Cenâb-ı Rabbi'l-âlemîn buyuruyor ki:
فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَىٰ أَبْصَارَهُمْ
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَىٰ قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Meali: “Demek siz iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacak-parçalayacaksınız, öyle mi? İşte onlar, öyle kimselerdir ki, Allah onları lânetlemiştir, kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir. Hem bunlar Kur’an’ı hiç düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” [Muhammed suresi, 47/22-24]
SILA-İ RAHİM HAKKINDA DİKKAT ÇEKİCİ BAZI ŞER’İ HÜKÜMLER
İmam-ı Azam (rh.) hazretlerinin mezhebine göre bir kimse, akrabasından (mesela anne, baba, kardeş gibi) bir köleyi bulup satın alsa, azat etmesine lüzum kalmadan otomotikman hür olur.
Yine bir kimse, akrabasından birine bir mal hediye etse, sonra da o akrabasının gayrimüslim olduğunu öğrense, yine de hediye ve hibesinden -akraba oldukları için- dönemez, vaz geçemez. [Bilmen Tefsiri’nden]
MEVZUU İLE ALAKALI HADİSLER
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Hz. Allah, ne zaman ki bütün mahlukatı yaratmaktan fâriğ oldu, ‘rahim’ (akrabalık) ayağa kalkarak dedi ki: ‘Ya Rabbi! Bu duruş sana sığınanların duruşudur. Ve sana sıla-i rahmi kesenlerin şerrinden sığınıyorum.’ Cenab-ı Hak da: ‘Peki’ buyurdu. Sonra da sıla-i rahme, ‘Sen benim şu hükmümden razı değil misin ki, ben seni ulayanı (rahmetime) ulayacak, seni keseni ise (rahmetimden) keseceğim, mahrum edeceğim’ diye hükm ettim. Rahim: ‘Evet, ben bu hükmünü duydum ve razı oldum’ dedi. Ve bundan sonra da Peygamberimiz: ‘İsteyen, “Fe-hel aseytüm in tevelleytüm….” ayetini (yukarda geçen) okusun. Bu hükmü orada görecektir” buyurdu... [Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, C. 1, S. 348]
“Rahim, Arş’a yapışmıştır ve şöyle dua etmektedir: ‘Kim beni yerine getirirse (akrabalarını ziyaret ederse), Allah’ım sen de onu (bütün muradlarına-isteklerine) ulaştır, erdir. Kim de beni koparırsa, sen de onu (bütün umduklarından) kopar, (mahrum et-yoksun bırak)’ der.” [Nevevî a.ge.e., C. 1, S. 355]
“İyilik yapmak ve yakın akrabayı ziyaret etmek, ömürleri uzatır, beldeleri imar eder, servet ve refahı çoğaltır. İsterse bunu yapanlar, facir-günahkâr kavimler (topluluklar-milletler) olsun.” [Bkz. Garâibu’l-Ehâdis]
“Ey Ashabım! Allah’ın binaları şereflendirdiği, dereceleri yücelttiği şeyin ne olduğunu size bildireyim mi? Ashap: “Evet yâ Rasûlellah!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, Sana cahilce davranana sen yumuşaklıkla (kibarca) mukabele edersin. Zulmedeni affedersin. Vermeyene verir, sana gelmeyene sen gidersin” buyurdu. (Taberani)
“Kim rızkının genişlemesini ve günahlarının unutulup silinmesini severse, yakınlarını ziyaret etsin” buyurdular. [Nevevî, a.g.e., C. 1, S. 251]
SILA-İ RAHİM ŞU ÜÇ ŞEYLE TAMAM OLUR
a) Akrabayı ziyaret etmek.
b) Selâm vermek.
c) Onlara infakta bulunmak.
