Halis ECE
İbn-i Hişâm rahmetullâhi aleyhin Sîreti’nden:
“Mü’min bir kadın, malını satmak için Benû Kaynûka çarşısına gitmişti. Alış-verişini yapmış, fakat bu esnada yorgun düştüğünden dinlenmek, biraz nefes alabilmek için bir kuyumcu dükkanının gölgesine oturmuştu. Orada bulunan Yahudiler mümin kadını, tesettürünü açması için tazyik ettiler. Dükkanın sahibi olan Yahûdi, daha da ileriye giderek kadının eteğini bir yere takıp tesettürünün açılmasına sebep oldu; gülüşüp alay etmeye başladılar. Hâdiseye şâhit olan bir sahâbî, Yahûdi’nin üzerine yürüdü ve derhal onu oracıkta öldürdü. Bunun üzerine diğer Yahudiler de kılıçlarını çektiler ve o Müslüman’ı şehit ettiler. (1) Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, mü’min bir kadına yapılan bu hakaret ve buna mukabele neticesinde meydana gelen kıtal hâdisesini, savaş sebebi saymıştır.
***
Yakın tarihimizden bir misâl:
Maraş’lı Sütçü İmam, Müslüman bir hanımın tesettürüne el uzatan iki Fransız askerini öldürmüştür. Kendisi de bu esnada şehit olmuştur. Kısacası “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün doğruluğu bu hususta da kendini göstermektedir. Hâdiseler arasında mâhiyet farkı yoktur. Hevâlarını ilah ve şeytanı da dost edinen insanlar, her devirde bulunabilmektedir.
İslâm âlimleri, ”Mükellef olan her Müslüman kadın ve erkeğin avret mahallini örtecek, soğuk ve sıcaktan gelebilecek her türlü zararı önleyebilecek şekilde giyinmesi farzdır” hükmünde ittifak etmişlerdir.
***
Demek ki farz olan kıyâfette iki unsur bahis mevzuudur:
* Birincisi, avret mahallinin örtülmesidir. Avret mahalli, erkek ve kadın için farklıdır. Kur’ân-ı Kerim’de buyurulmuştur ki: “Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zînetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesnâ...” (2) Bazı âlimler, âyet-i kerimede geçen, “Bunlardan görünen kısım müstesnâdır” beyânından, ‘Kadının elleri, ayakları ve yüzü avret hükmünde değildir’ neticesine varmışlardır. Bu hususta; Hz. Âişe, Said bin Cübeyr ve İbn-i Dahhak (r.anhüm)’tan rivâyet edilen hadîs-i şeriflere istinat etmişlerdir.
* İkincisi, iklim şartlarına uygun şekilde giyinmektir. Giyilen elbisenin insanı, soğuktan ve sıcaktan koruyabilecek evsafta olmasıdır. Binâenaleyh ekvatordaki bir Müslümanla kuzey veya güney kutbundaki Müslümanın giyimi elbette ki aynı değildir. Daha açık bir ifadeyle, İslâmî tesettürde kıstaslar var, fakat şekilcilik yoktur. Tesettür ile alâkalı âyetlerin tamamı muhkemdir.
Kur’ân-ı Kerim’de Mevlâmız buyuruyor ki:
“Ey âdemoğulları! Şeytan, avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerinden soyarak, ananızı ve babanızı (Hz. Âdem ile Havva’yı) cennetten çıkardığı gibi, size de bir fitne (tuzak) hazırlamasın. Çünkü o (şeytan) ve kabilesinden olanlar sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden görürler. Şüphe yok ki biz şeytanları, îman etmeyenlerin velîleri (dostları) kıldık.” (3)
Böylece şeytanın kurabileceği tuzaklar insanoğluna hatırlatılmıştır. Kıyâmete kadar insanların kalplerine vesvese vererek onları Allah Teâlâ’ya karşı isyana teşvike devam edecek olan şeytan, çıplaklığı tavsiye ediyor. Hepimizin mâlumu olduğu üzere, gözle görülemeyen, fakat telkinleri hissedilen varlıklardan birisi de şeytandır. İnsanoğlunun sırât-ı müstakîmden uzaklaşması ve azâba müstahak hâle gelmesi için çalışır, çabalar. Kelime mânâsında da bu keyfiyet vardır. Abdullah ibn-i Mes‘ud (r.a)’un rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte, her insanın, cinler tâifesinden bir şeytanının bulunduğu haber verilmiştir.
***
Velhâsıl şeytan, insanoğlunun apaçık ve büyük bir düşmanıdır. Başta tesettür olmak üzere, dinin emirlerini terk etmeyi, yasaklarını ise işlemeyi teşvik eder. İbâdet ve tâatleri, hayır ve hasenâtı, Allah yolundaki hizmetleri çok zor ve ağır gösterir; haramları, günah ve kötülükleri ise süsler, gâyet hoş ve güzel göstermeye çalışır. Onun işi-gücü budur.
Mü’mine düşen vazife de; şeytanın, şeytanlaşmış insanların ve nefs-i emmârenin hevâ ve heveslerine uymamak, onların emellerine âlet olmamaktır.
DİPNOTLAR
(1) Sîret-i ibn-i Hişâm (İslâm Tarihi), İst., 1985, 3/66
(2) en-Nûr, 31
(3) el-A‘raf, 27