, a.g.e., I, 347]

Mehr-i mislin takdir ve tayininde takip edilecek usûl

Mehr-i misli tayin için evlenecek olan kadının babasının kabîlesinden; yaş, güzellik, mal, şehir, takvâ, akıl, dine bağlılık, bekâret, iffet, ilim, edeb, güzel ahlâk, çocuk sahibi olma gibi çeşitli vasıflarda benzeri olan kadınların mehirleri dikkate alınır. Bu benzerlik iki tarafın yani mehri tayin olunacak kadın ile denk ve benzeri kadınların akit sırasında sahip oldukları vasıflar itibariyle araştırılır. Bu vasıfların akitten sonra artması veya eksilmesi emsalliğin meydana gelmesine zarar vermez. Eğer babası tarafında benzeri bulunmazsa babasının kabîlesine denk olan bir başka kabîleden emsali kadınların mehri takdir edilir. Kadının bu durumlarda benzeri bulunmadığı takdirde mehr-i misil iki âdil erkek veya bir erkek iki kadının şahadetiyle sabit olur. Eğer âdil şahid bulunamazsa, söz, yeminle beraber kocaya aittir. Koca mehr-i misli tayinden kaçınırsa mehrin miktarını tayin için kadıya/hâkime başvurabilir. Bu hükümler, ihtilâf ortaya çıkması halindedir. Eğer mehir mevzuunda ittifak hasıl olursa kabul olunur. [Bkz. el-Kâsânî, a.g.e., II, 287; Bilmen, Ö.N. a.g.e., II, 119]

Hasılı, hac ayrı bir ibadet, evlenme ise farklı bir ibadet ve muamele… Haccın kendine has farziyet ve sıhhat şartları var; mehirse nikahla alakalı bir durum. Bunları birbirine karıştırmamak lazım.

***

3) Üç talakla boşanma olduğu takdirde -boşayan gerek erkek olsun gerekse kendisine boşama hakkı verilen kadın olsun- talak lafzı kullanıldıktan sonra iddet bekleme ve nafaka gibi vs. haklar doğuyor mu? Doğuyorsa hangi haklar bunlar?

Diğer boşama/boşanma nevilerinde olduğu gibi bunda da iddet beklemesi gerekir. Gerekmediğini söyleyen ibn Teymiye’dir, onun sözlerinin de Ehl-i Sünnet caiması içerisinde bir geçerliliği yoktur. Haklar da yine normal iddet bekleyen kadının haklarıdır, değişmez.

Malumunuz; evliliğin sona ermesinin de, tıpkı evlilik gibi erkek ve kadına yüklediği birtakım haklar ve borçlar vardır. Bunlardan en önemlileri iddet ile iddet nafakasıdır.

Bildiğiniz üzere boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye iddet denir. Gerçi iddeti esas itibariyle evliliği sona eren kadın beklemekteyse de, dört karısı olup da bunlardan birisini boşayan veya boşadığı karısının (onunla tek nikâh altında birleştirilemeyecek derecede) yakın bir akrabasıyla evlenmek isteyen erkek de evlenmeden önce boşadığı karısının iddetinin bitmesini beklemek zorundadır.

Sahih (geçerli) bir evlenmeden sonra zifaf veya sahih halvet, fâsid evlenmeden sonra zifaf gerçekleşir, daha sonra eşler ayrılırlarsa; kadının iddet beklemesi gerekir. Öte yandan geçerli bir evlenmeden sonra koca ölürse, zifaf veya sahih halvet şartı aramaksızın kadın ölüm iddeti beklemek zorundadır.

İddet, kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması, buna ilâve olarak ölüm iddetinde ölen kocasına hürmet ve ric`î talâkta kocaya yeniden düşünme imkânı vermesi sebeb-i hikmetine binaen emredilmiştir. Diğer bir ifadeyle iddet, esas olarak kadının hamile olup olmadığının ortaya çıkması maksadına yönelik olmakla birlikte, onun sadece bu gayeyle sınırlandırılması doğru değildir. Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hâtırasına saygı ve yuvaya bağlılık nişanesi/sembolü olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir tedbir olarak değerlendirilmesi mümkündür.