Hadis-i şerif: “Babanın sevgi bağını sen de devam ettir. Sakın kesme!” (Yani babanın dostlarıyla alakayı kesme.) Aksi halde, Allah senin nurunu söndürür.” (Buhari, Muhtaru’l-Ehâdis, Harf-i Elif-Ha)
Taberani’nin beyan ettiği bir hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir kısmını ahirete bırakmakla beraber, Allahu Teala en çok şu günahların cezasını dünyada peşin olarak verir. Akrabadan alakayı kesmek, hıyanet etmek, yalan söylemek. Bir taatın da sevabını bu âlemde Hz. Allah verecekse, o taat da akraba ziyareti olur. Hatta, akraba ziyareti yapan bir ev halkı facir de olsalar, yine malları bereketlenir, nufusları artar.” (Muhtaru’l-Ehadis,u’l-Ehadis, 1062 No’lu hadis)
PEYGAMBERİMİZİN İYİLİĞE İYİLİĞİ VE AKRABASINA BAĞLILIĞI
Amcası Ebu Talip Peygamberimize (s.a.v.) çocukluğunda ve gençliğinde babasını aratmazken, amcasının hanımı Fatıma da Rasûlümüze en şefkatli bir anne kesilmişti. Ve bu kadının vefatında Peygamberimiz, “Bugün annem öldü” diyerek ona karşı olan sevgisini ifade etmişti. Sonra da gömleğini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kabre inerek bir müddet mezarında uzanmıştı.
Rasûl-i Ekrem'in (s.a.v.) bu hareketi, ashabının gözünden kaçmadı. Bu nedir ya Muhammed! Bugüne kadar senden kimseye böyle bir muamele görmedik, diyerek sebebini sorduklarında, şu cevabı verdi: “Amcam Ebû Talip’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yoktur. Âhirette, cennet elbiselerinden elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.” [Süheylî, Ravdû'l-Ünf, 1, 112; İbnü Abdi'l-Berr, el-İstîâb, 1, 369–370]
Ve yine Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): “O benim annemdi! Kendi çocukları aç durur ve ona suratlarını asarlerken, o evvela benim karnımı doyurur, saçımı tarardı, sonra çocuklarına bakardı” buyurmuştur. [M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, C. 1, S. 74]
Kendisine yapılan iyilikleri, kim tarafından olursa olsun asla unutmaz, o iyiliklerin altında kalmaz, hatta birkaç misliyle mukabele ederdi Sevgili Peygamberimiz... Onun bu yüce hasletinin, bu müstesna sıfatının, insanların hidayete ermesinde çok büyük tesirleri olmuştur.
***
Hz. Aişe (r.anha) Validemiz, rüyasında kıyametin koptuğunu Hesap ve Mizan’ın kurulduğunu ve tanıdığı bir kadının amellerinin Uhud dağı kadar ağır geldiğini görüyor. Ertesi gün o kadını çağırıyor, ona rüyasını anlatıyor ve bu dereceyi kazanmak için ne gibi ameller yaptığını soruyor. Kadın evvela söylemek istemiyor. Hz. Aişe Validemiz ısrar edince, şöyle sıralıyor:
1. Mahremlerimden (yakınlarımdan) başka hiç kimseye kendimi asla göstermem.
2.Verecek bir şeyim varsa, saili (dilenciyi) asla boş çevirmem, yoksa ona dua ederim.
3. Misafirsiz asla sofraya oturup, yemek yemem.
4.Ezandan evvel mutlaka abdest alıp namaza hazır olurum.
5. Müezzin ezan okurken, ben de onunla beraber ezanı tekrarlarım.
6. İstişaresiz asla iş yapmam.
7. Akrabamdan biri benden ayrılırsa, onu unutmam, mutlaka ziyaretine giderim.
Hz. Aişe Validemiz: “İşte bu amellerin için Mizan(da amelleri)nin Uhud dağı kadar ağır geldiğini gördüm” diye ona müjdeledi. [Şir’atü’l-İslâm, S. 188]
***
Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün şöyle sordu:
“Bu geceyi kim akrabasından dargın geçirdiyse, o kimse bizim yanımızdan kalksın, çıksın” buyurdu. Herkes yerinde oturdu, yalnız bir genç kalktı. Peygamber Efendimiz ona: “Sana ne oluyor ki, kimse yerinden kalkmadığı halde sen yerinden kalkıyorsun” buyurdu.
