Halis ECE

Dört mevsimde iki bahar…

Biri ilkbahar, öbürü sonbahar.

Ancak bahar denildiğinde daha ziyade ilkbahar anlaşılır dilimizde-kültürümüzde…

Sonbahar için “güz” tabiri kullanılır çoğu kez.

Kısacası bir mevsimin adıdır bahar Türkçemizde…

Öyle bir mevsim ki bu;

Havanın-toprağın-suyun ısındığı

Ağaçların-çiçeklerin açtığı…

Bitkilerin yeşerdiği

Topyekün tabiatın uykudan uyandığı…

Bütün canlıların fıkır-fıkır olduğu

Kanlarının kaynadığı, etraflarına zevk ve neş’e, mutluluk ve gülücükler saçtığı…

Düşünce ve hayal âleminin alabildiğine derinleştiği, ufukların genişlediği

Şair olmayanların bile şiirler yazmaya başladığı bir mevsimdir ilkbahar!
***

Belki kimilerine göre bir hanım isminden öte çok da fazla bir şey ifade etmeyebilir bahar.

Doğrudur; isim kültürümüzde bahar, kız çocuklarımıza verdiğimiz adlardan biridir de aynı zamanda…

Ama yukarıda yüklediğimiz anlamların hangisini göz ardı edebiliriz ki?.. Hepsi de hayatın inkâr edilemez gerçekleridir zira.

Bakabilen, görebilen, gözlem kabiliyeti olan herkes için…
***

İlkbahar veya ilkyaz

Kış ile yaz arasındaki mevsim.

Ülkemizin de içinde bulunduğu kuzey yarım kürede Mart ve Haziran ayları arası...

Baharın habercileri ya da muştucuları da vardır elbet

Bu mevsimde ağaçlar çiçek açar, hava sıcaklığı artmaya başlar…

Karların erimesi ve bol miktarda bahar yağmurlarının bereketi ile su yatakları dolan dereler akar…

Göller, göletler, barajlar suyla dolar.

Yaz mevsiminin rahat ve ferah geçeceğinin emaresidir bütün bunlar…

Ancak bu mevsimde, mahalli hava depresyonu olarak meydana gelen değişikliklerde, halk arasında "Kırk İkindi" adı verilen sağanak yağışlar başlar. Bu yağışlarla şiddetli gök gürültüsü, yıldırım düşmesi, dolu tehlikesi ve sel felaketleri de görülür. Bu yağışların çiftçilere çokça zarar verdiği de olur.

Rabbim; görülür görülmez, gökten ve yerden gelebilecek tüm afetlerden muhafaza buyursun.
***

Ayrıca bahar, birçokları için, koca bir yaz tatilini farklı yerlerde, değişik şekillerde değerlendirebileceklerini haber veren çok özel-pek güzel bir mevsimdir… Hatta bu anlamda ona, iyi haber müjdecisi de denebilir elbette…

Hiç mevsimi olmayan ya da tek mevsimi bulunan ülkeler de var dünyamızda… Onlar yılın her ayını, her günü hemen hemen aynı sıcaklık ya da aynı soğukluk ve yağış değerlerini yaşayarak geçiriyorlar… Ekvator ve ekvatora yakın bölgeler, kuzey ve güney kutbuna komşu olan, kutuplarda yaşayan insanlar… Bütün bunları göz önüne getirip-düşünüp yaşadıklarımız için şükretmemiz lazım değil mi Mevla’mıza… Dört mevsimin hepsini yaşattığı, bize bu nimeti meccanen (karşılıksız) bahşettiği için…

Ama “küresel ısınma” mıdır ne menem şeydir, hemen herkesin konuştuğu fakat ilgililerin ilgilenmediği, ilgilenenlerinse çaresizliği… Ve bu felaket dolayısıyla kimi seneler dört mevsim kavramının da kalmadığını en acı şekilde yaşamıyor muyuz? O halde bu nimetin kavli, özellikle de fiili-ameli şükrünü eda etmediğimiz-nankör davrandığımız için, onları da kaybetmek felaketiyle yüz yüze olduğumuzun şuuruna ne zaman varacağız?..