Bu itibarla, kadının hamile olup olmadığının tıbben anlaşılabildiği öne sürülerek, iddet beklemeye artık gerek bulunmadığı ileri sürülemez.

İddeti, ona sebebiyet veren olaya göre, ölüm iddeti, boşanma veya fesih iddeti diye ikiye ayırmak gerekir:

a) Ölüm İddeti; kocası ölen kadınların bekledikleri iddettir. Bunlar eğer hamile iseler iddetleri doğumla biter; isterse bu doğum kocanın ölümünden çok kısa bir süre sonra gerçekleşsin. Eğer hamile değillerse bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre dört ay on gündür. Fâsid (geçersiz) bir nikâhla evli olanlar ölüm iddeti beklemezler.

Hamile olmayan eş ric`î talâk iddeti beklerken koca ölürse, boşanma iddetini terkederek ölüm iddeti beklemeye başlar. Bâin talâk iddeti bekleyen kadın ise, ölüm iddeti beklemez; başlamış olduğu boşanma iddetini tamamlar.

b) Boşanma veya Fesih İddeti; boşanmış veya bir eksiklik sebebiyle nikâhı feshedilmiş olan kadınların beklemeleri gereken iddettir. Fâsid nikâh sebebiyle nikâhı feshedilenlerin iddet beklemeleri ancak evliliklerinin zifafla fiilen başlaması durumunda söz konusudur. Bu grupta yer alan kadınların bekleyecekleri iddet süresi, hamile olup olmamalarına göre değişmektedir. Hamile iseler iddetleri doğumla biter, değillerse ve normal olarak hayız görüyorlarsa iddet süreleri üç hayız süresidir. Kadın hayızlı iken boşanırsa bu hayız hesaba katılmaz. Bu Hanefî ve Hanbelîler'in kabul ettiği görüştür. Mâlikî ve Şâfiîler'e göre bu durumdaki kadınların beklemeleri gereken süre üç temizlik müddetidir. Bu farklılığın sebebi; "Boşanmış kadınlar kocalarıyla ilişkide bulunmaksızın üç ay hali (üç hayız veya temizlik) süresi beklesinler" [Bakara suresi, 2/228] âyetindeki kuru' kelimesinin çift anlamlı (hayız ve temizlik) olması ve Hanefî ve Hanbelîler'in bunu hayız, Mâlikî ve Şâfiîler'in de temizlik olarak anlamaları sebebiyledir.

Küçüklüğünden veya yaşlılığından dolayı hayız görmeyen kadınların iddeti ise üç aydır. Bu iki dönem (15-55 yaş) arasında olup da herhangi bir sebepten dolayı hiç hayız görmeyen veya bir ya da iki defa görüp de bilâhare görmeyen kadınların (mümteddü't-tuhr) bekleyecekleri iddet süresi hususunda mezhepler arasında büyük görüş ayrılıkları vardır. İmam Ebû Hanîfe'ye (rh.) göre bu kadın hayızdan kesilme yaşı olan elli beş yaşına kadar bekler, daha sonra da tekrar üç ay beklemek zorundadır. İmam-ı Azam hazretlerinin (rh.) bu ihtiyatkârlığı bu durumdaki kadının hamile olmadığının kesin olarak tesbit düşüncesine dayanmaktadır. [Bu durum, bugünkü tıbbî gelişmeler ışığında ayrıca değerlendirilebilir. Zira bu ölçüde bir ihtiyat hem boşandıkları halde karısına iddet nafakası ödemeye devam eden koca, hem de ne evli ne de bekâr sayılan kadın için son derece sıkıntılı ve meşakkatlidir. Üstelik kötü niyetli kadınlar için suistimal edilmeye açık bir yoldur. Böyle durumlarda gereğinde/zaruret halinde Mâlikîler'in görüşüyle amel edilebilir. Mâlikîler'e göre bu durumdaki kadınların iddeti sadece on iki aydır. İddet esas itibariyle önceki evlilikte oluşan çocuğun nesebini korumaya yönelik olduğuna göre ve on iki aylık bir süre de bu gayeye fazlasıyla hizmet ettiği nazar-ı itibara alınabilir.]