O genç de: “Sözünü işittim ve kalktım ya Rasûlellah! Çünki benim bir halam var, o bana dün gece darılmıştı” dedi. Peygamberimiz: “Peki, sen ne yaptın?” dedi. O genç de: “Ya Rabbi! Beni de halamı da affet, diye sabaha kadar yatmadım, tevbe ve istiğfar edip Allah’a yalvardım” dedi. Bundan memnun olan Peygamberimiz tebessüm ederek, “Öyle ise, aramızda otur ve kal, çıkman gerekmez” buyurdu....
Diğer bir rivayette ise Peygamberimiz: “Şimdi dua edeceğiz. Dargın olanlar barışsın. Yoksa duamız kabul olmaz” buyurdu. Kimse kalkmadı. Rasûlüllah (s.a.v.) biraz ara ile bu emrini 3 kere tekrarladı. Bunun üzerine bir genç fırlayıp mescitten çıkıp gitti. Halasının boynuna sarıldı, halası da şaşırıp sebebini sordu, genç: “Sen bana hakkını helal etmedikçe ve barışmadıkça mescitte Rasûlüllah dua etmiyor” dedi. Bunun üzerine hala yeğen ağlaştılar, barıştılar, genç de sevinerek mescide döndü. Mescidin kapısından içeriye girer girmez Rasûlüllah (s.a.v.) ellerini kaldırıp dua buyurdu ve sonra da şöyle dedi:
“Âgah olun! Uyanın ey Ashabım! Aralarında kâtıu’r-rahm olan (akrabayla alakasını kesen) bir topluluğun arasına İlahi rahmet kesinlikle inmez” buyurdu. [Bkz. Ebul’l-Leys es-Semerkandî, Tenbihü’l-Gafilin]
Bazı büyükler buyurmuşlardır ki:
Şu 5 şeye devam edenlerin dağlar gibi günahları bile olsa, Hz. Allah yine afv eder, mukabilinde de sevap verir, rızkını da arttırır.
a. Az çok demeyip, sadaka vermeye devam edenler.
b. Akraba ziyaretini yerine getirenler.
c. Allah yolunda cihada devam eden mücahitler.
d. Su israf etmeden abdestini alanlar.
e.Anaya-babaya itaat edip, hizmetlerine devam edenler. [Ebul’l-Leys es-Semerkandî, a.g.e., S. 48]
VE BİR HİKAYE
Vaktiyle bir zat 7 şeyi çok merak etmiş. Ve bunları kimden öğrenebilirim diye de, o köy senin bu köy benim deyip gezmiş, dolaşmış. Nihayet ona, “Bağdat’a git, orada falan zat vardır. Senin merak ettiğin bu müşkillerini ancak o halleder, o çözer” demişler. Adam yollara düşmüş. Günlerce yol aldıktan sonra, nihayet Bağdat’a ulaşmış. Ve sora sora o zatı bulmuş. İznini alıp soruların sıralamış:
1) Bu dünyadan daha geniş bir şey var mı?
2) Ateşten daha yakıcı bir şey var mı?
3) Dağlardan daha ağır bir şey var mı?
4) Taşlardan kayalardan daha sert-daha katı bir şey var mı?
5)Zemherirden (kış ayazından) daha soğuk bir şey var mı?
6)Denizlerden-okyanuslardan daha engin, daha geniş bir şey var mı?
7)İnsan için, zehirlerden daha acı bir şey var mı?
O zat da “Elbetde var” diyerek cevaplarını şöyle sıralamış:
1- Bu dünyadan daha geniş olan şey, hak sözdür ve onu söyleyebilmektir. Eğer söylenebilirse, o bütün kâinatta kabul görür.
