Selamün aleyküm hocam;
Benim sualim şudur: Hatimlerde ve rabita-i serifede salavat olsun, istigfar olsun 7 defa okumamizin bir sebebi oldugunu bir sohbette hocamizdan duymuştuk; lakin mevzu farkli olunca, aciklik getirmedi hocamiz. Bu konuda ve bir de insandaki latifeler hakkında aydinlatirsaniz seviniriz... Mevlam muavvak kilsin...
*******
Ve aleyküm selam.
Bilindiği üzere İslamî ilimler ve irfan sahamızda sayıların farklı bir yeri ve esrârı vardır. “Menâzil-i vuslat-ı ilallâh (Allah’a kavuşma menzilleri / konakları) için, adet lâzımdır. 7(adedi), Şâh-ı Nakşibendî; 11, Abdülkadir Geylânî; 13, Sıddîk-i A’zam’ın; 3(adedi de) Hızır aleyhisselâmın usûlüdür. Adede nüzûl var...” [Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), Ahbab merhumdan, Notlar, s. 76]
Yukarıda da belirtildiği üzere bunların asılları Âlem-i Emr’dedir. Âlem-i Halk’ta yani insan vücudunda olanlar ise o asılların manevi birer enmûzeci (numûnesi-misâli-örneği)dir.
Letâif hakkında kaal / satır bilgisinin teferruâtı için tasavvufî eserlere bkz. Mesela Miftâhu’l-Qulûb, Aynü’l-Hakîka fî Râbitati’t-Tarîka, Mektûbat-ı İmam-ı Rabbanî, Tefsîru Rûhu’l-Beyân ve benzeri pek çok kitaptan, sitedeki tasavvufî yazılardan faydalanılabilir... Ancak, kuru tasavvuf bilgisinden herhangi bir manevi fayda temin edilemeyeceğini de hatırdan çıkartmamak lazım. Allah dostlarının “Men lem yezuq / Bilmez yazık” dedikleri gibi, manevi yolda istifade ve istifaza için bunu hâlen yaşayıp tatmak icap eder. Tatmayan bilemez. Ayrıca içi bozuk, niyeti fasit, nifak üzere bulunanlar da, bedenen hasta olup safrası düzgün çalışmayanların gıdaların tadını alamadıkları gibi, letâif zikrinin hazzına varamazlar. Onun değerini kavrayamazlar.
Hâl ve sadır ilmi, yani tasavvufu fiilen-hâlen yaşamak, feyz-i ilahinin manevi zevkine varmak için de, nisbeti sahih bir mürşid-i kâmil u mükemmilin tarîkına sülûk etmek iktiza eder. Aksi halde istifaza mümkün olmaz. Günümüz şartlarında bu hususta en isabetli yol; mutemed, ehliyetli-liyakatli-icazetli, ilim-amel-ihlâs ve irfan sahibi insanlarla görüşüp konuşmak, yani gıyaben değil de vicahen onlardan faydalanmaktır. Keza bu esnada özellikle teheccüd vakitlerinde, öyle bir zatı buldurması için Cenab-ı Mevlâ’ya ilticayı da dilden ve gönülden bırakmamaktır. Eğer insanın nasibi varsa şüphesiz öyle bir yola ve o yolun sahibine kavuşur. Yoksa da, “Nasipsiz kelp kurban bayramında sefere çıkar” misâli, dünya-âlem biraraya gelse ne öyle bir yola kavuşmak, ne de öyle bir zatın feyzinden istifade ve istifaza mümkün olur.
***
Yedi sayısının daha pek çok hikmeti olabilir. Mesela önemli bir hikmeti de, onun Mevlâ-yi zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretlerinin yedi sıfât-ı sübûtiyesine işaret eden bir sayı olmasıdır. Bilindiği üzere, İmam Eş’ari’ye (rh.) göre Allah Teala’nın İlim, Kudret, Kelâm, Semi’ (işitme) Basar (görme), Hayat, İrâde olmak üzere 7 subûtî sıfatları vardır. Bu sıfatlar hem kâinat hem de insanlık âleminin nizam ve intizamına bakar. Teşbihte hata olmasın, güneşin 7 renkli ışığı her tarafta parladığı gibi, şems-i ezelînin (ezelî güneşin) de yedi sıfatı her tarafta parlayıp durmaktadır. (Eş'arîlere göre ‘Tekvîn’ sıfatı, diğer yedi sıfat gibi müstakil ve hakiki bir sıfat olmayıp Allah Teala’nın yaratacağı şeylere kudret sıfatının hâdis olan taallukunun ismidir. Tekvîn, Kudret sıfatına râcidir. Cenab-ı Hakk'ın bütün işlerinin mercii, Kudret sıfatıdır. Allah(c.c.) her mümkini ezelî İrâdesi ve İlmine muvafık olarak Kudret sıfatıyla yaratır.)
