Selamün aleyküm Hocam:

Hocam Eyyub aleyhisselmın hastalığı hakkında bilgi verirmisiniz lütfen Peygamberlerin hastalığına ehli sünnet nasıl inanmalı? Öncden belirteyimki yanlış anlaşma olmasın hocam, gayem hocalarımızı eleştirmek veya kötülemek değil sadece doğru anlamak. Bir defa cuma sohbetinde bir tane hocamızdan Eyyub aleyhisselamın kıssasını dinlemiştim ama geçende başka bir hocamız Eyyub aleyhisselamın hasta olmadığını yani Allah peygamberine insanların nefret edeceği bir hastalık vermeyeceğini söyledi  o da  hepimizin sevdiğimiz ve saydığımız Hasan Arıkan abimizden dinlediğini söyledi sohbet eden hocamız da Eyyub peygamberin hastalığından dolayı şehir dışına çıkartıldığından bahıs etmişti.

Tam olarak kısa bir bilgi veya internetten bulabileceğimiz bir kaynak verebilirmisiniz.

*******

Ve aleyküm selam.

Büyük âlim, hukukçu, tarihçi, devlet adamı; kısaca hemen her alanda yed-i tûlâ sahibi  Ahmed Cevdet Paşamız (rahmetullahi aleyh) meşhur ve muhalled eseri Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ’sında, Eyyûb aleyhisselâmla alakalı olarak şunları yazar:

İshak aleyhisselamın oğlu olan Ays’ın evladından Eyyûb aleyhisselam zuhur etti. Pek çok malı ve Dimaşk tarafında nice emlâki var idi.

Cenab-ı Hak onu, mehakk-i imtihana (imtihan ölçüsüne) çekti. Cümle emvâli ve emlâki elinden gitti, o şükretti. Marîz (hasta) oldu, sabretti. Bedeninde yaralar açıldı, yine sabretti. Yaraları kurtlandı, yanına kimse varamaz oldu, yalnız zevcesi Rahmet (hanım) ona hizmet ederdi. O, yine sabreder ve ibadetine devam eyler idi.

Sonra şifa buldu. Cismi evvelki gibi ter u tâze oldu ve cümle emvâl ve emlâki yerine geldi. Dünya ve ahiret saadetine nail oldu.

Bişr namında bir oğlu olup kendisinden sonra yerine geçti ve (Şam’da) peygamber oldu. (Bu zâta Zülkifl (aleyhisselâm) denilmiştir.” [A.g.e., Bedir Yayınevi, İstanbul, 1396/1976, 1, 27-28]

***

Hz. Eyyûb (a.s.) hakkında ana hatlarıyla verilen bu bilgileri dilerseniz biraz açıp açıklamaya çalışalım.

Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı ile alakalı Kısas-ı Enbiya dahil, bazı tarihi eserlerde  her ne kadar, “Yaraları kurtlandı, yanına kimse varamaz oldu deniliyorsa da, aslında hastalığı halkın kendisinden nefretine sebep olacak derecede değildi. Ulemâ, tarihçilerin bu husustaki sözlerinin gerçek olmadığını ifade eder ve derler ki; peygamberler (aleyhimüsselam), insanların kendilerinden nefretine sebep olacak ârızalardan korunmuşlardır. 

Hz. Eyyûb'un (a.s.) kıssasının tafsilatına tefsirlerimizde yer verilirken, sancılı bir hastalığa tutulduğu bildirilmektedir. Öyle ki, vücudunun her tarafını saran yara ve ağrılar sadece kalp ve diline ulaşmamış… Ama ne zaman ki, Allah'ı zikrine mâni olacak şekilde ağrılar kalp ve diline ilişince sadece “ubûdiyet-i İlâhiye (Allah’a kulluk) için” Cenab-ı Mevla’ya iltica etmiş, duasının kabul edilmesiyle de bu musibetten kurtulmuşlar.

