Yazıda başlık olarak kullandığımız cümle, bir kitap ismidir. Kitapta pek çok sapığın sapıklıkları dile getirilmiş ve Ehl-i Sünnet kıstasları çerçevesinde gerekli cevaplar verilmiştir. Ele alınanların hemen hepsi önemli olmakla birlikte, dikkatimizi çeken soru ve cevaplardan birini paylaşmak isteriz.

Hatırlayabildiğim kadarıyla, kitaptaki geçit resminde 115-116 no'larla arz-ı endâm eden şahıs ve fikriyatıyla alakalı bu güne kadar pek bir şey bahsetmedik. Demek ki yeri gelmedi, mevzu edilmedi. Ama yukarda adı geçen kitabın yazarı muhterem Ömer Faruk Mesci beyefendi bir mailinde, ‘hocam, mûmâ ileyhle alakalı da bir şeyler yazsanız’ mealinde bir serzenişte bulununca, ben de kendilerini, ‘her şeyi bir yerlerden beklemek yerine, o işi yapıvermenin daha uygun olacağını’ ima etmiştim. O da ‘çalışmamız var, inş. kitap çıktığında size de göndeririz’ demişti ve sözlerini tuttular, kitabı gönderme lütfunda bunlundular. Allah razı olsun.

İşte bu kitaptan, konuşmamızda adı geçen şahısla alakalı kısmı aynen aktarmak istiyorum.

115. Soru: “Nurettin Yıldız’la yapılan bir röportajda şu ifadeler yer alır: ‘Hz. Ebûbekir bizim hayatımıza ulaşamaz. Gelsin internet çağında bir Ebûbekir Sıddık olsun göreyim onu…’ ‘…Elli çarpı Hz. Ebûbekir’lik imkânım var benim.’ ‘(Sahâbe) erişilmez insanlar değil. Erişilmeyen tek şey Nübüvvet makamıdır, bizler de bu devrin Ebûbekir’i olabiliriz. Sahâbeler çalışarak o noktaya geldi, biz de çalışarak biz de o noktaya geliriz.” şeklindeki düşüncelerin Ehl-i Sünnet çizgisine göre değerlendirmesi nasıldır? Konuşmanın tamamı için bkz. http://minikkelebek.wordpress.com/2012/03/08/her-donemin-yilin-ayri-bir-ebubekiri-olacak/

***

Ashâbım yıldızlar gibidir” buyurulduğu halde, yerdeki cücenin gökteki yıldıza yetişmesi mümkün müdür?

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ebûbekir (r.a.)’in önünde yürüyen Ebû’d-Derdâ Hazretlerine:

Yâ Ebâ’d-Derdâ! Senden daha hayırlı olan birisinin önünde mi gidiyorsun? Şüphesiz, Nebîler ve Rasûllerden sonra, Ebûbekir’den daha faziletli birisi üzerine güneş doğup batmamıştır.” buyurdu. (Mecma’u’z-Zevâid, 9/44)

Ümmetimin îmânı terazinin bir kefesine, Ebûbekir’inki diğer kefesine konsa, Ebûbekir’in imanı ağır basardı.” (Kenzü’l-Ummâl, Hadis No: 35614)

Diğer bir hadis-i şerifte de “Cebâil, bana haber verdi ki: Senden sonra ümmetinin en hayırlısı Ebûbekir’dirHz. Ebûbekir (r.a.)’in faziletinde bütün Ehl-i Sünnetin ittifakı vardır. (Ömer Nasuhi Bilmen, Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları)

Hz. Ömer (r.a.), bir gün minbere çıkarak şöyle demiştir: “Bu ümmetin en hayırlısı, peygamberlerden sonra Ebûbekir’dir. Artık kim bindan başkasını söylerse iftiracıdır, iftiracıya lazım gelen cezaya müstahak olur." Seyyidinâ Ebûbekir (r.a.), Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in en büyük iltifatlarına mazhar olmuştur. Onun fazilet ve iyiliklerine nihayet yoktur.

Bu delillerle Hz. Ebûbekir (r.a.)’in kıyamete kadar erişilmezlik vasfı anlaşılmış oldu. Ayrıca, şerefli ismini camilerimize astığımız Hz. Ebûbekir (r.a.) hakkında kullanılan ifadelerdeki nezaketsizlik, ifadelerin sahibinin; bütün Müslümanların üzerinde ayrı ayrı hakları bulunan sahâbeye bakış açısını yansıtması açısından yeterlidir.

