Halis ECE
Bugün bir Nisan…
İlk olarak Fransa'da başlayan "Nisan 1" şakaları zamanla bütün Avrupa'ya yayılmış, tabiatıyla ülkemizde de kısmen kabul görmüştür.
Fransa'da eskiden beri kullanılan takvim Kral 9. Charles zamanında değiştirilir. Dolayısıyla yılbaşı da değişir ve nisan ayının 1'ine denk gelen yılbaşı ocak ayının 1’ine alınır. Yılbaşı eğlenceleri de, ocak ayının ilk gününe aktarıldığı halde Fransa'da bazı insanlar, kralı alaya almak gayesiyle, nisan ayının ilk gününde yalancıktan tebrikleşerek birbirini aldatmaya başlamışlar. Bazı kaynaklara göre de, eski Fransız millî takviminin “yılbaşı” olan bu günü unutmamak için böyle bir yola başvurdukları söylenir. Ki, böylece “Nisan 1” şakaları başlamış, zamanla dünyanın her yerine yayılmış… Ülkemiz ve toplumumuz da Batı’nın hemen her olumsuzluğundan olduğu gibi bundan da etkilenmiş, nasibini almış maalesef!..
Ancak Batı menşe'li bu şakalar, ölçüsüz ve çoğu zaman da insanı alaya alıcı, küçük düşürücüdür. Halbuki İslâm’da şaka, ölçülü-seviyeli ve sevgiyi artırıcıdır.
Dinimiz, belli ölçüler çerçevesinde kalınmak şartıyla mizaha-şakalaşmaya da yer verir… Bu ölçüler korunmak kaydıyla yapılan şakalar, hem dinlendirici, hem de insanlar arasında sevginin-muhabbetin artmasına vesîle olur.
Günlük hayatımızda şakaya tamamen kapalı olmak ciddiyet olarak ifade edilirse de, her şeyin fazlası ifrat, azı da tefrittir (artı ve eksi kutuplu aşırılıktır), hoş karşılanmaz. Başka bir ifadeyle, sulu-aşırı şakacılar da somurtkanlar da fazla sevilmez.
Kısacası dinimiz, şakayı-şakalaşmalı tecviz etmiş; ancak ölçü ve sınırlarını da belirtmiştir.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında da şakalara rastlıyoruz. Hatta Hz. Enes (r.a.) "Rasûlüllah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanı idi" demiştir.
Hadis kitaplarında, kadın-erkek, Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) kendileriyle alakası-ilişkisi olanlara yaptığı şakalardan pek çok örnekler bulmak mümkün. Bununla beraber Sevgili Peygamberimizin, şaka ile ilgili şu ikazları da bulunmaktadır:
"Ben de şaka yaparım, ama sadece doğruyu söylerim."
"Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun!"
"Kul, şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münâkaşa etmeyi bırakmadıkça kâmil (iyi) bir mü'min olamaz."
"Bir Müslüman'ın kardeşini korkutması helâl değildir."
"Kardeşinle münakaşa etme, onunla (alaya ederek) şakalaşma."
Rasûlüllah Efendimiz'in ashabı arasında da şakalarıyla meşhur olanlar vardır. Mesela Hz. Nuayman (r.a.) bunlardan biri ve belki de en öned gelenlerindendir. Medine’ye iyi bir şey gelince onu veresiye alır, Rasûlüllah'a (s.a.v.) “HEDİYE” olarak getirir, ödeme zamanı geldiğinde de, Efendimiz'e giderek “hediye”sinin borcunu isterdi. Rasûlüllah Efendimiz,
“— Sen onu bana hediye etmiştin, ne oldu?” deyince,
“— Yâ Resûlallah! Bu güzel şeyi size lâyık gördüm, param olmadığı için böyle yaptım" derdi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Nuayman'ı hep gülerek karşılar ve ona hiç kızmazdı. Hatta onunla karşılaşınca gülümsemekten kendini alamazdı...
Nuayman'ın bir sefer sırasında kızdığı arkadaşı Sübeyvit'i, "Kölem" diyerek satması da meşhur şakalardan biridir.
