Hocam selamün aleyküm; son yıllarda şirketler belirli miktarda mal alan müşterilerini hediye olarak beş veya sekiz günlük umre’ye götürüyorlar, umre yolculuğu kaç gün olmalıdır? Sadece Mekke-i Mükerreme’ye gitse, umre yapmış sayılır mı? Medine-i Münevvere’de kırk vakit namaz kılma şartı umre’ye gidenler için de var mıdır? Var ise beş günlük umre’ye gidenlerin durumu nasıl oluyor? İsim mahfuz
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Umre, lûgatta kelime olarak ziyaret manasınadır. İslâm fıkıh lisanında, "Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safa ile Merve arasında sa'y etmekten (koşar gibi gidip gelmekten) ibarettir. Bunun için belli bir zaman yoktur. Senenin her mevsiminde yapılabilir. Yalnız Arefe günü ile Kurban bayramının dört gününde yapılması mekruhtur. Ramazan ayında yapılması ise menduptur.
Umre, müekked bir sünnettir. Bunu yapan kimseye "Mu’temir" denir. Farz olan hacca, “Hacc-ı Ekber” denildiği gibi, umreye de "Hacc-ı Asgar" denilir. Bununla beraber Arefe günü cumaya rastlayan bir farz hacca da "Hacc-ı Ekber" denilmektedir.
(Umre, İmam Mâlik'e (rh.) göre de bir müekked sünnettir. Fakat İmam Şafiî'ye göre, ömürde bir defa hemen yerine getirilmesi gerekmeyen bir farz-ı ayndır. Hanbelîlere (rahımehumullah) göre, hemen yerine getirilmesi gereken bir farzdır.)
Görüldüğü üzere, umre’nin sıhhat şartları içerisinde gün miktarı yoktur. Yapılması gerekenlerin yerine getirilmesi şartı var. Bunlar da Mekke’de ifa olunacak vazifelerdir. Bu itibarla söz konusu kişilerin umreleri geçerlidir. Allah kabul etsin.
“Medine-i Münevvere’de kırk vakit namaz kılma şartı” ne hac’da ne de umre’de vardır. Yani hac ziyaretimizin Medine safhası haccın sıhhat / geçerlilik şartından değil, faziletiyle / manevi ecir ve mükâfatıyla alakalıdır.
Hac vazifeleri bittikten sonra elbette ki mümkünse Medine de ziyaret edilmeli... Allah’ın Rasûlü’nü (s.a.v.) ziyaret etmeden dönmemeli... Çünki orası şefaat mahallidir. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) huzuruna Babü’s-Selâm’dan boyun bükük, gözler yaşlı, “Şefâat yâ Rasûlellah!” diyerek kemâl-i huzû’ ve huşû’ (tam bir saygı ve hürmet) içinde girilmelidir.
Pâk ecdadımız Osmanlı’nın, Âlemlere rahmet Fahr-i Kâinat Efendimiz’e (s.a.v.) hürmeti malum. Mesela I. Abdülmecid Han (r.aleyh) İstanbul’da ölüm döşeğinde iken bile mabeyn kâtipleri,
- “Medine’den mektup var efendim!” deyince, Sultan;
- “Ne istiyorlarsa verdim, başım gözüm üstüne... Fakat yine de beni kaldırın, oturtun, Rasûlüllah’ın komşularının mektubunu okuyun. Dinleyeyim, onunla şerefleneyim” buyururmuş.
600 sene cihana hükmeden Osmanlı, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) hürmeten, oğullarının isimini Muhammed koymadılar. Arapça’da aynı harflerle yazılan Mehmed adını koydular. Askerlerini kendi askerleri değil, onun askeri kabul ettiler… ve ona izafeten askerlerine asırlarca “Mehmetçik” dediler.
Sultan I. Ahmed Han (r.aleyh): Sultanahmet camiini yaptıran ve yapılışında bir işçi gibi çalışan padişah... Başında taşıdığı sorgucunun altına Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) ayağının izinin resmini yerleştirmiş ve,
"No'la! Tâcım gibi başımda götürsem daim
Kâdem-i resmini ol Hazret-i Şâh-i Rusül’ün
Gül-i gülzâr-i nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtiya! Durma yüzün sür, kâdemine ol gülün"
demiştir.
Hz. Fatih Sultan İkinci Mehmed Han (k.s):
"Zülfünün zincirine kul eyledin şâhım beni
Kulluğundan etmesin âzad Allâh'ım beni
Yakmağa vu yıkmağa hep cümle el bir etdiler
Sûz-i sîne eşk-i dîde âteş-i âhım benim"
diyerek Ona olan aşkını-muhabbetini dile getirmiştir.
Şair Nâbi merhum da Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şehri Medine hakkında,
"Sakın terk-i edepten kûy-i mahbûb-i Huda’dır bu
Nazargâh-ı İlahidir Makam-ı Mustafa’dır bu"...
mısralarıyla O'nun şehrine gösterilmesi gereken edebi hatırlatmış.
Şeyh Galib ise,
"Sen Ahmed-i Mahmûd-i Muhammed’sin Efendim,
Hak’dan bize düstûr-i müeyyedsin Efendim"...
diye feryad etmiştir.
Daha niceleri edebiyat tarihimize ne enfes nümûne eserler bırakmışlar…
Rabbimiz (celle şânuhu), üzerine hac farz olan bütün mü'minlere, tavafı-vakfeyi, sa’yi ve sair hac menâsikini hakkıyla ifa ve edâ edebilmeyi nasip ve müyesser kılsın. Amin…