Değerli mütefekkir yazarlarımızdan Ahmet Selim Bey bir makalesinde şunları söylüyor:

“... Çetin Altan ‘Biz 400 kelimeyle konuşan şifahî bir toplumuz, gazete okunmaz elbet’ diyor. Eğitim seferberlikleriyle bir sürü hamle yaptık da, nisbet niçin düştü? Geçmişte daha şifahî olmamız gerekirken acaba kelime haznemiz daha mı zengindi? Bu noktanın üzerinde durulmalıdır.

Bir mesele daha var; sadece toplum mu ‘şifahî’; acaba ‘aydınlar–yazarlar’ da ‘ihâta çapı’ ve ‘öngörme menzili’ açısından ancak ‘şifâhîlikle’ tavsif edilebilen bir darlık içinde değil mi?..

‘Şifâhî darlık’tan kastım şu: Arada bir toplanıp konuşacaksanız, hep aynı şeyleri konuşursunuz. Bu bir çeşit girizgâhtır. Özel tesbitler yapıyorum: Bir dostla 5 yıl önce ne konuşmuşsak yeni buluşmamızda da aynı şeyleri konuşmuşuz. ‘Giriş’ bitecek, birinci safhaya gelinecek, diğer safhalar aşılacak ki; bir mesele aydınlatılabilsin. Ama bu iş konuşmayla değil, yazıyla ve yazıları okumakla olur.

400 kelimeyle okuyucu olunmaz, bakıcı olunur. Bakıcılar da ekranı tercih eder. Çetin Altan’ın söylediği doğru. Fakat bu noktaya nasıl geldik? Bu noktaya gelinmesinde basının payı yok mu?

Ekonomikleşme, tarafsızlığı, sorumluluğu, dürüstlüğü zedelemiş. Herkesin ekonomik kaygıları her zaman vardır. Ekonomik kaygılar, sorumluluğu yok mu etmelidir? ‘Emredici kurallar bizi adam etsin’ istiyoruz; o kuralları biz aklımızla, vicdânımızla, irfânımızla ‘varmış gibi’ uygulayamaz mıyız? Ve acaba öyle davranmamız gerektiğine inanıyor muyuz?

Gazete televizyona yenik düştü. Çünkü istismar silahları bakımından televizyonun rekabet edilemez üstünlükleri vardı. Gazetenin var olması, televizyonun rekabet edemeyeceği ‘okuma’ alanındaki aslî fonksiyonuna sahip çıkmasıyla mümkündü. Böyle giderse, gazeteler bir gün, ilâve vermek şöyle dursun, herhangi bir ticarî metâın ilâvesi hâline gelecek! Tencerenin, tabağın, peynirin, benzinin, telefonun ve sairenin...


Dibinde ne var? 400 kelimeyle boş konuşulur; ama mesele yazılmaz. ‘Yazılmaz’ demek ‘düşünülemez’ demektir. Meseleleri çözümsüz hâle getiren ‘temel mesele’ de budur.
***

TEFEKKÜR NOTLARI...

• Bir İslâm âlimi, “Nefs, su yılanına benzer. Sopaladıkça dikilir” diyor. Çare, leyleklerin yılanlara yaptığı gibi, önce (korunarak) yükselmek ve nefs-i emmâreyi oradan bırakıp omurgasını kırmaktır.

• Önünde perde olmayan, mazlûmun âhıdır; gafletin yaygarası değil.
Go to top