ßazı Alimler Herşeyin Aslı İlm-i İlahi Harici Vücutlar İse İlm-i İlahideki Vücutların Gölgesidir Demiş Bunu Açıklarmısınız ? Hocam Sinirlenmeyin :)
*******
İlim nedir, her şeyin aslı İlm-i İlahi midir? Hâricî vücutlar ise ilm-i ilahideki vücutların gölgesi midir?
İlim, vâkıaya muvafık olan kat’î / kesin bilgidir. Hukemaya göre ilim, bir şeyin zihinde şekillenmesidir. İlmin zıddı ise cehalettir.
İlim iki kısına ayrılır:
1- Kadîm olan ilim,
2- Hâdis olan ilim.
Kadîm olan ilim Allah'ın zatîna aittir. Kulların sonradan kazandıkları ilme benzerliği yoktur. [Bkz. Seyyid Şerif Cürcânî, et-Ta'rîfât]
Allah Teala'nın ilim, kudret ve hayat... gibi sıfatları vardır. Bu sıfatlardan her biri vâcip ve zarûri varlık mefhumunun dışındadır. Allah'ın ilim sıfatı, onun ilmiyle beraberdir. Allah'ın ezelî (başlangıcı olmayan) bir ilmi vardır. Bu ilim, her şeyi içine almaktadır. Biz insanların ilmi gibi, sonradan kazanılan a’râz cinsinden değildir. Hiç bir şey onun ilminin ve kudretinin dışında değildir. Bazı şeyleri bilip bazılarını bilmemek noksanlıktır ve bir tahsis ediciye muhtaç olmanın ifadesidir. Allah (c.c.) bundan münezzehtir. [Taftazânî, Şerhü'l-Akaid, s. 22-23]
İmim Gazâlî (rh.) şöyle demektedir:
"Allah Teala mâlumatın hepsini bilir. Yerde ve gökte meydana gelen her vak’ayı, onun ilmi topyekün eşyayı kuşatmıştır. Kainatta zerre kadar bir şey dahi onun ilminden gizli değildir. O, karanlık gecede, kara taşın üzerine, siyah karıncanın kımıldamasını da bilir, ondan haberi vardır. Hava boşluğunda yer alan zerrenin hareketini, sırları ve en gizli olanları bilir. Kalplerin, beyinlerin ve gönüllerin her türlü meyillerini, hareketlerini ve gizliliklerini, başlangıç ve sonu olmayan yanî kadîm ve ezelî ilmiyle bilir" [İhyû Ulûmiddîn, l, 124]
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
"Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki o, sînelerin / göğüslerin özünü bilir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır". [Mülk suresi, 67/13-14]
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi, bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:
"Allah'ın Latîf isminde iki tefsir vardır. Bunlardan birisi en ince ve en gizli işleri bütün incelikleriyle kolayca bilendir. Bu ayetten şunu da anlıyoruz ki, yaratan Allah (c.c.) yarattığını, yaratacağını ve her şeyi bilir. O halde, bütün sînelerin künhünü kalplerde saklı olan her şeyi bilen O'dur. Mükelleflerden sâdır olan gizli-açık, iyi-fenâ her söz ve fiil O'na nisbetle eşittir, hepsini bilir. [Hak Dini Kur'an Dili, 7, 5222]
Geçmiş zamanla ilgili bilgiler, şu andaki durumlar ve gelecekteki hadiseler Allah'ın ilmine göre farklılık arzetmemektedir. Allah'ın ilminin önüne cehalet geçmemiştir. O'nun ilmine unutma bulaşmaz, O, hiç bir zaman ve mekânla kayıtlı değildir. Küll ve cüz'ü (bütünü ve parçayı) bilmedeki ilmi aynıdır. Küll'ü nasıl biliyorsa, cüz'ü de aynen öyle bilmektedir. Kainattaki nizam, sağlamlık ve âhenk O'nun ilminin şümûlüne (her şeyi kuşattığına) apaçık bir delildir. [Seyyid Sâbık, el-Akaidü’l-İslâmiyye, 67]
Allah'ın ilminden hiç bir şeyin gizli kalmayacağı; dolayısıyla O'nun, insanların bütün yaptıklarını ve yapacaklarını bilmekte olduğu, Kur'an'ın bir çok ayetinde zikredilmektedir. Bu ayetlerden birkaçı mealen şöyledir:
"Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz". [Yûnus suresi,10/61]
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın". [En'âm suresi, 6/59]
"Göklerde ve yerde olanları, Allah'ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlak O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir". [Mücadele suresi, 58/7]
***
Allah'ın ilmini isbat etmek için bir delile ihtiyaç yoktur. Âlemdeki nizam, hikmet sahibi bir bilenin olmasını zaruri olarak iktizâ eder.
İlim sıfatının kainata taalluku, yani ilgisi-münasebeti-râbıtası vardır. Allah Teala’nın ilmi, varlığı caiz olana ve mümkün olana taalluk ettiği gibi, müstahîl (kabil olmayan, imkânsız) olana da taalluk eder. Hiç bir şey ilim sıfatının taallukundan hariç olamaz.
İlmin taalluku vukûa tâbidir. Yani ilim tasavvuru vâkıa ve gayr-ı vâkıa şâmildir.
İlim sıfatı, iradeden başkadır. Makdûrâtın muhassısı (tahsis edicisi) değildir.
