Selamün aleyküm hocam .Ben bir üniversite öğrencisiyim vebir sürü arkadaşım var arkadaşlarımdan birisi müslüman değil ben de neden müslüman değilsin diye sorduğumda 'ben bir yaratıcının olduğuna inanıyorum ancak dinler bana adaletsiz geliyor'diyor.ben de neresi adaletsiz geliyor dediğimde 'mesela sen müslüman bir aileden doğdun müslüman oldun başka ülkede doğan ne yapsın diyor' ben de akıl var diyorum irade var ama bir türlü tatmin olmuyor bir cevap veremedim ve bi arkadaşımın önerisiyle size sormaya karar verdim inşallah yardımcı olursunuz.
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Hüsn-i zannınıza teşekkür ederim. Ama bu zihniyettekilere pek de fazla bir yardımda bulunulabileceği kanatinde değilim. Malumunuz, hidayet Allah’tan... Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) üzerine düşen bile, sadece apaçık bir tebliğden ibarettir. O dahi istediklerine-sevdiklerine hidâyet edemiyor. O bakımdan bizim de yapabileceğimiz; elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce, vüs’atimiz yettiğince telkinde bulunmak olabilir ancak.
Bilindiği üzere dışardaki bir insana binanın iç güzelliklerinden, mimariden, sanattan-estetikten söz edemezsiniz. Etseniz de gereğince anlatamazsınız. Evvela onun içeriye girmesi gerek. Yani kişinin önce Müslüman olması lazım ki ona İslâm’ın inanç-amel ve ahlâkından bahsedebilelim. Öyle değil mi?
Bununla birlikte kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, arkadaşınızın söyledikleri hayli tutarsız. Bir defa Yaratıcı’nın olduğuna inanan, onun sıfatlarına da inanır, inanması gerekir. Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarından biri de malumunuz “Adl”dir. O’nun hiçbir şeyinde haksızlık / adâlet dışı bir şey olmadığı-olmayacağı gibi, böyle bir şey düşünülemez de. Sonra o, adâleti yanlış yerde arıyor. Söz konusu durum adâletsizlikle değil, farklılıklarla izah olunur ancak. Allah Teala öylesine âdildir ki; bırakın ebeveynin durumunu, kendisine tebliğ ulaşmayanlara bile hükmü farklıdır, diğerleri gibi değildir, mutlak manada âdildir.
Bir başka tutursızlık, din adına hak din olan İslâm’ı zikretmiyor sözünde, “dinler” diyor. Bildiğiniz gibi dinler üçe ayrılır: Hak din, Muharref (aslen hak olmakla birlikte insanlar tarafından bozulmuş olan) dinler, Bâtıl dinler... Muharref ve bâtıl dinler mevzumuz dışında, bizi ilgilendirmez. İslâm’da ise zerre miktarı adâletsizlik bahis mevzuu olmaz. Dolayısiyle insanların, kimden, nerede ve nasıl doğdukları Cenab-ı Mevla’nın “iman edin” emrinde ölçü olmaz. Ölçü -sizin de ifade ettiğiniz üzere- “akıl”dır, o aklı kullanan “irade”dir. Onun için aklı olmayan insan, iman’la mükellef değildir. İtikatta Ehl-i Sünneti temsil eden mezheplerimize göre, kendisine tebliğ ulaşmayan yani peygember ve varislerini bulmayan-bilmeyen kişilerin dahi akıllarıyla Allah’ı bulma yükümlülüğü vardır. Fakat bu insanlar, amelle-ibadetle mükellef değillerdir. İşte adâlet bu. Bu noktalarda arayacak arkadaşınız adâleti... Meşhur tabirimizle, “Samanlıkta kaybettiği cüzdanını sokakta aramayacak”!
Hâsılı, ömrü olsa da milyonlarca yıl araştırsa, Cenab-ı Hakk’ın fiilleri içinde kıl ucu kadar, hatta ondan daha az ve daha küçük bile bir adâletsizlik bulamaz, bulması mümkün değildir. Onun kasır aklıyla adâletsizlik sandığı şeylerde nice hikmetler-maslahatlar gizlidir, bugün göremese de belki zamanla idrak edebilir.
Elbette ki kişinin Müslüman bir ailede gözlerini dünyaya açmış olması, onun için çok büyük nimettir. Ama bu nimete mukabil küfran-ı nimette bulunup İslâm’dan uzak olmanın hesabı da, o nisbette büyük olacaktır. Hayatta her şey mütekabiliyet esasına, muvazene düsturuna bağlı olarak dengeli yürür.
Arkadaşınız tefekkür ve tefelsüfünü / düşüncesini yanlış alanda yanlış ölçülerde kullanmış. O terazinin yeri orası olmamalı. Kuyumcu terazisiyle kömür tartmaya kalkışırsanız, kantarın dengesini bozar, kendi işlevini de yapamaz hale sokarsınız. Şairin dediği gibi,
İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez
Kısacası, çok hazin ve bir o kadar da tehlikeli bir durum; zavallı-âciz bir yaratığın, Yaratıcı’nın-Yaratan’ının adâletini sorgulaması... Oysa buyuruyar ki Hâlık-ı zû’l-Celâl:
“Hepinizin dönüşü, O'na (Allah’a)dır. Allah'ın vadi haktır. O, önce yaratır, sonra inanıp güzel ameller (faydalı-yararlı işler) yapanların ve inkâr edenlerin hareketlerinin karşılığını adâletle vermek için tekrar diriltir. İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı azap vardır”. [Yunus suresi, 4]
Demek ki asıl adaletsizliği; dünyaya hangi ailede gelmemizde değil, imtihan için geldiğimiz bu dünyada, imtihanı kazananla kaybedenin aynı kategoriye sokulup sokulmamasında aramalıyız. Gerçek adâleti de, kazananların mükafakata nail olmaları, kaybedenlerin de mücazata uğrayıp uğramamalarında... Ki, böyle de olacaktır. Cennet ve Cehennem onun için vardır. Rabbimizin hak olan vadi de bu yöndedir.