Eyyûb aleyhisselamın bedenindeki yaralar ve yaralardan meydana gelen kurtlar (mikroplar), bakınca görenleri tiksindirecek, halkı kendisinden nefret ettirecek bir vaziyette değildi. Onu görenler ağır bir hastalık içinde bulunduğunu biliyorlar, ancak ondan tiksinip kaçmıyorlardı. Çünkü onda öyle bir hâl yoktu. Günümüzde verem ve kanser gibi yaygın halde bulunan birtakım iç hastalıklar vardır ki, dıştan bakışta hastada bir yara ve hastalık belirtisi görülmemekte, bakanlar bir tiksinti duymamakta, fakat hasta dayanılmaz bir acı içinde kıvranmakta ve için-için erimektedir. İşte Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı da böyle hariçten görenleri iğrendirecek bir hastalık değildi. Çünkü peygamberler (aleyhimüsselam) halkın nefretine sebep olacak ârızalardan uzaktır ve Allah (c.c.) tarafından korunmuştur. Peygamberlerin (aleyhimüsselam) tiksindirici şeylere müptelâ olmaları, peygamberliğin bir icabı olan halkla bir arada olmaya, insanları hak ve doğru yola davete mâni olan bir durumdur. Bu ise “nübüvvet” hikmetine muvafık değildir. [Hülâsatü'l-Beyân fî-Tefsiri'l-Kur’ân, 9, 3469]

Yani, Hz. Eyyûb bir peygamber olması hasebiyle Allah Teala tarafından insanları hakka ve hidayete çağırmakla vazifeliydi. Böyle iğrendirici bir hastalığa yakalansaydı, esas vazifesi olan tebliği ve dine daveti yapamazdı. Zaten malının-mülkünün, çoluk-çocuğunun elinden alınması ve sonunda derin bir hastalıkla imtihana tâbi tutulması, neticede tahammül gösterip sabretmesi, insanlara bir örnek gösterilme hikmetine bağlıdır.

Binaenaleyh, bu noktada bizim için münasip ve muvafık olan görüş ve inanış bu olmalıdır. Farklı değerlendirmelere itibar etmemeliyiz. 

Onun bu hâlini başka bir ifadeyle şöyle de dile getirebiliriz:

Ağırlaşan ve dayanılması güç bir hâl alan hastalığından dolayı, bütün dost ve akrabaları kendisini terk ettiler. Yanına uğramaz oldular. Bu zor durumunda vefakâr hanımından başka kendisine yardım edecek hiç kimsesi kalmadı. O ise, hastalığı ne kadar ağır olursa olsun sabretmeye devam ettiği gibi, şükür ve ibadetini yerine getirmekten de geri kalmadı.

Yıllarca süren hastalığına rağmen hiçbir zaman halinden ve hastalığından şikâyet etmedi. Ancak, hastalık giderek yayıldı ve kalbi ile diline de sirayet etmeye başladı. İbadet ve zikir mahalli olan kalp ve diline hastalığın sirayet etmesi, telaşa düşmesine sebep oldu. Çünkü, gereğince ibadet edememenin ıztırabını hissetmeye başladı. Artık istediği gibi dua ve niyazda bulunamıyordu. İstirahatı için, Cenab-ı Hak'tan talepte bulunmadığı gibi, hastalığının şifası için de herhangi bir ilticada bulunmadı. Çünkü, şikayetçi bir duruma düşmek istemiyordu. Lakin, bu sefer durum farklı olup ibadetine mani teşkil edince, Allah'a yalvarmaya başladı.

Evet, kişinin hastalığını insanlara sızlanarak anlatması şikayettir. Ama doktora anlatmak, diğer insanlara anlatmak gibi değildir, şikayetten sayılmaz. Hele hele hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde, ‘Yâ Rabbi, hastalığım sebebiyle ibadetlerimi yapamıyorum’ diye ağlamak, asla hastalıktan şikayet değil, ibadet edemediğinden dolayı halini Rabbine arzdır. Bir nevi özür dilemektir. Bunda ise bir mahzur yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerim’de, Yakub aleyhisselamın, Ben hüznümü, kederimi ancak Allah'a şikayet (arz) ederim ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim[Yusuf suresi, 86] dediği bildirilmektedir.

Kur'an-ı Kerim’i en iyi bilen, tefsir eden şüphesiz Rasûlullah Efendimizdir (s.a.v.). Nitekim aynı sual Ona da sorulunca, cevaben şöyle buyurmuşlardır: “Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, Eyyûb aleyhisselam, hastalığı için inleyip sızlanmadı. Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat, o belaya maruz kaldığı için, ayakta namaz kılamayıp yere düştü. İbadette kusur edince, ‘Gerçekten bana hastalık isabet etti’ dedi.”

