selamun aleyküm muhterem hocam..tüp bebek hakkında caiz olup olmaması hakkında muhtelif açıklamalar duyuyoruz. tüp bebek caiz midir ya da şartları mı vardır varsa nelerdir. ikinci bi sorum olacak hocam..evlat edinme hususunda evlatlık kişi eğer ailenin süt evladı olmuşsa mirastan hak talep edebilir mi. Allah razı olsun hocam.. Murat Aslan
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim;
1- “Tüp bebek caiz midir, caizse şartları var mıdır, varsa nelerdir?”
Hemen ifade edelim; normal yollarla çocuk sahibi olmayan bir kadının zaruretten dolayı tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olması caizdir. Ancak normal yollarla çocuk sahibi olan bir kadının tüp bebek yöntemini kullanması caiz olmaz. Çünkü kadının zaruret olmadan avret yerini başkasına -bu kişi hekim de olsa, hekim kadın da olsa- göstermesi helâl değildir. Bu bakımdan mesela çocuk sahibi olan bir kadının, erkek çocuğu olması için tüp bebek uygulaması caiz olmaz.
İslâm dini neslin muhafazasına büyük ehemmiyet vermiştir. Bundan dolayı gayrimeşru beraberlikler, bilhassa zina, bütün şerîatlarda yasaklanmış ve çirkin görülmüştür. Zinaya giden yolu kapamak için de nikâh yolu dâima açık tutulmuştur. “Tüp bebek” meselesini de öncelikle bu çerçeve içinde ele almak gerekir.
"Tüp bebek” uygulaması iki şekilde gerçekleşmektedir:
a) Aynı karı-koca arasında gerçekleşir. Bu usûlde, neslin karışması gibi bir mahzur bulunmadığından ve bir zaruretten dolayı olduğundan meşrûdur, helâl ve caizdir. Bu da şöyle olmaktadır:
Annenin rahmiyle yumurtalığı arasında bulunan kanala “tüp” adı veriliyor. Çocuğun teşekkülü için olgunlaşmış yumurtanın bu kanaldan, yani tüpten geçerek rahme ulaşması ve orada babadan gelen spermle birleşmesi gerekir. Fakat bazen bu tüp tıkanmış oluyor; yumurta da rahme inemediğinden sperm hücreleriyle buluşamıyor. Neticede çocuğun teşekkülü için gerekli olan döllenme oluşamıyor.
İşte tüpü kapalı olan bir kadın, isterse tıbbın bu yeniliğinden istifade ederek çocuk sahibi olabiliyor. Şöyle ki:
Annenin yumurtalıklarında bulunan yumurta hücresi, geliştikten sonra hususî olarak yapılmış bir tüp içerisine alınır. Bu yumurta hücresi babadan alınan sperm hücresi ile döllendikten ve aradan bir buçuk gün gibi bir zaman geçtikten sonra meydana gelen “zigot”, yani ceninin ilk safhası annenin rahmine yerleştirilir. Bundan sonra o, gelişmesini annenin rahminde tamamlar. Görüldüğü gibi, burada sperm hücreleri kocanın, yumurta da kendi hanımınındır.
b) Tüp bebeğin meşru olmayan, dinimizin caiz görmediği şekline gelince…
Tüp yoluyla da olsa zayıflık, hastalık gibi birtakım sebeplerle doğum yapamayacak kadınlar vardır. Bazılarının da rahimleri ameliyatla alındığı için çocuk yapmaları mümkün olmamaktadır. İşte bu durumda erkekten alınan sperm hücreleri yabancı bir kadından alınan yumurta hücreleri ile bir tüpte birleştirilir. Döllenme tüpte gerçekleştikten sonra, mümkünse aynı kadının, değilse başka bir kadının rahmine yerleştirilir. Aradan belli bir müddet geçtikten sonra çocuk meydana gelir. Burada her ne kadar baba varsa da, anne yabancı bir kadındır.