İddet nafakasına gelince…

Malumunuz, iddet beklerken kadınların nafakaları belirli şartlarla kocaları üzerinedir. Hanefîler'e göre ric`î ve bâin talâk ve istisnaları olmakla birlikte fesih iddeti bekleyen kadınların yiyecek, giyecek, mesken vb. ihtiyaçlarının giderilmesi boşayan kocasına aittir. Mâlikî ve Şâfiîler ric`î talâk ve kadının hamile olması halinde bâin talâk iddetinde kadının nafakasının kocaya ait olduğunu söylemekte iseler de kadının hamile olmadığı bâin talâk hallerinde böyle bir nafaka gerekliliğini kabul etmezler. Onlara göre bu durumda kadın için sadece mesken hakkı bulunmaktadır.

Ölüm iddeti bekleyen kadın için ise fukaha, hiçbir nevi nafakanın gerekmediğini söylemektedirler. Çünkü koca öldüğünde kişiliği ve böyle bir yükümlülük için gerekli olan vücûb ehliyeti sona ermektedir. Dolayısıyla ölen kocanın herhangi bir borca muhatap olması söz konusu değildir.

***

4) Üç talak ile boşama mesaj atarak olur mu?

Kâğıt ve emsâli (cep telefonu veya e-mail gibi) bir şey üzerine talak yazmakla, fakihlerin oybirliğiyle talak vuku bulur. Tabii kaç talaka niyet ederse… İster bir, ister iki, isterse üç. Çünkü yazı, kendisinden talakın anlaşıldığı birtakım harflerden oluştuğu için onu dille telaffuz etmeye benzer. Yazı, onu yazanın sözlerinin yerine geçer. Bunun delili: Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) risâleti tebliğ etmekle emrolunmuştur. O da bu emri kimi zaman sözle, kimi zaman da yazıyla yerine getirmiştir.

Talakın vuku bulduğu yazı, açık olan yazı şeklidir. Mesela bir sayfanın veya duvarın yahut yerin üzerine, ya da günümüz şartlarında cep telefonuna, e-mail adresine, okunduğunda anlaşılması mümkün olacak şekilde yazmak gibi…

Açık olmayan şekilde yazmaya gelince…

Mesela havaya, suya yahut da okunduğunda anlaşılması mümkün olmayan şekilde telefon ya da e-maile yazmak gibi… Bu durumda talak vuku bulmaz. Çünkü bu yazı, işitilmeyecek şekilde kendi kendine fısıldamak hükmündedir." [el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye el-Müyessere (Kuveyt Vakıflar ve Din İşleri Bakanlığı tarafından yayımlanan fıkıh ansiklopedisi), 12, 217]

Hasılı, Hanefî mezhebine göre sözle, mektupla, telefonla, mesajla talak yani boşama vakidir, sahihtir, geçerli olur. Diğer üç mezhebe göre ise, sahih olmaz. Mesela Hanbelilere göre bir erkek, karısına: "Sen, boşsun" diye mesaj yazarsa, bu mesaj ister cep telefonu ile olsun, isterse bir kâğıdın üzerine yazmakla olsun, isterse elektronik posta (e-mail) ile olsun, onun bunu yazdığı andaki niyetine bağlıdır. Eğer talaka azmetmiş (karar vermiş) ise, talak vuku bulur. Yok eğer bunu yazmış ve talakı niyet etmemiş ve eşini üzmek veya başka bir maksatla mesela kalemi denemek için yapmış ise, talak vuku bulmaz. [Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, 7, 373]

Go to top