Hocam size bir sorum olacak. Ben çalışan bir kadınım birde kızım var onada babaannesi bakıyor. Diyeceğim şu ki hoca;m kayınvalidem biraz yaşlı o yorulmasın diye akşamdan kızımın yemeklerini hazırlayıp işe gidiyorum. Ve güzel bir şekilde yedirmesini söylüyorum, ama kayınvalidem çok rahat yani çocuk yemiş yememiş hiç umursamıyor. Sonuçta ben bir anneyim, aklım kızımda kalıyor. Sizce ALLAH katında bu yaptığı doğru mudur. Kayınvalidemin kalbini kırmak istemiyorum, çünkü benim büyüğüm; ama hocam eve geldiğimde çocuğum mama diye ağlıyor. Ben de şaştım kaldım hocam, bana bi akıl verin ne yapmam lazım?
*******
Sevgili kardeşim;
Öncelikle duam, Rabbim celle şânuhu kolaylıklar ihsan eylesin. Akabinden de sormak isterim:
Peki “Çalışan bir kadın” derken, çalışmaya gerçekten mecbur musunuz? Beyiniz yok mu? Var da çalışamıyor, geçiminizi temin mi edemiyor? Bunları şunun için soruyorum:
1- İslâm’da erkek, hukuken evine-hanımına, çocuklarına bakmaya, helâl yollardan onların geçimini temin etmeye mecburdur. Kadının çalışma zorunluluğu yoktur. Eğer kocanız var ve kazancı ailenize yetiyorsa, sizin çalışma mecburiyetiniz ortadan kalkar. O durumda yapmanız gereken en pratik ve en doğru davranış biçimi; işinizi bırakıp evinizi-çocuğunuzu tercih etmeniz, onun maddi-manevi bütün ihtiyaçlarıyla bizzat meşgul olmanızdır. Bu işin en sağlıklı yöntemi budur.
2- Çalışmaya hakikaten eliniz mahkûm ve mecbursanız, şunu bilin ki, çocuğunuza da bakmakla yükümlüsünüz. Çünkü dinimizde hukuken kayınvalide sizin çocuğunuza (torununa) bakmakla mükellef değildir. Bakarsa, ahlâken-diyaneten bakmış olur, sevabını alır. Fakat bu işi yapmazsa da, yükümlülüğü olmadığı için Allah katında bir sorumluluğu da olmaz. Bu hususta onu zorlayamazsınız. Sadece, eğer sözden anlıyorsa, münasip şekilde gönlünü incitmeden, kalbini kırıp dökmeden vaziyeti kendisine anlatır, bu işin sizin ve çocunuz açısından önemini ve gereğini ortaya koyarsınız... Onun için de ahirette Allah katında büyük bir ecre vesile olacağını hatırlatırsınız. Yaparsa ne a’lâ, yapmazsa da yapabileceğiniz bir olmaz.
3- Meselenin İslâmî fıkıh açısından biraz genişçe izahına gelince... Bırakınız kayınvalideyi, anne bile doğurduğu çocuğa bakmaya ‘diyaneten’ yani ahlâken mecburdur, kanunen-huuken değil. Ama hep hatırlatmaya çalışırım, hukukla ahlâk birlikte olursa içtimai hayat yürür. Yoksa sadece hukuk der, kanuni haklarımızı söz konusu edersek, aile hayatı da sağlıklı yürümez. Bu da işin püf noktası...
Mesela, erkek dinî mahkemeye başvursa da, ‘hanım çocuğa bakmıyor’ dese, hâkim kadını mahkûm edemez, sadece nasihat eder; ‘günahtır evlâdına bak’, deyip serbest bırakır. Kadını çocuğa bakmaya mecbur tutamaz. Çünkü biraz önce de belirttiğimiz gibi, kadının çocuğuna bakması dinî-ahlâkî bakımdan mecburiyettir ama, kanunî-fıkhî açıdan değildir.
Şayet çocuk başkasından süt almıyor, yahut da kocanın durumu süt-anne tutmaya müsait değilse, o zaman hanımın dinî mecburiyetine kanunî mecburiyet de eklenir. Her iki cihetten de çocuğuna bakmaya mecbur ve mükellef olur.
Hanım, “ben senin çocuğuna ‘diyaneten’ bakmaya mecburum, ‘kanunen’ değil; öyle ise bakım ücreti isterim”, de diyemez. Yani böyle bir hak talebinde de bulunamaz. Çünkü çocuk ana-baba arasında ortaktır. Mecburiyet halinde hanım da mükelleftir.
Hanımların en bahtiyarı, Cennet kadınlarının en ileri geleni olan Hz. Fâtıma (r.anha) vâlidemizdir. İşte bu Fâtıma vâlidemize, evlendiği günü Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) ilk nasihatı şudur:
“Kızım, sen ev içi işle meşgul olacaksın. Kocan Ali de ev dışı işle meşgul olacaktır!”