Mevsimlerin bu artlarına bakmadan çaresizce yok olup gidişleri, kuşkusuz ürkütüyor canlı-camit her şeyi… Tek müstesnası ise bunun –maalesef- insanoğlu!
***

Mahzunlaştığımız da olur, çocuklaştığımız kadar bu mevsimde...

Yeni sözler söyleme, farklı cümleler kurma, hissi derinlikleri olan yazılar-şiirler yazma derdine düşeriz çoğu kez; ama eskiye sırtımızı dönmeden...

Zorlu bir kışı, her birimiz kendi halince kırık-dökük satırları ufalayıp ateşleyerek geçirdik.

Yavaş yavaş yeni bir mevsimin silueti gülümsedi ufukta yüzümüze... Günler kaybolup ilerledikçe, karlar eriyip yok olup gittikçe...

"Ha geldi, ha gelecek" derken… İlk ay’ı geldi baharın… Kapıdan baktırıp kazma kürek yatıran Mart'ı!..

Sonra Nisan gelecek... Onu da Mayıs takip edecek…
***

Parklarda-bahçelerde direnilmesi imkânsız bir çiçek ve çimen kokusu... Yüreğinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın, sokakta-parklarda-bahçelerde soğuktan hırpalanmanın korkusu...

Lakin bahara hükmetmek, ya da bahar karşısında bedene-ruha söz geçirmek ne mümkün...

"Cemreler" düşmeye görsün havaya-toprağa-suya… Düşmeye görsün “çiy”, kış mahmuru bedenlere... Oluşmaya görsün ruhlarda “şebnem damlaları”…

Heyecanları-coşkuları, galeyana gelmiş taşkın duyguları dizginleyebilene aşkolsun...

Şairin,

“Bir ebedî sel ki zamandır adı
Haydi katıl sen de o coşkun sele”

dediği gibi, o coşku “sel”inin önünde durmak, direnip tutunabilmek ne mümkün…
***

Sanki baharla buharlaşıyor pek çok şey… Geriye kalan sadece hüzünü-heyecan ve hülya… Bir de ısınan havada gelişip tomurcuklanan yepyeni, sımsıcacık dostluklar… Paylaşılmış mekânlarda ya da sanal âlemlerde yankılanan duyarlılıklar…

Ama önümüzsıra gezilmemiş kırlardan, bakir ormanlardan, yolunmamış çiçeklerden, rayihalar… Yüzülmemiş, henüz insan eli-bedeni değip kirlenmemiş denizlerden-sahillerden iyot kokuları çarpacak burnumuza... Derin nefes alıp çekeceğiz ciğerlerimize…

Her yeni yılın baharları gibi bu bahar da çağırıyor hepimizi... Tüm canlıları… Davetliyiz hepimiz…

Şimdi artık çıkmak zamanı; evlerimizden-yuvalarımızdan, bürolarımızdan, kapalı mekânlarımızdan…

Gitmek zamanı; parklara-bahçelere, kırlara-bayırlara, bağa-bahçeye, koruluklara-ormanlara… Kulak verme zamanı kuşların o güzel nağmelerine…

O yüzden “göçmen kuşlar” demiyor muyuz, bu mevsimde gelen kuşlara...
***

Bir de hemen her hayalperestin-şairin kendince uydurduğu bir “beşinci mevsim” var tabii...

