Ticaret mallarının zekâtı
Ticaret mallarının her nev’i / türü zekâta tâbidir. Ev, dükkân, han-hamam gibi gelir getiren mallardan da, ticaret maksadiyle elde tutulan arsalar da bu sınıfa dâhildir.
Yine ticaret yani alım-satım için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır. Onun için bu mülklerden elde edilen ‘gelirler’in de zekâtını vermek gerekir, bunda ticaret niyeti olması da şart değildir.
Sene başında nisap miktarı[1]na ulaşan ticaret mallarının zekâtı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur ve bu kıymetlere göre zekât verilir. Bu kıymetler nisap miktarından aşağıya düşerse, zekât gerekmez. Sene ortasında azalıp çoğalmalarının ise verilecek zekâta bir tesiri olmaz.
Ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri, bulunduktan yerdeki piyasaya göre takdir edilip belirlenir. Ve yine fıkıh kitaplarında denilir ki;
“Bu fiyat biçmede mal sahipleri serbestir. Dilerlerse bu kıymetleri altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir ve tayin edebilirler. Fakat bunlardan birine göre nisap miktarında bulunduğu halde, diğerine göre nisaba ulaşmasa, nisaba ulaşan değere göre zekâtı vermek gerekir. Mesela: Bir ticaret malının kıymeti iki yüz dirhem gümüşe eşit olduğu halde, yirmi miskal altına eşit olmayıp bundan eksik olsa, nisap bulunduğuna göre hesaplanarak o malın zekâtı verilir”.
Ancak günümüzde gümüşün değeri altın’a nisbetle hayli düşük olduğu için, altın üzerinden heseplamanın daha isabetli olacağı açıktır.
Ticaret niyeti, ticaret işi ile beraber olmalıdır. Böyle bir işten soyutlanmış olan bir niyetle bir mal, ticaret için olmuş olmaz. Buna göre, bir insan bir malı satın alırken veya satmak için birine verirken ticarete niyet etse, o mal ticaret için olur.
Fakat bir kimse, kendisine miras bırakılan, bağışlanan veya vasiyet gibi bir yolla eline geçen mal hakkında ticareti niyet etse, yalnız bu niyetle o mal ticaret için olmaz. Bu mesele İmam Muhammed’e (rh.) göredir. Fakat İmam Ebû Yusuf’a (rh.) göre, bir kimse kendisine bağışlanan veya vasiyet edilen bir malı ticaret niyetiyle kabul etse, o mal ticaret için olmuş olur. Çünkü ticaret, mal kazanmak için yapılan bir sözleşmedir. Bir kimsenin kabulü bulunmadıkça, mülküne girmeyecek olan bir şey ise, onun kabulü ile bir kazancı olur. Artık onun bu işinde ticaret niyetinin bulunması sahih / geçerli olur.
***
Bu mevzu ile ilgili değişik bazı meseleler
Başlangıçta ticaret niyeti ile satın alınmamış olan bir takım eşya veya bir miktar zahîre benzeri mal, ileride satılmak üzere saklanırsa, bu bir ticaret malı sayılmaz. Onun için bunun üzerinden bir yıl geçmekle zekâtı gerekmez.
Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti, sene sonundan sonra artacak veya eksilecek olursa, buna bakılmaz. Ancak tam sene sonundaki kıymetine bakılır, ona göre zekâtı verilir. Mesela, sene başından sonuna kadar yüz bin lira kıymetinde bulunan kırk kilelik bir ticaret zahîresi, sene sonundan sonra yüz yirmi bin liraya çıksa veya seksen bin liraya düşse, bu değişikliğe bakılmaz, tam sene sonundaki yüzbin liradan ibaret olan kıymete göre zekât verilir. Buna nazaran, zekâtı, malın kendinden kırkta bir nisbeti ile verilmediği takdirde, kıymeti olan yüz bin liradan aynı kırkta bir nisbeti ile ödenir.
