Öncelikle hatırlatalım; fıkranın günümüz dünyasıyla hiçbir alakası (!) yok... Var olduğunu söyleyecek, ya da daha beter olduğunu, hatta bu noktada dünyanın çivisinin çıktığını iddia edecek olanalara da tabii ki bir sözümüz yok.

Bu kısa ve önemli (!) açıklamadan sonra dilerseniz biz fıkramıza ve mevzumuza geçelim.

***

Vaktiyle bir yeniçeri ağası varmış... Devlet düzeninin bozulmaya, makam ve mevkilerin zorbalıkla, rüşvetle alınıp satılır hâle gelmeye başladığı bir zamanda vezir olmuş. Kendisini tebrike gelen dalkavukların yersiz medh u senâlarına karşı açık yüreklilikle,

“Benim vezir oluşum liyâkatimden değil, sadâkatimdendir” dermiş.

Buna rağmen kendisini göklere çıkaracak kadar öven, ne kadar değerli (!) bir insan olduğunu söyleyerek yaltaklanmaya devam edenlerin sözlerine de,

“Alaca tana fıstık” diye mukabelede bulunurmuş.

Herkes bu sözün ne demeye geldiğini merak eder amma... kendisine de sormaya cesaret edemezmiş. Nihâyet günlerden bir gün kâhyasına sorduklarında, şu cevabı almışlar:

— Bizim ağa, en-Necâtü fi’s-sıdk (Kurtuluş doğruluktadır)!” demek istiyor ama; dili dönmediği için, işte o kadar becerebiliyor.
***

Büyük biyoğrafi yazarımız İbnülemin Mahmud Kemal İnal Bey’in böyleleri için bir beyti vardır. Der ki:

Bâbâlık isteyen teres / Gâyetle alçak olmalı.”

Yani, insan eğer yükselmek istiyorsa, alçak gönüllü ve mütevâzi olmalı, demeye getiriyor.

***

Evet, belli hizmetlerin başına getirilecek şahıslarda sadâkat güzeldir ve aranması gereken şartlardandır. Ancak yeterli şart değildir. Onun yanında, hatta önünde, mutlaka liyâkatin de bulunması gerekir.

Ama eğer işler çığırından çıktı ise, hakikaten alçak olanların daha kolay yükseldiklerini görmek mümkündür. Bugünkü dünya üzerinde gördüğümüz ictimâî-idârî-iktisâdî hatta kültürel sıkıntılar hep bu yanlış gidişâtın neticesi değil midir?

Bir milletin, bir cemiyetin düzeni-intizamı, huzur ve sükûnü için; elbette ki liyâkat sahibi insanlara-idarecilere-yöneticilere ihtiyaç vardır. Bir toplumda, lâyık olmayanların makam-mevki, nüfuz ve salâhiyet sahibi olmaları kadar yanlış ve tehlikeli neticelere yol açabilecek bir şey düşünülebilir mi!

Zira hak ettiği için değil de, başka birtakım sebepler dolayısıyla mükâfatlandırılmak/ödüllendirilmek üzere bir işin başına getirilen kişi, en azından bulunduğu yerin câhilidir, lâyıkı değildir. Liyâkatsiz, ehliyetsiz insanlardan ise müsbet-olumlu ve doğru nasıl bir icraat beklenebilir ki?

Hâl böyle olunca da artık o toplumda, nüfuz ve menfaat noktalarında ne yana baksanız;

Öyle echelsin ki câhiller seni techîl eder mısrâ’ını hatırlatacak insanlarla karşılaşmak mümkündür. (Mısra‘nın meali: “Câhillikte öyle bir noktaya varmışsın ki, sıradan câhiller bile seni, cehâletle itham ederler” demektir.)

O bakımdan işlerin-hizmetlerin, makam ve mevkilerin başına getirilecek kişilerde aranacak şey, gözönünde bulundurulacak kriter; birtakım referanslar değil, mutlaka performans olmalıdır.

Liyâkatin aranmadığı, ölçü kabul edilmediği sistemlerde yaşayan toplumlara, içinde bulundukları bu vahim vaziyetten bir an evvel kurtulabilmeleri için, Cenab-ı Hak'tan kendilerine, liyâkate önem veren idareciler-önderler nasip etmesini niyaz ederiz. Ama tabii Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.), "Bulunduğunuz hal üzere idare olunursunuz" ikazını da hatırlatarak...
***

N A Z M

Tahsil cehâlet(i) alır / Eşeklik bâki kalır

(Anonim)
***

B E R C E S T E

Rûh-ı dilber görünür gözünde şol vaktin kim
Od ile su barışa, gölge güneşle birike

(Necati Bey)

Beytin mefhûmu: Âşık mâşûkunun yanağını, olsa olsa ateş ile su barışıp, gölge güneşle biriktiği (bir araya geldiği) vakit görebilir; yoksa ne mümkün!..

Go to top