Hakikaten bana bu hastalık (bu dert) mübtela oldu (gelip çattı); Sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye Rabbine dua etti.” [Enbiya suresi, 83] Samimi bir şekilde yapılan bu duaya Cenab-ı Hak tarafından;

“(Yâ Eyyûb!) Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su[Sâd suresi, 42] diye cevap verildi. O da bu emre uyarak ayağını yere vurdu ve fışkıran suyla yıkanarak bol bol içti. Mûcizevî bir şekilde bütün hastalıklarından kurtularak şifa buldu. Böylece bütün malını ve mülkünü yitirmiş, en büyük servet olan sıhhatini de kaybetmiş olmasına rağmen, hepsine sabrettiği gibi, ubudiyetine zarar verecek hiçbir şikayette bulunmadı. İnsanlık tarihinde sabrın sonundaki büyük mükâfatı kazanarak, büyük bir emsâl teşkil etti. Kendisine, serveti fazlasıyla tekrar lûtfedildiği gibi evlatları da arttı. Soyundan bir çok peygamber gönderildi.

Kısacası o, ömrünün başlangıcında zengin, ortasında fakir ve garîbdir; sonunda ise şükrü ve darb-ı mesel hâline gelen sabrının netîcesinde tekrar ihsân-ı ilâhîye gark olmuştur. Cenâb-ı Hak, onun sabrını / tahammülünü şu şöyle senâ eder:

 “…Gerçekten Biz Eyyûb’u sabırlı (rızâ hâlinde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Dâimâ Allâh’a yönelirdi.” [Sâd suresi, 44]

Huzur içinde vazifesini tamamlayarak Hakk’ın rahmetine kavuştuğu zaman Eyyûb aleyhisselamın, 93 veya 140 yaşında olduğuna dair farklı iki görüş vardır. Bir rivayete göre kabri, Şam civarındaki Besne adlı yerleşim yerinde bulunmaktadır.

Peygamberlerin (aleyhimüsselam), karşılaştıkları her türlü zorluk ve sıkıntı bir çok hikmetleri ihtiva etmektedir. Onların hepsi de günahsız manasındaki “ismet” sıfatını taşırlar. İnsanların içinde en yüce mertebede bulunurlar ve her açıdan en temiz olanlarıdır. Buna rağmen bu tür sıkıntıları yaşamaları ise, asla sebepsiz ve sadece kendi imtihanlarından ibaret olmayıp, sonradan gelen biz insanlar için de önemli dersler ve mesajlar ihtiva etmektedir.

Binaenaleyh Eyyûb aleyhisselamın yaşadığı bu hallerden almamız gereken  ders ve ibretlerin başında, şükür ve sabır gibi iki büyük ahlâki hasletin hayatımızdaki önemine işaret olunmaktadır. Dolayısiyle her türlü bela, musibet ve hastalıklara karşı alabileceğimiz tedbir ve tevessülün yanında şikayet yerine sabra yapışmamız lazım. Nail olduğumuz zerreden küreye bütün nimetlere mukabil de daima Rabbimize şükredip nankörlerden olmamalıyız. Hatta şunu da anlamamız-görmemiz gerekiyor ki; bazen musibet gibi gözüken haller, hakikatte bizim için ilahi bir lûtuf olabiliyor. Ve daha bunlara mümasil nice dersler…

***

Eyûb aleyhisselamın mûcizeleri

Eyyûb aleyhisselâm da Allah Teâlâ’nın emirlerini tebliğ ederken diğer peygamberler gibi birçok mûcizeler gösterdi. Bunlardan bâzıları şöyledir.

1. Eyyûb aleyhiselâmın duâsı bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.

2. Eyyûb aleyhisselâm kavminin hâkimini (liderini) imana davet ettiği vakit o da;

“Evimdeki direklerin kalkarak evimin havada durmasını senden mûcize olarak isterim.” demişti.

Hz Eyyûb duâ etti. Nihayet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı. Fakat hâkim bu mûcizeyi gördüğü halde iman etmedi.

3. Eyyûb aleyhisselâmın duâsıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu.

Go to top