Halis ECE
Lûgat manasiyle “bid‘at”, ibda‘ masdarından meydana gelmiş bir isimdir. Sanat ifade eden bir şeyi, geçmiş bir örneği esas almaksızın ilk olarak yapmak, icat etmek mânâsına gelir. Bu manada Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de zâtını, “Bedîu’s-semâvâti ve’l-ard”(1), yani “gökleri ve yeri ilk icat eden, yaratan” olarak vasfediyor.
Fıkıh lisanında “bid‘at”; Resûlüllah Efendimiz’in sözü, fiili ve takrîri olarak anlatılan sünnete zıt, sahabenin söz ve fiiline aykırı olan haller manasında kullanılır. Diğer bir ifadeyle, dinde sahabeden sonra ortaya çıkan amel ve inançlardaki eksiltme veya fazlalaştırmalara, ahlâkî sapmalara bid‘at denilir.
Bu tariflerden de anlaşılacağı üzere, dinî bir tabir olarak bid‘at, aklın ve adâletin yani günlük hayatı tanzim eden davranışların dışında ve sırf Allah’a yaklaşmak için ibâdet maksadıyla yapılan fiiller ve kabulleniş biçimleriyle alakalıdır. Yoksa lûgat manasıyla sonradan ortaya çıkan her şey demek değildir. “Siz, benim ve râşit halîfelerimin sünnetine sarılın” hadîs-i şerifi bunu anlatır. Bu sebeple bid‘atin güzeli olmaz.
Bid‘ati dar manada sünnetin, geniş manada dinin zıddı olarak tesbit ettikten sonra, dinde yerilen ve kaldırılması için mücadele edilmesi istenen bir şey olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. “İşte benim dosdoğru olarak yolum budur, ona uyun. Diğer yollara uymayın ki, bu sizi onun yolundan ayırmasın”(2) âyet-i kerimesinde geçen “diğer yollar”, tefsirlerde bid‘atler olarak açıklanmıştır. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki:
“Şu yolumuzda, onda olmayan bir şey ihdas eden olursa, bu reddolunur.” “Kim, yolumuza uymayan bir iş yaparsa, o makbul değildir.”(3) “Sözlerin en iyisi Allah’ın Kitabı, yolların en iyisi Muhammed’in yolu, işlerin en kötüsü de (dinde) sonradan ortaya çıkarılanlardır ve her bid‘at sapıklıktır.”(4) “Allah, her bid‘atçıya, bid‘atini terk edinceye kadar tevbe kapısını kapatmıştır.”(5) “Allah Teâlâ, bid‘at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını-ömresini, cihâdını, (kötülüklerden) sarf-ı nazar etmesini ve adaletini kabul etmez. Hamurdan kıl çeker gibi İslâm’ın kemâl sâhasından çıkar.”6) “Allah, bid‘at sahibinin amelini, bid‘atini terk edinceye kadar kabul etmeye râzı olmadı.”(7)
Sahabe-i kiramdan Abdullah b. Mes‘ud (r.a.) demiştir ki:
“Sünnette orta hallilik, bid‘atte yorulmaktan iyidir.”
Bid‘at inançta, ibadette, âdet ve an’ânelerde olur. İnançlardaki bid‘atlerin bir kısmı, sahibini dinden bile çıkarır; bir kısmı ise dalalet ehlinin arasına sokar. Bunun içindir ki Ehl-i Sünnet âlimleri, imam amelî bakımdan fâcir yani günahkâr dahi olsa ona uyulabilir, arkasında namaz kılınabilir. Ancak fücûru inançla alakalı ise câiz olmaz, demişlerdir.
İnançla ilgili bid‘atlerden kurtulmak için, Ehl-i Sünnet’in itikat esasları dışındaki inançlardan uzak durmak, bu çerçevenin dışına taşmamak lazım.
İbadet ve âdetler yönünden oluşabilecek bid‘atlerden kurtulmak için de, Peygamberimiz’in (s.a.v.) sünnetlerine sımsıkı sarılıp, onlara son derece riayetkâr davranmak gerekiyor. Ölçü onun sözleri, fiilleri ve tasvipleri, hulefâ-i râşidînin tatbikatı, hakikat âlimlerinin gösterdikleri yol olması icap ediyor.
