Selamün aleyküm hocam. Benim sorum, geçen gün bir yerde birilerinin, Allah’ın her şeye gücü yettiği hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, neden insanı yaratıp onları ibadetle yükümlü kıldı, neden cennet cehennemi yarattı sözleri üzerine olacak. Bunu cevaplarsanız çok ama çok minnettar kalacağım. Saygılarımla.. Naime Hülya Özdeniz - ABD

*******

Ve aleyküm selâm kardeşim;

Sorunuzun kısa cevabı: MUHABBET’tir.

Ne buyuruyor Cenab-ı Hak hadis-i kudsisinde:

Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u’rafe fe halaktü’l-halka li ya’rifünî”.  

Meali: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (sevdim) ve bilinmek için halkı yarattım.” [Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesire, s. 125; Aliyyü’l-Kaarî, el-Esrârü’l-Merfûa’, s. 273]

Yani biz kullar için her yol Mahbûb’a çıkar; O’nu bulmaya, O’nu irfâna/bilmeye, O’na kulluğa varır. Hiç şüphe yok ki, “muhabbet” sevgidir. İşte cümle kâinat / topyekün varlık bu “muhabbet”ten meydana gelmiştir.

Peki bütün mahlûkatın / yaratıkların ilki nedir, kimdir?

Habîb-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in (s.a.v.) nûru değil midir?

Bu sorunun cevabı da “evet” olduğuna göre, halkın nüvesi nedir? İnsanoğlu değil mi? Onun da özü, topyekün mükevvenat ve mahlûkatın ilki-aslı olan Efendimiz’in (s.a.v.) nûrudur.

O halde tekrar edelim, Cenab Mevlâmız’ın insanı yaratmasının sebebi, “MUHABBET”tir. Yani zâtının-sıfâtının-esmâ ve ef’âlinin bilinmesine olan muhabbeti, sevgisidir.  Nitekim şair ne diyor:

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?”

İnsanlık tarihine hatta topyekün mükevvenata baktığımızda, hâsılasını düşünenlerin Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.) muhabbetlerinin merkezine aldıklarını görürüz. Yazılara, sözlere, sohbetlere Allah’a hamd ü senâdan sonra O’na salât ve selâmla başlanmıştır bundan dolayı… Demek ki işin aslı-esası-temeli muhabbettir.

***

İnsanoğlunun yaratılış gayesi nedir?

Onun cevabını da gene Rabbimizden alalım: “Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.[Zâriyât suresi, 56]

Demek yaratılış gayemiz de, KULLUK! Bir başka ifadeyle İMTİHAN… Hangimizin daha güzel amellerde / hal ve hareketlerde bulunacağımızın sınanması… Nitekim ÖLÜM de bunun için değil mi? [Bkz. Mülk suresi, 2] Sonrası malum; elbette ki bu imtihanın bir karşılığı vardır ve öyle de olacaktır, yoksa abes olurdu. Dolayısiyle kazananlar Cennet’e, kaybedenler de Cehennem’e gitmeyi hak etmiş oluyorlar. 

***

Demek ki Mevlâmız’ın “bilinmeyi sevmesi” neticesinde iradesinin-meşiyyetinin o yönde tecelli etmesi sebebiyle yaratılmışız… Ve sizin de mesajınızda işaret ettiğiniz gibi, unutmayalım ki; ibadete-taate ihtiyacı olan Rabbimiz değil, bizleriz. Onun için emirlere sarılıyor, nehiylerden / yasaklardan kaçınmaya gayret ediyoruz. Yoksa senin de sorunun başında işaret ettiğin gibi, O’nun hiçbir şeye, hiçbir kimseye ihtiyacı yok. O Samed’dir.