Müslümanlara düşen; Hz. Ebûbekir (r.a.)’in izinden gitmeye çalışmaktır, ona benzemeye çalışmaktır, onun bağlandığı gibi Rasûlullah (s.a.v.)’e bağlanmaya çalışmaktır, onu yakalayıp geçmek değildir ki bu, zaten mümkün değildir. Onu büyük bilmek, ona tâbi olmamızı kolaylaştırır ve bu onu melekleştirmek değildir; çünkü akidemizde, mü’minlerin avâmı bile, umum meleklerden faziletlidirler. (Ömer Nesefî, Nesefî akâidi, s. 13) Ümmetin en büyüğünün elbette melekleşmeye ihtiyacı yoktur. Hz. Ömer (r.a.) bile bunu i’tiraf sadedinde “Ebûbekir (r.a.)’in Sevr Mağarası’ndı Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte geçirdiği bir gecesi ile -eğer kendisi kabul ederse- Ömer’in bütün ömrünü değişirim.” buyurmuştur. [Ömer Faruk Mesci, Hakk Dînin Bâtıl Yollarına Cevaplar, Misvak Neşriyat, İstanbul, 2014, s. 176]

***

Nurettin Yıldız bir konferansında da şunları söylemiştir. Linki: https://www.youtube.com/watch?v=0WWgxydoU1w (Yayından kaldırılan linklerin içeriği Misvak Neşriyat kayıtlarında mevcuttur):

116. Soru: “Mal hırsı ve şehvet tehlikesinden hiç kimsenin garantisi yoktur. Ebûbekir bile olsa... Bir hurma fidanı için ağzını bozmuştur. Bir kere o hurma dikilen araziye para ver­memişsin, kelepir gelmiş sana... Yani o hurma olmasa acından ölecekmiş gibi bir fidan için ağzını bozmuştur. Bundan ders alacağız ağzımızı bozmamaya çalışacağız, kazara böyle bir ayak kayması, dil kayması olursa aynı azimle devam edeceğiz...”

Bu iftiralara verilecek cevap nedir?

***

Seyyidinâ Ebûbekir (r.a.)’den elbette bütün Müslümanlar ders almalıdır. Müslümanlık dersi, insanlık dersi, fazilet dersi...

Satır aralarında zerk edilen bu ve bunun gibi zehirleri gö­rünce konferansın diğer kısımlarındaki medih dolu ifadelerin amacı daha iyi anlaşılmaktadır. Hata meselesine gelirsek:

Peygamber (s.a.v.) EfendimizHepiniz hata edicilersiniz” buyurup kimseyi istisnâ etmediği için İslâm âlimleri, bu kap­sama Hz. Ebûbekir (r.a.)’in girdiğini beyan etmişlerdir. Şöyle ki:

İbn-i Abbas (r.a.)’in rivayet ettiği uzun bir hadîs-i şerifte bir gün huzur-i Rasûlullâh (s.a.v.)’de birisi rüyasını anlatır. Hz. Ebûbekir (r.a.) Efendimiz “Yâ Resûlallâh müsaade buyurursa­nız rüyayı ben tâbir edeyim.” der. Rüyâ tabirini yaptıktan sonra Peygamberimiz (s.a.v.): “Yâ Ebûbekir, bir kısmında isabet et­tin bir kısmında hata ettin.” buyurur. [Buhârî, Tabir, 11, 47; Müslim, Rüya, 17] Âlimler, “Hepiniz hata edicilersiniz” hadîsinde istisnâ olmadığı için Hz. Ebûbekir (r.a.)’in hatası da budur demişlerdir, çünkü peygamberler an­cak ismet sıfatına sahiptirler. Hz. Ebûbekir (r.a.)’in bunun öte­sinde bir hatasından bahsetmek, kendisi hakkındaki âyet ve hâdislere muhalefet anlamı taşır.

Peygamberlik hâriç her hususta Nebî (s.a.v.)’e vâris olan, “Allâh tarafından bana feyz olarak her ne verildi ise, ben onu (tamâmen) Ebû Bekir’in kalbine boşalttım” buyurulan bir zâtta hâşâ mal hırsından yâhut menfî mânâda şehvetten söz etmek, dolaylı yoldan Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i ya­lanlamaktır. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz:

Allâh (c.c.) için 360 adet güzel ahlâk vardır. Ehl-i tev­hid olduğu halde kim bunlardan birine sahip olursa, er-geç Cennet’e götürür.” Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.):

- “Bu ahlâklardan birisi olsun bende var mıdır?” deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:

Yâ Ebâ Bekir! Umarım Allâh’dan, onların hepsi sende vardır...” buyurmuşlardır.

Bu ahlâk şubelerine sahip olmak elbette bunların zıddı olan mal sevgisi, şehvet tehlikesi gibi bayağı ahlâktan kurtulmuş olmayı gerektirir.