... Ve unutmamak gerekir ki; Müslüman bir topluluk, bir bid‘at ortaya koyduklarında yani İslâm’da mevcut olmayan bir şey uydurduklarında, sünnetten onun misli kadar bir şey mutlaka kaldırılır.(8) Kısacası, bid‘atin zulmeti geldiğinde, sünnetin nûru orayı terk eder.
***
HURÂFE
“Hurâfe” lûgatte; inanılmaz, uydurma, aslı esası olmayan, yalan hikâye ve rivayetler, saçma sapan sözler, efsaneler demektir. Cem‘îsi, (çoğulu) hurâfât olarak gelir.
Dinî ıstılahımızda ise "hurâfe”; İslâm’ın aslında bulunmadığı halde, sonradan uydurulan, yaygınlaştırılan ve dinin aslındanmış gibi gösterilen her çeşit batıl inanış ve âdetler manasında kullanılır.
Bir başka ifadeyle hurâfe, dinimizle alakalı bazı hususların, bilerek veya bilmeyerek yanlış anlaşılması veya “yorumlanması” neticesi, başka batıl inanış ve mahallî âdetlere de karışarak ortaya çıkan şeylerdir. Bu nevi asılsız inanç ve davranışlar, daha çok eski batıl din ve inanışlardan gelen kalıntılar olarak ortaya çıkmaktadır.
Müslüman’ın inanç ve ibadetinde, ahlâk ve amelinde hurâfelere yer yoktur. Onun hayatında ölçü; Allah’ın Kitabı, Resûlü’nün sünneti, ashabının gittiği yol, Ehl-i Sünnet âlimlerinin çizdikleri istikamettir.
O bakımdan mü’min;
- Ölen kardeşinin arkasından ne alkış tutar, ne de ona çiçek ve çelenk gönderir. Zira bunların ölene fayda vermeyeceğini, öbür âlemde geçer akçe değil, birer hurâfeden ibaret âdetler olduğunu bilir.
Peki ya ne gönderir?
- Onun rûhunu şâd edecek, ona fayda verecek Fâtihalar, hatimler, duâlar, hayır ve hasenâtlar gönderir. Kabir ziyaretlerinde sünnete uygun hareket eder. Velîleri, Allah dostlarını vesîle edinerek duâlar edip, dünyevî-uhrevî meşru‘ isteklerinin kabûlünü Cenâb-ı Hak’tan bekler. Evliyâullâh’ın, Allah Teâlâ’ya yakınlıkta birer vâsıta olduklarına inanır. Türbelere bezler-paçavralar bağlamaz. Kestiği kurbanları Allah için kesip, sevâbını o zatın rûhuna hediye eder. Etini de fakir fukaraya dağıtır. Allah için kesilmeyen kurbanların murdar olduğunu ve etinin yenmeyeceğini bilir.
Keza mü’min;
- Hal ve hareketini, işini-gücünü falcılara-medyumlara göre değil, kendi inanç esaslarına göre düzenler.
- Sözde modern yemek tariflerine göre yemek yapacağım diye, yiyecek ve içeceklerine alkollü madde karıştırmaz.
- Görgü kuralları(!)na uyacağım diye, sol eliyle yemek yemez, su içmez.
- Giyim-kuşamında, “modadır” diye tesettürü ihmal etmez; israfa meyledip gardrobunu elbise, eşarp, ayakkabı koleksiyonu haline getirmez.
***
Hasılı mü’min;
Gerek ferdî ve gerekse ictimaî hayatında İslâmi usûl ve esasları kendisine düstur edinir. Gücünün yettiğince dinini yaşamaya, bid‘at ve hurâfelerden ise uzak kalmaya gayret eder.
Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/865-kemal.html
DİPNOTLAR
(1) Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/117.
(2) Kur’ân-ı Kerim, En‘âm sûresi, 6/153.
(3) el-Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzu’l-Kadir, Câmiu’s-Sağîr Şerhi, Mısır, 1938, 6, 36.
(4) İbn Mâce, Sünen, 1, 17.
(5) Ebû Saîd, Muhammed b. Mustafa el-Hâdimî, el-Berîkatü’l-Mahmudiye (Tarîkat-ı Muhammediye Şerhi), 1, 118.
(6) İbn Mâce, a.g.e., 1, 19.
(7) İbn Mâce, a.g.e., 1, 19.
(8) Hadîs-i Şerif, Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzu’l-Kadir, Câmiu’s-Sağîr Şerhi, Mısır, 1938, 6, 237.