***

Muhabbetin dinimizdeki yeri ve ehemmiyeti

Ebu Zerr’den  (r.a.) (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.v.) “Amellerin (Allah'a) en sevimli olanı, Allah için sevmek ve Allah için öfkelenmektir” buyurmuştur. [Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi, 15, 347-348]

İbn Raslan (rh.) “Şerhu's-Sünen” isimli eserinde bu hadis-i şerifi açıklarken şöyle diyor: “Bu hadis-i şerif bir kimsenin Allah için sevdiği dostları olduğu gibi, Allah için kin beslediği düşmanları olması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Şöyle ki: Birisini Allah'a itaat ettiği ya da Al­lah'ın dostu olduğu için seven bir kimsenin, Allah'a isyan eden Allah düş­manlarına da kin beslemesi kaçınılmazdır. Çünkü bir sebepten dolayı se­ven kimsenin o sebebin zıddındaıı dolayı da düşmanlık beslemesi tabii ve zaruridir. Bu şaşmaz bir kaidedir.”

Bu sebeple İbn Abbas'dan (r.anhuma) merfuan rivayet edilen bir hadis-i şerifte: “İmanın en sağlam kulpu Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık­tır” buyurulmuştur. [Bkz. el-Gazali, İhya, II, 159]

Rivayet edilir ki: Cenab-ı Hak Hz. Musa'ya vahyedip; “Ey kulum Musa, benim için acaba hangi ameli yaptın?” diye sordu. Musa (a.s.)da “Yâ Rab, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ;

Namaz senin için delildir, oruç senin için bir kalkan, sadaka senin için (kıyamet gününde) bir gölge, zekât ise senin için bir nurdur. O halde bütün bunlar senindir, benim için hangi ameli yaptın?” buyurur. Musa (a.s.),

Yâ Rab, sırf senin için olan bir ameli bana öğret” der. Allah Teâlâ da, “Ey Musa! Acaba benim bir dostuma hiç dost oldun mu? Acaba be­nim için bir düşmana hiç düşman oldun mu?” buyurur. Bunun üzerine Hz. Musa, amellerin en faziletlisinin Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek olduğunu anlar. [Bkz. el-Gazali, a.g.e., II, 160]

Bu mevzuda Hasan-ı Basri (k.s.) hazretleri de şöyle buyurmuştur:

Ey Âdemoğlu, kişi sevdiğiyle beraberdir, sözü sakın seni aldatma­sın. Çünkü sen iyiler zümresine ancak onlar gibi amel edersen katılırsın. Zira Yahudi ve Hırisiiyanlar da Allah'ın peygamberlerini severlerdi. Hal­buki onlarla beraber değillerdir.” [Bkz. el-Gazali, a.g.e., II, 160]

Allah için buğz hususunda Rabbimiz (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş çarpar. Zaten sizin Allah'dan başka yardımcınız yoktur. Sonra (ondan da) yardım göre­mezsiniz.” [Hud suresi, 113]

Allah Teâlâ’nın, Yûşa aleyhisselamın kavminden kırkbin salih kişiyi zalimlere buğz beslemedikleri için kahr u helak ettiği rivayet edilir. [Bkz. Ebu Said Muhammed el-Hâdimî, Berîka, III, 113]

Fasıklar üç kısımdır:

1- Büyük günah işlemenin çirkinliğine inanarak onu ara sıra işleyen­ler,

2- Kötülüğü, üzerinde hiçbir fikir sahibi olmaksızın onu devamlı işle­yenler,

3- Kötülüğünü inkâr edip, büyük günahları savunarak işleyenler… Bu üçüncü maddede yer alanlar zaten kâfir olduklarından onların dostluğu hiçbir zaman söz konusu değildir. Binaenaleyh bir Müslüman bu üç gru­bun hiç birisini sevemez. [Ebu Said Muhammed el-Hadimia.g.e., III, 110.]

Allah için buğz beslemek; onunla konuşmayı kesmek ve buğz beslenecek ki­şinin yaptıklarına karşı koymakla olur. [Bkz. el-Gazzali, a.g.e., II,166]

İşte, yukarıda zikri geçen hadis-i şerif Allah'a en sevimli amelin Allah için muhabbet ve Allah için buğz etmek olduğu­nu ifade etmektedir ki, bundan da yaratılışımıza sebep olan muhabbet’in değeri ortaya çıkmaktadır.

Go to top