Ticaret malları bir yıl içinde kendi cinsleriyle veya başka cinslerle değiştirilecek olsa, bir senelik müddet kesilmiş olmaz; yine sene sonunda zekâtlarını vermek gerekir. Geçer paraların değiştirilmesi hakkında da hüküm böyledir. Misâl: Bir kimse sene başında en az iki yüz dirhem gümüş kıymetinde bir ticaret malına sahip olsa veya bu değerde geçer parası olsa, sene ortasında bunlarla başka bir ticaret malı aldığı zaman bakılır… Eğer elde olan bu mal sene sonunda yine iki yüz dirhem gümüş kıymetinde veya daha ziyade ise zekâta bağlı olur.
Ticaret için olmayan Saime hayvanlar[2], sene içinde gerek kendi cinsleri ve gerek başkası ile değiştirilecek olsa, sene başından başlayan müddetin hükmü kalmaz. Değiştirmek suretiyle ele geçen mal veya nakid üzerinden, değişme tarihinden itibaren bir yıl geçmedikçe zekât gerekmez. Misâl: Saime olan kırk koyun, sene içinde başkasına verilip bunların yerine yine saime olan kırk koyun veya beş deve alınacak olsa, bunların alınışı üzerinden bir yıl geçmedikçe onlardan zekât alınmaz. Çünkü saimelerden alınacak zekât, onların ayinleri (bizzat kendileri) ile geçerli olur. Onlara karşılık alınan saime hayvanlar ise, önceki saime hayvanların aynı değildir. Halbuki ticaret mallarında bu ayniyet işine bakılmaz. Bunlarda geçerli olan sadece maliyettir. Ticarette ise bu değişiklik istenen bir esas olup bu maliyete aykırı değildir.
Ancak bu saime hayvanlardan zekâtları verilmeden veya verildikten sonra geçer para ile değiştirilecek olur da adamın yanında başka geçer paralar nisap miktarı bulunursa, bu nakitler birbirine ilave edilir. Bu nisap miktarı anapara üzerinden bir yıl geçince, hayvanlardan ele geçirdiği paralar da buna ilave edilerek zekâtları toptan verilir. Nisap miktarı ticaret malı bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
İmam Züfer’e (rh.) göre, bu saime hayvanlar kendi cinsleri ile değiştirilirse, bu değişiklik müddetin hükmüne engel olmaz. Yine aynı senenin sonunda zekâtlarını vermek gerekir, değiştirme tarihine bakılmaz. (İmam Şafiî rahımehullah’a göre de, gerek kendi cinsleri ile gerek cinslerinden başkası ile değiştirilmiş olsunlar, müddet kesilmiş olmaz.)
Ticaret maksadı ile kırlarda, mubah mer’alarda beslenen ehlî hayvanlar, saime zekâtına değil, diğer ticaret malları gibi, kıymetlerinin kırkta biri nisbetinden zekâta tabi olurlar. Fakat sonradan yalnız sütleri veya dölleri alınmak üzere saime olmalarına niyet edilecek olursa, o zaman saime zekâtına bağlanırlar ve zekât başlangıcı bu niyet tarihinden başlayarak tam bir yıl sonunda geçerli olur. Böylece sene sonunda zekâtları saime olarak verilir. Bkz Zekâtın verileceği, harcanacağı kişiler ve müesseseler başlıklı makale.
Mubah mer’alardan maksat, para ve kira karşılığı olmaksızın bütün insanların hayvanlarını parasız otlatmalarına ayrılan yerlerdir. [Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali,Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1966, s. 343-344, mad. 40-49]
Dipnotlar
[1] Nisap; zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tarif edilebilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak bu miktar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Fazla olan bu malın üstünden bir yıl geçmesi halinde zekâtının verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan "nisap" Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslâm toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadis-i şeriflerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik metaı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, içtimaî ve iktisadî (sosyal ve ekonomik) şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.
[2] Saime hayvanlar için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/4038-koyunlarin-zekati.html