Halis ECE

Evet atalarımız böyle söylemişler... Bir anlık sinirle çevreye zarar veren ya da insanları kıran kişiler sakinleştiklerinde, yaptıklarına kendileri de şaşırır ve pişman olurlar. Bazen arkadaşlarını bazen de ailelerini kaybederler... Sonunda ellerinde hiçbir şeyleri kalmaz. İşte bu durumu anlatan bir atalarımızın yukardaki tabirleri...

Kontrol'ün, ölçülü davranmanın hayatımızın hatta dünyanın anahtarı olduğunu anlatan enfes bir deyimimiz. İnsan ne zaman öfkelenip sinirlerine hakim olamaz, agresif bir tavır sergilemeye başlarsa, işte o an sağlıklı düşünemez. Hatta yok etme sistemi devreye girer o kişide... Bu sebepledir ki, sakinleştikten sonra çoğu insan, öfkeliyken yaptıklarına pişman olur.

***

Hikâyeyi bilirsiniz...

Adam yeni aldığı kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş... Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline aynı çekiçle vurmaya başlamış... Biraz sakinleşince, oğlunu hemen hastaneye götürmüş... Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da, elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış!

Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle,

- “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.” demiş ve ardından da babasına şu soruyu sormuş: “Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?”

- "..."

Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...

***

Hz. Mevlana (k.s.) diyor ki:

"Bez yıkayan, güneşe öfkelenirse; balık, denize hiddetlenirse; bak gör, zarar-ziyan kimedir?

Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?

Allah seni çirkin yarattıysa, kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!

Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme.

İki boynuzun varsa, dört boynuzlu olma!

Sen 'Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor' diye haset ediyorsun ama, esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp... Hattâ bütün aşağılıklardan daha beter!

Şeytan da aşağı olmakdan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü...

Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı." (Mesnevi)

***

Bir psikolojik danışmanız da bu öfke huyu ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunuyor:

"Öfke uygun ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve tabii/doğal bir duygudur. Kişiyi bireysel farklılıklar üzerinde çalışmak ve çatışmayla başa çıkmayı öğrenmek gibi yapıcı toplumsal etkileşimlere motive eder.

Bu haliyle normal ve sağlıklıdır, duygusal dengelemeye katkı sağlar. Amaca yönelik olan bu öfke çoğunlukla toplumsal olarak kabul edilebilir biçimdedir ve uzun vadede kişiye yarar getirmesi mümkündür.

Onların bazı batıni/manevi/içsel çatışmalarını çözmelerine yardımcı olarak, süregelen davranışı ortadan kaldırarak veya engelleyerek, benlik sınırlarının ve benlik saygısının korunmasını sağlayarak hayatlarını kolaylaştırır.

Aynı zamanda karşıdaki kişiyi uyarmak için bir işarettir... ve başkalarıyla olan ilişkilerini düzenleyerek onlara olan olumsuz duyguların açıklanmasını kolaylaştırır. Ancak kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüşürse okul-iş hayatında, kişisel ilişkilerde ve genel hayat kalitesinde sorunlara yol açar. Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin temelinde öfke vardır. Öfke hem zahiri/dışsal, hem de içsel/batını-manevi bazı olaylarla ortaya çıkar...

Mantık öfkeyi yener; çünkü öfke, haklı bir sebebe bağlı olsa da, çok çabuk mantık sınırlarını aşabilir... Bu yüzden öfkelendiğinizi hissettiğinizde mantığınıza sığının. [Tabii o mesleği / branşı / uzmanlık alanı sebebiyle böyle söylüyor... O pozitif bilim dalının gelebildiği nokta da bundan ibaret. Bununla birlikte biz vahye dayanan nakli ilimlerden biliyoruz ki; asıl sığınılması gereken, Halık-ı zû'l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleridir / Yaradanımızdır. Nitekim Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet anlatıyor: İki kişi Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda küfürleştiler. (Öyle ki), birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu. Rasûlullah (s.a.v.), “Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinden zuhur eden öfke giderdi; Eûzü billâhi mineşşeytanirracîm! (manası: rahmet-i ilahiden kovulmuş şeytandan /şerrinden / kötülüklerinden Allah’a sığınırım)” buyurdular. (Tirmizi, Sünen, Da’avat, 53) Özellikle abdest, öfkeyi teskin eden çok müessir bir ilaçtır. Sevgili Peygamberimiz buyurmuşlardır ki; “Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.” (Ebu Davud, Sünen, Edeb, 4) Hatta insanın o andaki duruş pozisyonu da etkilidir öfkede... Ebu Zerr el-Gıffari (r.a.) rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a.v.) bize buyurmuştu ki: “Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne â’lâ, geçmezse yatsın.” (Ebu Davud, Sünen, Edeb, 4) Dinî kaynaklarımızda bu hususta daha başka rivayetler-bilgiler de vardır. H. E.]