Hâsılı şaka yapalım, şakayı sevelim; espriden, latifeden uzak, somurtkan bir insan olmayalım. Tıpkı "Kendi nefsin için istemediğin bir şeyi, başkaları için de isteme... Kendin için istediğin bir şeyi, başkaları için de iste" düsturuna uyan atalarımız gibi...
Toplumla olan münasebetlerimizde kırıcı değil, yapıcı olalım... İnsanları küçük düşürücü, alaya alıcı şakaların örf ve âdetlerimizde / geleneklerimizde yerinin olmadığını bilelim.
Eskilerin tabiriyle, latîfenin latif olması gerektiğini hatırdan çıkartmayalım.
* * *
"NİSAN 1” VE "LADES"
"Bir 1 Nisan günü odamda çalışırken iki yeğenim ve kardeşim arkamda kısık sesle konuşuyor, gülüşüyorlardı. Doğrusu onların tatlı-tatlı fısıldaşmaları hoşuma gittiği için ses çıkarmıyor, hatta arada bir kulak misafiri bile oluyordum. Anlaşılan küçüklerden biri kardeşimin elindeki tuğra kabartmalı anahtarlığa göz koymuştu. Neyse, allem etti-kallem etti muradına erdi ve anahtarlığı kaptığı anda benim varlığımı dahi unutturacak derecede büyük bir sevinç içinde:
"— Nisan Biiiiir!" diye haykırdı.
Dönüp baktım. Kardeşim, çok sevdiği orijinal tuğralı Osmanlı parasından yaptırdığı anahtarlık elinden gittiği için biraz mahzun; ama küçüğü[n gönlünü] kırıp elinden almaya da kıyamıyor!
Hâdise bana bir hayli dokundu. Sevdiğim iki genç insan bize ait bir güzelliğe aynı derecede tutkundu.
Yavaşça küçüğe seslendim. Ona “1 Nisan” şakasının bize Fransızlardan geçme bir türedi gelenek olduğunu anlatmaya çalıştım. Eski Fransız millî takviminin “yılbaşı” olan bu günü unutmamak için Fransızların böyle bu yola başvurduklarını, bunun bizimle hiçbir alâkasının olmadığını; kendi güzelliklerimizi Batı'nın oyunlarına mevzu etmenin tatsızlığını dilimin döndüğünce söyledim, anlattım. Ama illa tuğraya sahip olmak ve bunu bir şaka yolu ile elde etmek istiyorsa, bizim de böyle bir oyunumuz olduğunu, "Lades" oynamalarını tavsiye ettim. Hem bu oyun belli bir günle, de sınırlı değildi. Küçük afacan bu izahtan ne kadar tatmin oldu bilmem. Ama anahtarlığı alıp sahibine iâde etmek üzere gönülsüzce uzattı. Kardeşim ise düşünceli bana bakıyor, anahtarlığı görmüyordu:
"— Ama ağabey" dedi. "Nisan 1'de alan, kapan kazanıyor; bizim lades'te - ise veren kazanıyor!"
Ne yalan söyleyeyim, işin bu tarafını fark etmemiştim. Ne kadar manalı, ne kadar çarpıcı bir kıyas!
İşte iki medeniyetin farkı bu idi ve çocukların oyunlarına bile aksetmişti.
Elbette öyleydi. Bizim medeniyetimiz "veren", Batı medeniyeti ise her yolu mubah bilip "alan, çalan, çırpan" bir medeniyetti. Bu hakikati desteklemek için bir çırpıda akla geliveren yüzlerce misâl sıralamaya ne gerek vardı." (Sait Başer, Türk Edebiyatı, Nisan 1988, Sayı: 174)
* * *
DUVAR YAZILARI
- Bizi çekemediler. Kamera bozuktu.
- Yakılan köy kılavuz istemez.
- Futbol, "tribün terörü" gibi yan tesirleri olan bir anti terör ilaçtır.
- Yangına körükle değil kürekle gitmeli.