Diğer bir şekli de şöyledir: Çocuğun doğmaması kadındaki bir hastalık sebebiyle olabileceği gibi, hastalığın erkekte olması da mümkündür. Bu durumda kadın sağlamdır, çocuğu olabilir. Fakat erkeğin çocuğu olmamaktadır. Bu defa da yabancı bir erkekten alınan sperm hücreleri ile kadından alınan yumurta tüpte birleştikten sonra, döllenmiş yumurta kadının rahmine yerleştirilir. Vakti geldiğinde de çocuk doğar.
İşte, ister yumurtanın başka bir kadından, isterse spermin yabancı bir erkekten alınması yolu ile olsun, her iki durumda da doğan çocuğun nesebi sahih olmamakta, nesil karışmaktadır. Tüp bebeğin bu hali, yani anneden veya babadan birisinin yabancı olması şekli, namus ve aile mahremiyeti mefhumunu ortadan kaldırdığından dolayıdır ki, bir çeşit zina sayılmaktadır. Meşrû değildir, haramdır.
Tüp bebeğin bu şekli bilhassa yabancı ülkelerde tatbik edilmektedir. Bugün Sağlık Bakanlığı’nın müsaadesi ve gözetimi altında yapılan, dinimizce meşru sayılan birinci şekildir.
Evet, nikâh neslin devam ve sıhhatini netice vermek / temin etmek / sağlamak için meşrû kılınmıştır. Bu meşrû yolun dışında çocuk sahibi olmayı dinimiz caiz görmemektedir. Zaten böyle bir işe yönelenler kadere rıza göstermeyenlerdir. Mü’minler bu nevi gayrimeşrû muâmelelere yaklaşmazlar. Çünkü şu ilâhî emirler onların en büyük tesellî kaynağıdır:
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ*أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları hem erkek, hem kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir. Her şeye gücü yetendir.” [Şûra sûresi, 49-50]
***
2- “Ailenin süt evladı mirastan hak talep edebilir mi?”
Bu sorunuzun cevabı için, “Süt hısımlığının hükmü”nü bilmemiz lazım.
Malum olduğu üzere süt hısımlığı, mutlak bir evlenme engeli doğurur. Eğer süt hısımları bilmeden, farkında olmayarak her nasılsa evlenmişlerse, durum anlaşıldığında birbirlerini terk etmeleri gerekir. Bunların nikâhı İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre bâtıl, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe'ye (rahımehumullah) göre fâsittir.
Süt hısımları birbirine yabancı olmazlar. O bakımdan eğer bir fitne tehlikesi yoksa birbirlerine bakabilirler. Ancak;
Süt emmekle bir hısımlık doğarsa da, bununla nafaka, mîras, şâhitliğin reddi, nikâh ve mal velâyeti gibi diğer nesep hükümleri meydana gelmez. Yani süt evladı, sütanne ve babasının mirasçısı değildir.
Süt hısımlığı, nasslarda belirtilen hususlarla sınırlı kalır. Nesebe her bakımdan eşit haklar sağlamaz. Bu yüzden bir sütanne de, sütoğlundan nafaka isteyemez, ona mirasçı olamaz ve bu çocuk üzerinde velâyet iddiasında bulunamaz. [Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 222]
Sütbabanın durumuna gelince…
Sütannede sütün meydana gelmesine sebep olan ve sütanne ile evli bulunan erkek, sütbabadır. Bu arada sütbabanın ölümü veya sütanneden boşanmış olması, sonucu değiştirmez. Süt emen çocuğa bu sütbaba ile nesep ve sıhrî hısımları haram olur. Sütbabaya ait çocukların hepsi de süt emenin sütkardeşleri olur. [Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 572; el-Meydânî, el-Lübâb,, III, 32]
Sonuç: Sütanne her bakımdan öz anne gibi değildir. Biri çocuğuna etini kanını vermiştir, biri onu sadece sütüyle beslemiştir. Saygı açısından da öz anne önceliklidir. Süt akrabalığı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, miras hakkı doğurmaz. Ayrıca zekâtta da farklılıklar vardır: Süt çocuğu sütannesine ya da sütbabasına zekât verebilir. Bunun anlamı onlara nafaka vermekle yükümlü olmadığıdır.