Yıllarca dünyayı ve karşılaştığı olayları belli bir bakış açısıyla değerlendiren birine, yeni bir 'anlamlandırma biçimi' kazandırmak uzun ve zorlayıcı bir çaba gerektirir. Sinirlendiğinizde tepki vermeden önce 5 kere nefes alıp verin ya da içinizden 10’a kadar sayın... Bu arada olaya olumlu bakma hususunda kendinizi uyarın. Hem karşınızdaki kişiyi ya da kişileri kırmamış olursunuz, hem de kendinizi öfkenin zararlı etkilerinden korumuş olursunuz.

'Öfkeyle kalkan, zararla oturur' sözü, bu yöntemin tarihinin ne kadar eski olduğunu bize gösteriyor. Tepki vermeden önce kendinize tanıyacağınız 15 saniyede hızlı bir değerlendirme yapabilirsiniz:

- Nerdeyim?

- Kimlerleyim?

- Neler oluyor?

- Zihnimden neler geçiyor?

- Olaya nasıl bir anlam verdim?

- Beklentilerim neler?

- Neler yapıyorum?

Günlük hayatta, zamanı dondurup kendimizi değerlendirmemiz mümkün değil kuşkusuz. Ancak bu soruların hepsini olmasa bile, hiç değilse 2-3 tanesini kendimize sorabileceğimiz 15 saniyelik bir mola, tepkilerimizi yumuşatacak ve daha az öfkeli olmamıza yardımcı olacaktır.

Öfkesi çok yoğun olan kişinin davranışlarının altındaki temel mesaj şudur: “Her şey benim istediğim gibi olmalı!”dır... Demek istediği tam da budur.

Öfkeli insanlar kendilerinin ahlâken haklı ve doğru olduklarına inanırlar... Planlarını değiştirmelerine ya da engellenmelerine yol açan her türlü olay/durum, onlar için dayanılmaz bir aşağılanma gibi algılanır. Kendilerinin bu şekilde sıkıntı yaşamamaları gerektiğini düşünürler... Belki başka insanlar sıkıntı çekebilirler ama, onlar değil!

Kendinizde de buna benzer bir duyguyu yakalarsanız, kendinizi tüm caddelerin, dükkanların, resmi dairelerin sahibi olan bir kral ya da kraliçe gibi hayâl edin... Bütün insanların sizin önünüzde eğildiğini, eteğinizi öptüğünü düşünün... Bu hayâlî görüntülere ne kadar ayrıntı koyarsanız, ne kadar talepkâr olduğunuzu ve ne kadar mantık dışı davrandığınızı o kadar iyi anlayacaksınız.

Ayrıca durum ve olayların gerçekte ne kadar önemsiz olduğunu da farkedeceksiniz.

Öfke ve saldırganlık yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi insana hâs tabii, hatta bütün canlılara özgü normal bir duygu ve davranış halidir... Birçoklarımız için bu iki kavramı tehlikeli duruma getiren, onları ifade ediş/ortaya koyuş biçimimizdir.

O halde öfkelendiğimiz zaman öfkemizin bizi kontrol altına almasına fırsat vermeyip, bizim onu kontrol etmemizi sağlamak için çalışmalıyız...

Zira öfke anında insan doğru düşünemez... Normal davranışlarda bulunamaz... Öfkeli olarak yapılan işler hep sonradan pişmanlık duyulan işlerdir. Bunun için; 'Öfke ile kalkan zararla oturur' denilmiştir.

***

‘Lâ tağdab: Öfkelenme!’
Sahâbe-i kiramdan birisi bir gün Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) gelerek:

- “Yâ Rasûlallah! Bana kısa bir nasihatte bulunun. Uzun olmasın! Tâ ki, nasihatinizi unutmayayım.” der ve bu sözünü birkaç kez tekrarlar... Samimi bir vaziyet içinde unutkan halini dile getirerek nasihat isteyen bu sahâbeye, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, kısa bir nasihat ile cevap verir:

- “Lâ tağdab!” Yani, “Öfkelenme!”

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), bahsi geçen sahâbeye “Öfkelenme!” buyurarak, bizlere pek çok hakikatleri mündemiç/câmi’ (içerisinde toplamış) bir nasihatte bulunmuştur.

