Hüsn-i hâtime, lûgatta terkip olarak sonu güzel olmak veya güzel son demektir. Istılah manasıyla hüsn-i hâtime, kişinin son nefeste imanlı olarak ve kulluğa yaraşır şekilde ölmesidir. Mesela bir mü’minin harp meydanında cihad ederken, Allah yolunda hizmet ederken ölmesi / şehid olması güzel bir sondur. Namaz-niyaz gibi ibadette bulunurken, Kur’an okuyup okuturken, ilim tahsil ederken veya Allah için güzel bir şey yaparken ölmek gibi örnekler hep hüsn-i hâtimeyi gösterir. Fakat kişinin imanlı ölüp ölmediğini / sonunun güzel olup olmadığını herkes her zaman bilemez. En iyisini ve en doğrusunu Allah bilir.
Hüsn-i hâtime için kişinin imanını kuvvetlendirmesi lazımdır. Bununla birlikte Allah'ın emir ve yasaklarına riayet ederek yaşaması, günah işlediği zaman hemen pişman olup tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir. Çünki kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle dirilir. Yani dünya ahiretin tarlasıdır. Bu dünyada ne ekilirse ahirette o biçilecektir.
Bununla birlikte mümkündür ki, bir kişi kötü yaşadığı halde son zamanda hidayete gelerek hüsn-i hâtimeye mazhar olabilir. Tersine hayatı düzgün görünürken son zamanda -Allah korusun- dalâlete veya küfre düşebilir. Çünki hidayet Allahu Teâla'nın elindedir. Hem kimin halis olduğunu ancak O bilir. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk'a sığınmak ve hüsn-i hâtime için dua etmek lazımdır.
Bir kimse imansız ölürse Allah muhafaza ebedî Cehenneme gider. Cennetin kokusunu dahi duyamaz.
İmanlı ölen kimseler için iki durum söz konusudur:
1. Sevapları günahlarından daha çok olduğu / iyilikleri kötülüklerine ağır bastığı için hesabını güzel bir şekilde verip Hz. Mevlâ'nın affına mazhar olarak doğrudan Cennete gider.
2. Günahları sevaplarından çok olur. Bu durumda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şefaati veya Allahu Teâla'nın afv u keremi kendine yetişmezse o kişi, temizlenene kadar Cehenneme gider. Temizlendikten sonra Cennete girer. Yani Cehennemde ebedî kalmaz.
Bir insanın hüsn-i hâtime ile mi yâhut sû-i hâtime (îmânsız/ kötü son) ile mi öleceği, son nefeste belli olur. Bütün ömrü boyunca, kâfir olarak yaşayıp sonunda imâna kavuşan olduğu gibi, ömrü îmanla geçip, Allah korusun sonunda îmansız giden de olur. Kıyâmette son nefesteki hâle bakılır...
Her Müslümanın ölümü düşünüp, hüsn-i hâtime sebeplerini elde etmek için çalışması ve sû-i hâtime ile bu dünyâdan ayrılmaktan şiddetle sakınması-kaçınması lâzımdır.
***
İslâm tarihinden ibret ve ders dolu bazı levhalar
Mârûf-ı Kerhî (k.s.) hazretleri birgün, çarşıda bir saka’ya (su satıcısına) rastlar.
Saka:
“– Allâh rızâsı için benim suyumdan içiniz.” diye seslenir.
Mâruf-ı Kerhî hazretleri, “Allâh rızâsı için” diyen sakanın bu duâsını almak niyetiyle nâfile oruçlu olduğu hâlde o sudan alır ve içer.
Mâruf-i Kerhî hazretleri vefât ettikten sonra, evliyâdan bir zât, onu rüyâsında güzel bir mevkîde görür:
“– Cenâb-ı Hak hangi amelin sebebiyle sana bu ikramda bulundu?” diye sorar.
O da:
“– Sakanın Allâh rızâsını taleb ederek ettiği duâ ile.” der.
Mazlum ve gönlü kırık mü’minlerin duâsını almak önemlidir. Ancak bir o kadar da onların beddualarından sakınmak gerektiğini unutmamak lazım.