Mâlum asıldır; ilim, mâlumatın süreti ve hikayesidir. Bir şeyin suret ve hikayesi o şeyin fer'i (bölümü)dir. İlim mâlumdan mukaddem (önde) olursa, ona ilm-i fiilî denir. Cenab-ı Hakk'ın masnûata (sonradan ortaya çıkmış şeylere) ait ilm-i ilâhîsi, ilm-i fiilîdir.
İlim sıfatı, vücut gibi mütekâmil bir sıfattır. Vücudu vâcip olanın varlığı için zaruridir / gereklidir. Cenab-ı Hakk, zâtı ve sıfât-ı bâri (yaratıcılık sıfatı) gibi vâcipleri, şerîk-i bârî gibi mümtenîleri -mevcut olsun veya olmasın- bilir.
Mâdum olan şeylerin mevcut olacak (varlık âlemine çıkacak) ve mevcut olmayacak (varlık alemine çıkmayacak) kısımlarını tam teferruatıyla / detaylarıyla / ayrıntılarıyla bilir. Mâdumlar sonsuz olduğuna göre Allah'ın ilmi de sonsuzdur.
Mâlumat müteceddit (yenilenen) oldukça ilm-i ilâhînin de taalluku yenilenir. Böylelikle eşyanın cüz’iyatı (ayrıntıları) da Allah'ın ilmi şumûlüne (kapsamına) girer.
Aynaya yansıyan şekil ve suretlerin değişmesi, aynının değişmiş olduğu manasına gelmediği gibi, Allah'ın ilminin taalluku, O'nun gerçek bir sıfatı olan ilminin de değişmiş olmasını gerektirmez. Binaenaleyh Allah Teala'nın ilminin taalluku ezelîdir. O'nun ilmi zatından başka bir şeye muhtaç değildir. [İsmail Hakkı İzmirli (1869-1946), Yeni İlm-i Kelâm Dersleri, s. 105-107]
Velhâsıl, her şeyin aslı ilm-i ilahidedir, aksi olamaz. Hâricî vücutlar ise ilm-i ilahideki vücutların gölgesidir, diyenlerin kastı da, kısaca asl’ın fani olan görüntüsüdür demektir.
İlm-i ilahideki mahiyetlerin / hakikatlerin çokluk ve çeşitliliği; isimlerin çokluğundan ileri geliyor. Tıpkı, hâricî âlemdeki çokluğun, isimlerin çokluğundan ötürü olması gibi... Yani, kelâm tabiriyle ifade edecek olursak, a’yân-ı sabite denilen eşyanın mahiyet ve esasları, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin ve tecellilerin bir nevi gölgesidir. Hâricî mevcudat ise, bu ilahi ilimdeki gölgenin gölgesidir. Muhyiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin ifade ettiği "zıllın zılali (gölgenin gölgeleri)" tabiri, bu manaya delalet ediyor.
Mesela, güneş bir aynaya aksediyor / yansıyor. Aynadaki bu yansıma da başka bir aynaya aksediyor... Bu misâlde güneş, isimleri temsil eder. Birinci aynadaki yansıma, a’yân-ı sabite; en son aynadaki yansıma ise, hâricî mevcudat âlemini / mükevvenatı ifade eder.
Burada bir iltibas yani kırışıklık / belirsizlik olmamalıdır. Zira hâricî mevcudatın; hiç bir hakikatı olmayan hayâl, vehim, ya da zihnî bir şey demek olmadığı herhangi bir delille isbatı gerektirmeyecek derecede açıktır. Buradaki gölge, nisbîdir. Yani, Rasih (metin, sağlam, kuvvetli) olan bir vücuda nisbeten, onun altında olanlar daha zayıf bir vücud mertebesinde demektir. Yoksa Ehl-i Sünnet akaaid ve kelâmında belirtildiği üzere, “eşyanın hakikati sabittir”. Eşyanın vücudu hayâl-vehim veya zihnî bir vak’a (olgu) değil, fâni olmakla birlikte hakiki / gerçek bir vücut ve varlık demektir. Bu kaide “eşya hakikat noktasında vardır”, manasına geliyor ki, bir takım sûfi meşreplerin ya da sapkın felsefî ekollerin iddia ettiği gibi, “eşya yok veya olsa da zihnî ve hayâlî bir şey” demek değildir. Bu umde-esas (prensip), bu gibi bâtıl ve hatalı görüşlere bir cevap mahiyetindedir.
***
S o n s ö z
Sevgili Rudvan; mesele kızıp kızmamak değil, elzemle lazımı, ehemle mühimmi, hele hele lüzumsuzlukları birbirine karıştırmamaktır. Tamam, bu mevzuu da diğerleri gibi karınca kadrince açıklamaya çalıştık. Ama kimi ne kadar ilgilendirir, hatta temel akaid-kelâm ilmine ait alt yapısı olmayan nicelerinin aklını-fikrini ne denli karıştırır, hiç düşündünüz mü?
Asıl itibariyle bazı soruların cevaba liyakati yoktur. Bunu unutma... Beni rahatsız eden budur. Onca ikaza rağmen bazı lüzumsuz ve faydasız meseleleri ısrarla sormaya devam etmenizdir. Ki, bunu sürdürecek olursanız, sorularınızı hiç dikkate almadan silmek zorunda kalırız. Haberiniz olsun.