Öfkelenmek, zaman-zaman hepimizin başına gelen, hepimize ârız olan bir haldir, huydur.

Öfkelenmek dinimize aykırı değildir. Müslüman da öfkelenir. Allah için sevdiği gibi, Allah için de öfkelenir. Cenâb-ı Hak insanın fıtratına bu hissi yerleştirmiş. O bakımdan insanların, mutlak manada fıtratını değiştirip atmasını, hiç öfkelenmemesini bekleyemeyiz elbet. Nitekim bir hadis-i şerifte de, “Mü’min, tez kızar, tez barışır” buyrulmuş; fakat mü’min ‘hiç kızmaz’ buyrulmamıştır. Bu durumda bizim için aslolanın; öfkemizi kontrol edip kendimize ve etrafımızdakilere maddi-manevi zararlar vermekten uzak durmamız gerektiğidir.

Bizim en büyük düşmanımız şeytan ve nefsimizdir. Öfke de bu iki düşmandan neş’et eder. Şeytan, insanın imanını en kolay, öfkelendiği zaman bozar. İnsan öfkelendiği zaman hissî/duygusal hareket eder. Hisler ise aklın muhakemesini dinlemez. Çok küçük bir hareketle çok büyük ve telafisi mümkün olmayan zararlar verdirebilir. Bir anlık hiddet yüzünden bir katlin, öbür boyu hapis cezasını/azabını çektirdiği, hatta canından bile oldurduğu gibi.

Hadis kaynaklarında zikredilen en kısa hadis budur. Kısalığına rağmen ihtiva ettiği manalar çok zengindir.

Bu sözle murad olunan manaların bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

- Dünya ve ahiret saadeti bir bakıma öfkemize hakim olmaya bağlıdır. Zira öfke; kişileri birbirlerinden ayırır ve öfkelenilen kişiye zulm edilmesine sebep olur.

- İnsanın en büyük düşmanı, yukarda da işaret ettiğimiz üzere; şeytan ve nefistir.. Öfke bunları besler, ruhu ve kalbi öldürür, hatta bütün letaife zarar verir.

- Öfkeli insan âdil olamaz, doğru hüküm veremez...

- Öfke; gıybet ve kin gibi iki büyük ve amansız manevi illeti azdırır, artırır… Bunlar ise bütün güzel amelleri boşa çıkarır.

- Hadisin bir manası da; öfkenin emrettiği şeyi yapma demektir... Çünkü Allah Teala, öfkeleneni ve kararlarında adaletsiz davrananı/hükmedeni sevmez... Nitekim "Kadı öfkeli iken hükmedemez" mealindeki hadis de bu mânâyı teyit etmekte / desteklemektedir.

***

Öfkelenen Halife Hz. Ömer (r.a.) nasıl sakinleşti?

İbn Abbas (r.anhüma) rivayet anlatıyor: Uyeyne bin Hısn (Medine’ye) gelince, kardeşinin oğlu Hürr bin Kays’ın (r.anhüma) yanına indi. Hürr bin Kays ise Hz. Ömer’in (r.a.)yakınlarındandı. Onun meclisinde yaşlı veya genç bir kısım kurra ve fakihler (kıraat ve hukuk âlimleri)müşâvere heyeti olarak bulunurdu. Üyeyne bin Hısn,

- “Ey kardeşimin oğlu! Emîru’l-mü’mini’nin yanına girmem için izin talep et!” dedi O da izin istedi Ancak yanına girince,

- “Yeter artık! Ey İbnu’l-Hattab, sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de hükmetmiyorsun!” dedi. Hz Ömer (r.a.) pek öfkelendi. Neredeyse dövmek için üzerine yürüyecekti ki, Hürr (r.a.) atılıp,

- “Ey Emîrel-mü’minin, Allah Teala Rasûlü’ne (s.a.v.), “Sen afyolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. ” (A’raf suresi, 199) diye emretmiştir. “Bu adam da cahillerden biridir.” dedi

Vallahi, Hürr, ayeti okuyunca Hz Ömer olduğu yerde kalıp hiçbir şey yapmadı Hz. (Buhari, Sahih, İ’tisam, 2) Ömer kendisine Kitabullah’ın hükmü okunduğunda/hatırlatıldığında hemen durur, onu aşmazdı.

***

Rabbim (c.c.) bizleri öfkeden, öfkenin zararlarından muhafaza buyursun. Hasbelbeşer öfkelendiğimizde ise, ona hâkim olup kontrol altında tutabilme gücü versin. Amin…

Go to top