Ve yine yedi rakamının bu umumi hikmeti yanında, burada sayamayacağımız kadar daha bir çok hususi spesifik (bulunduğu yere göre kendini gösteren) hikmetleri vardır.
Mesela bunlardan birkaçı:
- Kur’an’ın başlangıç suresi olan Fâtiha-i şerifenin ayet sayısı 7’dir.
- Arapçada başlamak kelimesinin mastar / kök harfleri olan “B-D-E”nin ebced değeri de 7’dir.
- Ayrıca Kur’an-ı Hakîm / Kelâm-ı Kadîm ezelden gelmiş ebede gidecek bir kitaptır. “E-B-D” harflerinin ebced değeri de 7’dir.
***
Evet, belirlenen bu ve benzeri hatim adetlerinin dinde / şeriatte müstenidatı / dayanağı vardır; lakin zâhirinde değil bâtınındadır. Hal böyle iken zâhir ilim erbabından dahi insaf ehli olan, bu hususlara itiraz etmeyen, ret ve inkâr yolunu tutmayan âlimler de vardır. Nitekim Tefsiru Kurtubî'nin sahibi, “Salât-ı Nâriye’nin 4444 defa okunması halinde kabul olacağı yönünde bir ümidim vardır” demiştir.
Hepimizin bildiği-gördüğü üzere bazı tesbih, tahmid, tehlil, zikir ve duaların ne kadar okunacaklarına dair adetleri, nasslarda bilirtilmiştir. Bazıları için de bu adetleri, Rasûlullah’ın (s.a.v.) vârisleri olan bâtın âlimleri (k.esrarahum) tesbit edip kararlaştırmışlardır.
Kimilerinin dediği gibi, bu adetler önemsiz değildir, basit ve sıradan bir düşünceye dayanmaz. Hatta ‘işkembe-i kübradan uydurma’ olduğu ise hiç mi hiç düşünülemez. Dolayısiyle bid’atle filan da yakından-uzaktan hiçbir alakası yoktur.
Adetler, âdeta atışı yapanla hedef arasındaki mesafe gibidir; eksik veya fazla olması maksada ulaşmaya mâni olur. O bakımdan belirlenen bu adetlere, karavana / boşa atış gözüyle bakamayız, bakarsak yanlış yapmış oluruz. Mesela;
Salât-i Münciye'nin hatmi 1000’dir.
Salât-ı Tefrîciye’nin hatim adedi 4444’tür.
İhlâs hatminde rakkam 1000’dir.
Enbiya hatminde her bir peygamberin duası 500’er adet okunur.
Yâsin-i Şerif’in en küçük hatmi 41, bir üstü 123’tür.
Tevhid hatmi'nin adedi 70 (veya 72) bin'dir.
Âyetü’l-Kürsî hatminde okunması istenen adet 313’tür. vs. vs...
Bu hatimlerin hepsinde de belirlenen adetlere ve erbabınca malum olan usûle riayet şarttır. Aksi takdirde istenen neticeyi elde edememek, beklenen hedefi tutturamak gibi bir durumla karşı karşıya kalırız.
***
Ve yine bilinmesi gerekir ki;
Bu gibi meseleleri zâhirî ilim erbabına, hele de bâtınla / tasavvufla problemi olan kişi ya da kişilere sormak; dahiliye rahatsızlığımızın tedavisi için -bu uzmanlık dalına inanmayan, bunu kabul etmeyen- bir hariciye uzmanına müracaat etmek gibi olur ki, sıhhatli netice alamayız.
Böyle bir davranış, en hafif teşbihiyle, Nasreddin Hoca merhumun fıkrasında olduğu gibi, samanlıkta kaybettiğimiz cüzdanı sokakta aramaya benzer... Kaybettiğimizi bulamayız, soru ve meselemizi çözüme kavuşturamayız.