Tarihte bu tip ifadeleri ve Ashâb’a karşı böyle eleştirel bir yaklaşımı ancak müsteşrikler sergilemeye cesaret edebilmiş­lerdir.

Seyyidinâ Ebûbekir (r.a.)’in fazileti Kur’an ve sünnetle sa­bit olup, bu zâtı diline dolamanın hükmü fıkıh ve akaid kitap­larında yazılıdır. [Ömer Faruk Mesci, Hakk Dînin Bâtıl Yollarına Cevaplar, Misvak Neşriyat, İstanbul, 2014, s. 178-179] www.misvak.com.tr

***

Arkadaşlarımızın ellerine sağlık. İcap eden cevap / cevaplar verilmiş, ilave edecek bir şey yok aslında... Fakat, bu noktadaki hassasiyetimiz vesilesiyle birkaç kelam etmek gerekirse şunları söyleyebiliriz:

Hani Arapların, Eyne's-serâ ve's-Süreyyâ (yerdeki toprak nerede, gökteki Süreyya yıldızı nerede?) diye çok câlib-i dikkat ve hoş bir tabirleri vardır... İki şey arasında mukayese edilemeyecek kadar büyük fark bulunduğunu belirtmek için söylerler. Mûmâ ilyeh’in konuşmasını görünce, bu güzel sözü hatırlamamak imkânsız. Çünkü bu söz, ashâb-ı kiramla (r.anhum) diğer Müslümanlar arasındaki manevi derece, makam ve mertebe  farklılığını, onlara erişebilmenin muhâl olduğunu, hiçbir kuşkuya tereddüde yer bırakmayacak şekilde  âdeta "Kör kör parmağım gözüne" tabirimizi hatırlatırcasına ortaya koymaktadır.

Ashâb-ı kiram müstesna elbette ki insanlardı... Atalarımızın “Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz tabirlerine istinaden söyleyebiliriz ki; onlara sanki manevi ‘piyango’ isabet etmiştir. İki Cihan Serveri Efendimizin (s.a.v.) bir sohbetleriyle sahâbe makamına nail oluyor, nice erişilmesi güç mertebelere bir anda nail oluyorlardı... Çalışıp çabalayarak değil. Yani senin düşündüğün gibi öyle “çalışarak”, “internet”le ya da sair imkânlarla filan elde edilen makamlar değil o mevkiler-mertebeler… Ashaptan, derece itibariyle en aşağıda bulunan Hz. Vahşî’nin bile ayakları, ümmetin en yüce mertebesine sahip Üveysi’l-Karnî hazretlerinin omuzları üstündeydi… [Bkz. Mektubat-ı imam-ı Rabbaniî k.s.] Demek ki sa’y u gayretle erişilemeyecek makam, sadece Nübüvvet Makamı değil, daha başka makamlar da varmış.

Evet, ashâbın umumi manada manevi rütbeleri kısaca böyle… Bununla birlikte, elbette ümmet içinde de bizim aklımızın-havsalamızın kavrayamayacağı derecede ulvî makam ve mevkilere sahip ricâl-i maneviyye olacaktır. Nitekim Rasûl-i zîşân Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

Ümmetim mübarek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha iyidir bilinmez.” [Râmûzü'l-Ehâdîs, s. 83, Hadis no: 1151, (İbn Asâkir, Amr b. Osman’dan mürsel olarak); Kandehlevi Muhammed b. Yûsuf, Hayâtu's-Sahâbe, Konya 1983, II, 599; Sübülü's-Selâm, IV, 127; es-Savâiku'l-Muhrika, s. 211]

Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) gelince vaziyet tamamen farklı... Kitaptaki nakillerde de açıkça belirtildiği üzere o, peygamberlerden sonra ümmetin en büyüğü ve bu hususta Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimleri ittifak halinde…

Sen kiiim, o yüce kamet kim?! Bunları akılla-mantıkla düşünemiyorsan, hiç olmazsa, nakle-nass’a olduğu gibi inan da paçayı kurtarmaya bak. Yoksa -Allah korusun- hâlin duman olup perişan olursun!

Ashâb-ı Rasûl bizim için en güzel numûnedir (üsve-i hasene). Onlara, hele hele Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) uyan hidayet yolundan şaşmaz. Bizim üzerimize düşen vazife ise;

Onlara, nefs-i emmâreye mahsus böylesine âdice ve rezilce çirkin huylar isnad edip tenkit etmeye cür’et etmek / yeltenmek değil, gücümüzün yettiğince cömertlikte, îsâr’da, iffette ve ahlâk-ı hamîdenin diğer bütün şubelerinde onlara, bahusus Hz. Ebû Bekir Sıddîk radıyallâhu an zâtihi'l-athar'a ittibâ etmektir.  

Go to top