Mevsim itibariyle baharın başlangıcına rastlayan nevruz ve buna yakın günlerin, hemen bütün eski takvim sistemlerinde ehemmiyet arz ettiği bilinmektedir. Ayrıca 21 mart, gece ile gündüzün birbirlerine eşit denecek kadar yakın oldukları günlerdendir.
Evliyâ Çelebi merhum, Erzurum’dan bahsederken şöyle diyor:
“... Bir kerre bir kedi bir damdan bir dama pertâb iderken (atlarken) muallakta donup kalır. Sekiz aydan Nevrûz-i Harzemşâhî (ilkbahar) geldikte mezkür kedinin donu çözülüp ‘mırnav’ deyüp yere düşer. Meşhûr latîfe-i darb–ı meseldir.”
Evliya Çelebi merhûmun Nevrûz-i Harzemşâhî dediği tarih, muhtemelen Nevrûz-i Selçûkî olacaktır. Çünkü Celâleddin Harzemşâhî değil, Celâleddîn-i Selçûkî zamanında tertiplenen Celâlî takviminin ilk günü Nevrûz’a denk getirilmiş ve yıl başlangıcı olmuştur. Nitekim Ahmed Cevdet Paşa merhum, bu hususu şöyle anlatmaktadır:
“Hicrî 465 (m. 1072-73) senesinde Celâleddîn-i Selçûkî zamanında servet çoğalıp, hikemî ilimler de pek çok terakkî ederek, bazı yeniliklere girişildiği sırada rasat işine de itina olunup, 467 (m. 1074-75) senesinde meşhur Nizâmü’l-Mülk’ün topladığı hey’etçilerin kararıyla, güneşin hamel (koç) burcuna nakli günü Nevrûz (yeni gün, yeni yıl başı) sayıldı ve 468 senesi yeni nevrûzun mebdei (başlangıcı) itibar edildi. Bununla da iktifa edilmeyerek Ömer Hayyam, Ebu’l-Muzaffer, Meymûn-i Vâsıtî ve Muhammed Hâzım gibi zevât bu işe memur edildiklerinden, 471 (1078-79) senesinden itibaren meydana getirdikleri Şemsî tarihe, ‘Târih-i Celâlî’ adını verdiler. Bunda güneşin hamel burcuna naklettiği nevruzu sene başı itibar eylediler. (Takvîm-i Edvâr, Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul 1300 h., s. 49)
***
BERCESTE
Seyreyle ser-i sebzimi, gelsin de bahâr!
Hâk-i siyeh içre kalacak dâne miyim ben?
(Lâ edrî)
Beytin mefhûmu: “Bahar gelsin de sen o zaman yeşil başımı seyret! Hiç kara toprak içinde kalacak tâne miyim ben?” demektir.
***
NEVRÛZ NE DEMEKTİR, DİNİMİZİDEKİ YERİ NEDİR?
Nev-rûz, iki kelimeden mürekkep/birleşik Farsça bir isimdir ve “yeni gün” demektir.
Mart ayının yirmi birinci gününde (rumî takvime göre sekiz mart) güneşin koç burcuna girmesi, eski Türkler’de ve İranlılar’da hususi bir gün sayılmış, çeşitli kutlamalar yapılagelmiştir.
İran’ın ateşperest inancından kalma bir hususiyeti olarak nevrûz, gitgide dînî hüviyet kazanmıştır. Ve hâlen Şîîlik’te nevruzun mühim bir yeri vardır.
Türkler’de ise, İslâmiyet’le şereflendikten sonra, Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar arasında, bunun yerini dînî bayramlar almıştır.
Zira Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Allah Teâlâ size, o iki bayram günlerine (nevruz ve mihricana) karşılık, onlardan daha hayırlı iki bayram gününü (ramazan ve kurban bayramalarını) ihsân etti.” buyurmuşlardır. Böylece Müslümanlar’ın, ne 21 marttaki nevruz ne de 21 eylüldeki mihrican kutlamaları (!) ile alâkaları kalmıştır.
***
Hâsılı; yılbaşı kutlamaları (!) gibi, bu günlerin de İslâm’da bir yeri ve değeri yoktur. Bilakis dinî bakımdan büyük mahzurları vardır. Zira gayr-i müslimlere ait âdet-an‘âne ve merâsimlere iştirak ve onları taklitten doğan günahların temizlenmesi ancak cehennem ateşiyle mümkündür. (İmâm-ı Rabbânî k.s., el-Mektûbât, 1/266)
O bakımdan mü’minler, bu gibi “kutlamalar”a iştirak şöyle dursun, yapılanları kalben dahi tasvip etmezler.
***
B E R C E S T E
Öyle sis var ki seçilmez geceden gündüzü
Böyle gamlı senenin böyle olur nevruzu
(Lâ edrî)