2- Ateşten daha yakıcı olan şey, hırs ve hasettir. Ateş, bir kere yakar; bu ise sahibini ömür boyu hep yakar.
3- Dağlardan daha ağır şey bühtandır, iftiradır. Nitekim Kur’an’da, “Sübhâneke haazâ bühtânün azıym: hâşâ bu bir büyük bühtandır / iftiradır” buyrulmuyor mu? Yani: Bühtana Cenab-ı Hak çok büyük, demiyor mu?
4- Taşlardan kayalardan daha katı şey de, kötü insanların, gaddarların, yüreğidir; zira taştan katı yürekliler ve zalimler vardır.
5- Zemherirden daha soğuk olan ise, akrabandan bir dileğin olur, onun bunu yapmaya gücü olduğunu da bilirsin, fakat o dileğini vermez, ihtiyacını karşılamaz. İşte bu senin için zemherirden daha soğuk bir duştur.
6- Denizlerden daha engin olan şey, kanaattır. Nitekim Peygamberimiz, “Kanaat bitmeyen hazinedir.”
7- Zehirden daha acı şey ise, acı laf ve fitneciliktir. Nitekim İmam Şâfiî buyurmuştur:
“Cerâhâtü’s-sinâni lehe’l-tiyâmü / Velâ yeltâmü mâ ceraha’l-lisânü”
Yani: Kılınçların, süngülerin yarasının kapanması mümkündür. Ama dillerin açmış olduğu yaralar asla kapanmaz. (Eşref Edip, Manastırlı İsmail Hakkı’nın Ayasofya Vaazlarından)
Hadis-i şerif: “Akrabasıyla alakasını kesen cennete giremez” (Buhari, Müslim) buyurdu Peygamberimiz. Bu kadar kesindir.
Ebu Eyyüb El-Ensari (r.a.) anlatıyor:
Bir kişi Peygamberimize geldi ve dedi ki, “Ya Rasûlellah! Bana öyle bir amelden haber ver ki, o beni cennete soksun.” Peygamberimiz de ona: “Allah’a ibadet eder, ona hiçbir şeyi asla ortak koşmazsın, namazı hakkıyla kılarsın, zekâtı tam verirsin, akrabını da ziyaret edersin...” buyurdu
Hz. Halid el-Ensari diyor ki:
“O zatı sonra gördüm, ben bunları mutlaka yapacağım. Daha fazlasını da kimse benden istemesin, beklemesin” diyordu.
FUDAYL İBNİ İYAZ’DAN BİR NEFİS MUHASEBESİ
Bu büyük zat nefsine hitaben diyor ki:
Ey nefsim! Sen Firdevs-i a’lâda durup, orada Allah’ın Rasûllleri, sıddık salih şehit kulları ile komşu olmayı mı umuyor ve istiyorsun?
Peki bunu, yaptığın hangi amelle istiyor ve bekliyorsun?
a) Bunun için ne zaman, nerede şehvetini terk eyledin?
b) Bunun için ne zaman hangi öfkeni yendin ve yuttun?
c) Bunun için ne zaman sıla-i rahim yaptın?
d) Bunun için ne zaman hangi kardeşinin sürçmesini, kusurunu, affettin; ya da görmemezlikten geldin?
e) Bunun için, hangi insanı kendine yaklaştırıp kardeş ettin de, şimdi Allah’ın cennetini, cemâlini ve Allah’ın sevdikleriyle beraber olmayı umuyorsun? (el-Gazalî, İhyau Ulûm’dan)
Ömer bin Abdülaziz, Meymun bin Mihran’a diyor ki:
Benden şu 4 şeyi al, öğren:
1. Ma’rufu / iyiliği emretmek, münkerden / kötülükten nehy etmek için bile olsa, sultana (bugün de siyasete) yaklaşma.
2. Kur’an okutsan bile yabancı bir kadın ile bir arada yalnız kalma.
3. Akrabasını ziyaret etmeyeni sen de ziyaret etme.
4. Yarın özür dileyeceğin bir sözü bugün sakın söyleme. [et-Turtûşî, Sirâcü’l-Mülûk, S. 221]
SILA-İ RAHİM’DE ÇOCUKLARIN DURUMU
Sıla-i rahim’de bilhassa çocuklar çok mühim!