Mesela birileri diyor ki;

Yüreğinde duygular tutuşuyorsa mevsim bahar,
İçinde kaosa teslimiyet varsa hazan…
Buz tutmuşsa yüreğin, karakış deli tufan!
Hem gülebiliyor, hem bilmedik tasalar yaşıyorsan delice…
Bil ki yaz da pür-telaş,
Mevsim beşinci mevsim mi yaşanan

***

Bir başkası şunları söylüyor:

Mevsimlerden beşinci mevsimdi!
Sokaklarda ayak izleri,
Ama sokaklar ıslak değildi.
Pencerelerde perdeler çekili
Ama ışıklar yanmıyordu.
Bir genç ağlıyordu..,
Kız yada erkek anlamadım...
Zifirdi dört yan… sadece hissedilendi..
Bir çocuk kardan adam yapıyordu
Ama diğeri denizdeydi…
Bir nine bir dedenin kolunda
Bilmedikleri bir yerde
Bilmedikleri bir parkta oturmuş
Sanki ilk beraberliklerini yaşıyorlardı.
Ama bahar değildi…
Ya beşinci mevsim kimin içinde...
Kimin duygularında... Erişen var mı?
Siz biliyor musunuz?

***

Abdurrahim Karakoç da, “Beşinci Mevsim” başlıklı şiirinde düşüncelerini muammalarla şöyle dile getiriyor:

Düştü can evime dördüncü cemre
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm.
Dörtyüz seksenbeş gün çekti bir sene
Onaltıncı aya takvimsiz girdim.

Aynalara baktım korku gösterdi
Saatler her sabah kırkı gösterdi
Namlular, nişanlar Türk'ü gösterdi
Hayatım boyunca hedefte durdum.

Gül sundum yediler, koklamadılar
Armağan can verdim saklamadılar
Gittim... gelir diye beklemediler
Kaybolan gölgemi yollara sordum.

Getirdim yanıma ay'ı bir karış
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış
Şehiri bir adım, köyü bir karış
Damlada denizdir en küçük derdim.

Savurdum, eledim, seçtim zamanı
Yaprak, yaprak tel-tel açtım zamanı
Haftada üç asır geçtim zamanı
Nereye gittimse zamansız vardım.

Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim
Yazık, kuklalara sığmadı sesim
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim
Çağın çilesini sırtıma sardım
***

Ziya Osman SABA ise baharı hatırlattığı şiirinde geniş ufkuyla “Bütün saadetler mümkündür” diyor

Bütün saadetler mümkündür...
Şu kapının açılması,
İçeri girivermen,
Bahar, kuşlar, gündüz.
Ve bütün dünya
Bir an içinde gürültüsüz.

Bütün saadetler mümkündür...
Bahtsızların biraz gülümsemesi...
Körlerin gün görmesi,
Mümkündür bütün mucizeler...
Ana, baba, evlât, bütün kaybolanlar...
Ebedî bir sabahta buluşmamız bir daha.

Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allah’a...

Dirilerden ümidini kesmiş şairimiz. Ne denir ki? Belki de haklı. Ama sakın "tevessül münkirleri" duymasın... "Ölüden medet umulmaz!" deyip basarlar feryadı...
***

Ağlamaklı, buğulu-buharlı sesiyle ünlü bir şair-yazarımız da “Yapma bunu bana!” başlıklı şiirinde, “Bahar, yalvarırım çek git işine!” diyor.

Yapma bunu bana!..

Bahar, yalvarırım çek git işine!..

Salma üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..

Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.

Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...

Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...

Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu,
toprakta türlü çeşit börtü böcek...

Yapma bunu bana bahar,

Böyle üstüme gelme! ..

Zaten damarlarımda zor zaptediyorum kanımı...

Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...

Kalbimin buzları erimiş.

Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
bir de sen çıldırtma beni...

Krizdeyim ben... Tembelliğin sırası değil, uyamam sana...

Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hâkim ol.

Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...

Bulutların üşüşmesin başıma...

Girme kanıma benim...

Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,

Sevdanın suç ortağısın.

Kıyma bana!..

Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir
kuraklığın ortasında terk edeceksin...

O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...

...

Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...

Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgârlarında...

Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak;
damar damar çatlayacak ruhumuz...

Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden...
Yüreğim viraneye...

Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...

Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.

İyisi mi, hiç alevlendirme yüreğimi bahar...

İş açma başıma...

Git işine!
***

Rabbimden, daha nice benzer ilkyazlarda, yepyeni bahar heyecanları-coşkuları yaşayabilmek, ilkbahar yazıları-şiirleri yazıp okuyabilmek ümidiyle, niyazıyla...

Go to top