Selamün Aleyküm hocam;

Birkaç sorum olacak. Benim eşim rabıtaya çok karşı çıkıyor ve ben de bir rabıtalı olarak ona anlatmaya çalışıyorum bazen… Ama hiç anlayacak gibi değil. Bana Kur’an’ı açıp kâfirler için inen ayeti kerimeyi okuyor, kendince onu yorumluyor; daha doğrusu onun inandığı insanların okuyup tercüme ettikleri şeyi, o da bana delil gösteriyor kendince… Şunu söyleyeyim; beni onların sözleri hiç ilgilendirmiyor ama şu var ki, eşim bana, sizlerin peygamberimizin zamanındaki müşriklerden ne farkınız var, diye söyledi, çok kırıldım! Şunu soruyorum: Onun imanı ne durumda ve böyle birisiyle evli kalmak ne kadar doğru? Hanife Korkmaz - Facebook

 

*******

Ve aleyküm selam.

Eşinizin söyledikleri yeni şeyler değil. Asırlardır bir kısım sapıkların eveleyip geveledikleri cinsten boş sözler, bozuk iddialar… Nitekim bunlara cevap mahiyetinde eserler kaleme almıştır ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e mensup olan âlim ve mutasavvıflar… Bunlardan biri üzerinde yaptığımız çalışmayı sitemizde yayınladık. Linkini veriyorum; http://halisece.com/aynul-hakika-fi-rabitatit-tarika.html lütfen buraya bakınız ve okuyunuz. Küçük bir kitapçık, çok da zamanınızı alacağını sanmıyorum… Ayrıca şu linkteki râbıta’yla alakalı yazılara da bir göz atmanız, umarım çok faydalı olacaktır. http://halisece.com/rabita.html

Gelelim meselenin bam teli diye tabir edebileceğimiz en önemli noktasına…

Bildiğiniz ve de yaşadığınız gibi gerek halk arasında, gerekse bazı siyasilerin, özellikle de bir kısım sözüm ona ilahiyatçıların sık sık tekrarladığı, "Allah'la kul arasına girilmez", girilirse şirk olur sözü yanlıştır, maksatlıdır. Bu bir Vehhabi inancıdır. Vehhabilik ise Ehl-i Sünnet dışı bir kliktir, mezheptir, cereyandır; ne derseniz deyin… Oysa Cenâb-ı Hak buyuruyor ki;

Ey mü’minler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle-vâsıta-sebep arayın.” [Mâide sûresi, 35]

Yani, Bana doğrudan doğruya / direkt olarak değil, bir vâsıta, bir vesîle (aracı) ile gelin, buyuruyor. Nitekim varlığını-birliğini, eşi-benzeri olmadığını, ibâdete hakkıyla lâyık olanın sadece kendisi olduğunu bizzat değil, bilvesile yani peygamberleri (aleyhimüsselâm) vasıtasıyla bildiriyor, öğretiyor... Ve ondan sonradır ki, kulunu imanla-amelle-ibadetle-ahlâkla mükellef tutuyor, yükümlü kılıyor.

Ama insanlardan bazıları da -eşeniz ve benzerleri gibi- tutturmuşlar, “Allah’la kul arasına girilmez”, girilirse kişi şirk koşmuş olur, nakaratını, zaman-zaman tekrarlayıp duruyorlar. Halbuki bu söz, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına aykırıdır, temelden zıttır; Vehhâbilerin inanç esasları arasındadır. Onlar derler ki;

“Tevessül-rabıta, küfür ve şirktir. Peygamberlerden ve onların vârisleri olan kâmil ve mükemmil mürşidlerden, meleklerden, rûhânilerden medet ummak, şefaat-yardım dilemek, kısacası onları vesile-vasıta edinmek, onların hatırına/yüzü suyu hürmetine Allah'tan bir şey istemek küfürdür… Bu cümleden olarak tasavvuf bid’attir... Tasavvuf büyüklerini vesîle edinmek, onlara bağlanmak şirktir. Hatta, kabirleri ziyaret etmek de dalâlettir, küfürdür...”

Oysa Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına göre, bütün bunlar meşru’ amellerdir. Ve Müslümanları bu şekilde küfür ve şirkle itham etmek, -Allah korusun- insanı, “Kim bir Müslümanı tekfir ederse, muhakkak ki kendisi kâfir olur” hükmünün altına sokar.

Meseleyi basite irca edecek / indirecek olursak görürüz ki; en başta Allah Teala ile kulu ve Rasûlü arasına, bir melek olan Cebrâil (a.s.) giriyor. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) de, Allah Teâlâ ile diğer kulları arasına giriyor, vâsıta oluyor. Tarîkat şeyhleri, peygamber varisleri olan mürşid-i kâmil u mükemmiller, hakikat âlimleri de gene öyle... Daha da aşağıya doğru inecek olursak, cemaatle kılınan namazda her imam, Allah ile kulları arasına giriyor... Vasıta-vesile-aracı oluyor. Öyle değil mi? Bunu bir çocuğa, hatta aklı kıt birisine bile anlatsanız kavrayamaması âdeta imkânsız bir meseledir diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki Cenab-ı Mevlâ iman-idrâk-hidayet ve şuur kabiliyetinden yoksun bırakmışsa bir insanı, bütün dünya bir araya gelse gene anlatamaz en açık hakikatleri bile…

Tek yapabileceğimiz şey duamız olur; eğer kabiliyetleri-istidatları varsa, Mevlâm hidayet versin. Başka ne diyebiliriz.

Son söz: Allah korusun, iman giderse… nikâh da kalmaz! Hadiseyi yaşayan sizsiniz, mevcut duruma göre neyin ne olduğuna ve hükmünün ne olması gerektiğine kararı verecek olan da elbette ki sizsiniz.

Rabbim kolaylıklar versin, son nefesimiz dâhil cümlemizi iman-ı kâmilden ayırmasın. 

Go to top