Nitekim Selçuklu Sultanı Alaaddîn Keykubâd (r.aleyh), şehrin kalesini tamamladığında, Hz. Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled hazretlerinden teberrüken kaleyi görmesini ve kale hakkındaki fikrini beyân etmesini ricâ eder. Bahâeddin Veled hazretleri, gidip yapılanları görür ve şöyle der:
- “Kaleniz, sel felâketlerini, düşman akınlarını önlemek için fevkalâde güzel ve kuvvetli görünüyor. Lâkin sen, idâren altındaki mazlumların, ezilen insanların bedduâ oklarına karşı hangi tedbiri aldın? Çünkü onların bedduâ okları, yalnız senin kalen gibi bir kaleyi değil, yüzbinlerce kale burcunu deler geçer ve dünyayı harâbeye çevirir.
“En iyisi sen, adâlet ve ihsandan/iyilikten kale burçları yap ve sâlihlerden, hayırlı duâ askerleri teşkîl etmeye gayret et. Böylesi senin için surlardan daha emindir. Zira halkın ve dünyanın güven ve huzuru o leşker-i dua (duâ askerleri) ile sağlanır.”
Hakîkaten, mü’minlerin her türlü nâiliyet-mazhariyet, muvaffakıyet ve muzafferiyetleri, gösterilen gayret ve çabaların yanısıra, ihlâslı duâların da bereketleri iledir.
***
Kur'an-ı Kerim'den hüsn-i hâtime için dua örnekleri
Yaşayıp hissedebildiğimiz nisbette bizler için ebedî saâdet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm, duânın en büyük tâlimlerini ihtivâ eder. Cenab-ı Rabbi’l-âlemîn duâ husûsundaki âyetlerinden birkaçında şöyle buyurur:
“(Rasûlüm) De ki: ‘Kendinizi bir düşünür müsünüz, Allah'ın azabı başınıza gelse veya kıyamet başınıza kopsa Allah'tan başkasına mı dua edersiniz? Eğer doğru söylüyorsanız söyleyin bakalım!’ Doğrusu yalnız O'na dua edersiniz. O dilerse (def’i için) yalvardığınız belayı üzerinizden kaldırır ve o an O'na koştuğunuz ortakları unutursunuz.”[En’am suresi, 40-41]
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez. (Duada pervasızca bağırıp çağırarak haddi aşanları da, duada ilâhî emrin tayin ettiği sınırı aşmak istiyenleri de sevmez; haklarında hayır murad etmez, dualarını kabul etmez.)” [A’raf suresi, 55]
Âhiretimizi kurtarabilmenin yegâne sermâyesi olan şu fânî dünya hayâtında hatırdan çıkarmamamız gereken en mühim duâlardan biri de, hüsn-i hâtime ile ölebilmeyi dilemektir. Âyet-i kerîmede Rabbimiz, “Ey imân edenler! Allah’tan, O’na lâyık bir takvâ ile korkun ve ancak Müslüman olarak can verin!” [Âl-i İmrân suresi, 102] buyurmaktadır.
Her mü’minin, bir ömür boyunca gösterdiği gayretler, son nefesi güzelce verebilme saâdetine kavuşmak içindir. Zira peygamberlerin (aleyhimüsselâm) dışında kimse teminat altında değildir. Evliyâullâh bile dâimâ son nefes endişesi taşımışlardır.
Her ne kadar kimin ne hâl üzere öleceği meçhûl ise de, umûmiyetle her insanın yaşadığı hâl üzere öldüğü bir gerçektir. Bu sebeple son nefesimizi imân ile verebilmek için sırât-ı müstakîm üzere bulunup dâimâ Cenâb-ı Hakk’a duâ ve istiğfâr hâlinde yaşamamız icâp eder. Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere Yûsuf aleyhisselâm şöyle duâ ederdi:
تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Meali: “…(Allâh’ım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!..” [Yûsuf suresi, 101]
Cenab-ı Hakk’ın akl-ı selîm sâhipleri diye övdüğü sâlih kullarının duâsı ise yine Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir:
رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ
Meali“…Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sâlihlerle birlikte al!” [Âl-i İmrân suresi, 193]
Mûsâ aleyhisselâm’ın mûcizesi karşısında henüz yeni imâna ermiş sihirbazların Firavun’un işkence ile öldürme tehditlerine aldırış etmeyip, Cenâb-ı Hakk’a o canhıraş niyazlarında, zulümden kurtulmayı değil de, bir imân zaafına uğramadan Müslüman olarak canlarını teslîm edebilmeyi dilemeleri, bizler için ne büyük bir îkaz ve ibret örneğidir. Bizler de hüsn-i hâtimeyle ölmek için gayret edelim, sebeplere ve vesilelere yapışalım.
Yâ Rabbenâ! Sonumuzu sevdiklerinin sonu gibi eyle. Hüsn-i hâtime ile sona erdir.
Amin…