Garaibu’l-Ehadis’de geçen bir hadisinde Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Sizden biriniz seferden yolculukdan dönerken, eve gece dönmemeye gayret etsin. Ve çantasına çocukları için mutlaka bir şey alıp koysun. Gücü yoksa hiç değilse, taş bari koysun.”
Ebu’d-Derda’ya (r.a.) göre şu 12 haslet peygamberlerin ahlakındandır (özetle):
1- Allah’ın varlığına kesin iman ve güven.
2- İnsanların elinden gelecek şeylere ise güvenmeme.
3- Mahlukattan ancak şeytana düşmanlık.
4-Nefsi tanımak ve terbiye etmek.
5-Bütün insanlara şefkatli davranmak.
6-İnsanlardan gelen bütün eziyetlere tahamül göstermek.
7- Ecir ve sevap peşinde koşmak.
8- Hakkın ve haklının karşısında tevazu göstermek.
9. Halka daima nasihat etmek.
10-Fakir ve muhtaçlara yardımda bulunmak.
11- Daima abdestli bulunmak.
12- Dünyevi nimetlere sevinmemek, eremediklerine üzülmemek...
Bugünün insanları malesef akrabalarıyla yardımlaşmak, ziyaret etmek şöyle dursun, belki benden bir şey ister diye selâm bile vermiyor, başını çeviriyor veya yolunu değiştiriyor.
Sadece akrabalarımızın dirilerini değil, ölülerini de kabristana giderek elbette ziyaret etmeliyiz. Onlara da, hediye paketi yerine hatimler, fatihalar götürmeliyiz.
Akraba da elbette ki kan bakımından yakın olduğu kadar din ve ahlâk bakımından da yakın olacak. Kısacsı “akraba” olacak, “akrep” olmıyacak...
Nitekim ecdadımız, “Akrabanın akrabaya, akrep yapmaz yaptığını” demişlerdir.
SEFERDE HAVA DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI NE YAPMALI?
Hz. Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), uzak yerlere yolculuk yapan evlatlarına-talebelerine şu tavsiyede bulunmuşlardır: “Vardığınız yerde iki günden fazla kalacak iseniz, sıhhatinizi muhafaza ve tebdil-i hava alışmak için taamda çiğ soğan yemek lazım. Biz ruhhanilere eza vereceği için yiyemiyoruz.” Yani siz yiyebilirsiniz, yiyiniz, demek istemişlerdir.
MEVZÛ İLE ALAKALI BAZI ŞİİRLER
(1) İlm-i Meâni’den (Telhıys) Arapça bir şiir:
Sâfir izâ talebte kadran / İz sâra’l-hilâlü sâra bedran
Ve’z-zi’bü fî mad(z)caihî câiun / Ve’l-mer’u fî vatanihî d(z)âiun
Manası:
Kadir ve şeref istiyorsan, yurdundan ayrıl.
Çünki hilal bile yürüyerek 14 günde bedir oluyor.
Kurt bile yatağında kalsa, aç kalır.
Kişi ise, vatanında kalırsa, zâyi’ olur (kimse kıymetini bilmez).
(2) Fârisî bir Beyit:
Mekn-i çû şem’ bîk fâne umr hûd râ sarf / Çû âfitâb-i behr rûzenî nigâh endâz
Şu demek: Bir kandil olup yerinde durarak sadece çevreni aydınlatacağına,
Bir güneş ol ve dolaşarak herkesi ışığından, enerjinden müstefid kıl...
(3) Türkçe bir Beyit:
Akraba olsa da faraza düşman / Ecnebiden yine elbette ehven
[Kaynak: Harun Reşit Tüylüoğlu, Şuabü’l-İman (gayr-i matbu’), 48. Ders]