Nitekim Cennet hanımlarının önderi Fâtıma vâlidemiz, ev işlerini bizzat kendisi yapmış, yavruları Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin’i de yine bizzat kendileri besleyip büyütmüştür.
Ne var ki, bu bakım İslâm’da ‘diyâneten-ahlâken’ vazife olmuş, ‘hukuken-kanunen’ vazife olmamıştır. Diyâneten vazife oluş da zaten Müslümanlar için kâfi gelmiş, başka bir müeyyideye hacet kalmamıştır.
Nitekim kadının ev işlerini yapması da yine ‘diyâneten’ vazifedir. Kanunen değil.
Kadın bu noktaya dayanarak ‘ev işlerinin dünyevî mecburiyeti yoktur’, diye ifa etmese, erkek de hanıma bakma mecburiyetindeki cömertliğini terkedip işi cimriliğe dökebilir. Mutfağa getireceği yiyeceklerden katık cinsini ihmal eder, sadece ekmekle iktifa edebilir. Giyecekte ve sairede ona keza kısıtlı davranabilir. Hanımının bu hareketine karşılık da kocaya böyle bir hak doğmuş olur.
Demek ki, İslâm’da bir tarafa aşırı hürriyet verip diğer tarafı ona mahkûm etmek yoktur. Her iki taraf da fıtrî yapısına, yaratılış özelliğine-durumuna göre mükellef tutulmuştur. Biri bir vazifede ihmale gidecek olursa karşılığında bir başka haktan mahrum olabilir.
Tabii bu gibi ihmâller, erkeğin ev işlerini yaptıracak birini tutmaya maddi gücünün var olup olmamasıyla alâkalıdır. Güç-imkân varsa ihtimâller nazara alınmaz, yapacak birini tutabilir. Ama buna imkânı yoksa, hanım için dinî-ahlâkî-şifahî olan vazife resmiyete meyleder, mecburî mükellefiyet hâlini alır. Aksi halde karşılığında katıksız bakıma lâyık olmak gibi sıkıntılı haller doğar. [Bkz. Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm]
***
Üzerinde olduğumuz meseleyle ilgili çözüm üreten bir fikir yazısı. Evet, gerçekten enteresan bir öneri. Fikir, bizim eski Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni merhum İsmail Oğuz bey'in yiğeni, bugünkü Sabah gazetesi ekonomi yönetmeni ve yazarı Şeref Oğuz bey'den geldi (27 Kasım 2013 Çarşamba). Gerçekten önemsediğim için bu cevabi yazımızın altında paylaşmak istedim. Buyrun birlikte okuyalım.
"Doğal kreş modeli: Torun bakana ödeme
Kadına "çalış" demek kolay... Zor olan bu fikri hayatla ilişkilendirecek adımların atılmasıdır. Nitekim her geçen gün kadını çalışma hayatına daha etkin dâhil edebileceğimiz öneriler geliyor, yapılar geliştiriliyor.
Çocuk mu kariyer mi? Aslında bunun cevabı, kentli kadın için çoktan verilmiş: "Her ikisi de..." Peki bu nasıl olacak? Hele ki çocuk üzerinde annenin "baba tarafından yerine getirilemeyecek" derecede hayati katkı söz konusu ise...
Mesela kreş... Türkiye için 12 silindirli Ferrari benzetmesiyle, kadını çalışma hayatına yeterince katamadığımız için 6 silindirle yetinemeyeceğimiz ortada. Zira yarışta olduğumuz dünya, ulaşmak istediğimiz 2023 hedefleri var. Kadın istihdamı, bunun için "gerek şart" ise, yeter şart, kreş gibi önemli kuruma işlerlik kazandırmaktan geçiyor.
Paralı kreşler, işyeri kreşleri ve zaten mecburiyetten geliştirdiğimiz ebeveyn kreşleri... Ben buna "doğal kreş" diyorum. İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan'ın "çocuk bakan ebeveynlere ödeme yapılsın" önerisini duyunca "işte bu!" dedim. Aile içi yardımlaşma kavramının geliştiği, çalışan kadının "elinin altındaki" imkân, kurumlaştırılabilir.
Bahçıvan'ı tebrik ediyorum. Önerisi, iş dünyasında ve bu fikri paylaştığım "torun bakan ebeveynlerce" olumlu bulundu. Zaten torun bakan anneler veya kayınvalideler, devletin ve/veya işverenin sağlayacağı aylık katkı sayesinde daha da anlam kazanacak.
Doğal kreş ayrıca, trafikte daha az "zaman kaybı, araç kullanımı, bina yatırımı" gibi ilave faydalar sağlayacak.
Ebeveynler, isteye dileye ve sevgiyle yaptığı "torun bakma" işini, daha ciddiye alacak. Çalışan karı-koca, mihnet duygusunu azaltacak, torun bakımına özen gelecek. Hepsinden önemlisi, doğal kreşin "ilgi ve sevgi" kalitesi, daha iyi nesiller yetiştirmemizi sağlayacak."