Selamun aleyküm muhterem hocam. Veysel Karani hazretleri hakkında bizlere anlatılan kıssalarda Veysel Karani Hazretleri, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin evine varır fakat kendisini hane-i saadetlerinde bulamaz. annesine verdiği söze sadakat göstererek Efendimizin gelmesini beklemez ve gerisin geri yemene döner. Fakat birkaç yere baktığımda bu hadiseye rastlayamadım bilakis Veysel Karani Hazretlerinin, Efendimiz'in zamanında, Medine'ye hiç gitmemiş olduğu ifadesine denk geldim. Benim ulaşamadığım kaynaklarda mı mezkurdur bu kıssa.. Allah razı olsun hocam. Allah'a emanet olun.. Murat Aslan
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim;
Evet, haklısınız; sizin de belirttiğiniz gibi kıssalar-menkabeler öyle, ama kaynaklar farklı.
Bilindiği üzere Veysel Karanî (r.aleyh) hazretleri, sahâbi değildir. Rasûlullah (s.a.v.), zamanında yaşayıp Müslüman olduğu halde, onu görme fırsatına kavuşamamıştır.
Muhaddisler, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) devrinde Müslüman olarak yaşamış oldukları halde onu göremeyen kimseler için “Muhadramûn” sıfatını kullanmışlardır. İmam Müslim, Irakî ve Suyûtî (rahumehumullah), bunlardan bilinen ve meşhur olanlarının bir kısmını tesbit etmişlerdir. Veysel Karanî (r.aleyh) namıyla meşhur olan Üveys bin el-Karanî, Kadı Şüreyh bin el-Hâris, Alkame bin Kays ve Ka'bü’l-Ahbâr (rahımehumullah) bunlardan bazılarıdır. [Bkz. Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, I, 33-34]
Sahabe-i kiramdan (r.anhum) birçok zatla görüşen Hz. Üveys, hem tâbiinin büyüklerinden hem de Müslümanların hayırlılarındandır. [İbnü’l-Esir, Üsüdül-Ğâbe, 1, 179; Ahmed b. Hanbel, Kitabu'z- Zühd, s. 344]
Uveys el- Karanî hazretleri, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) zamanında yaşamış büyük bir velîdir. Asıl ismi Üveys bin Âmir el-Karnî'dir. Yemen’in Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Hicrî 37 / Miladî 657 târihinde şehîd edildi. Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) hâl-i hayatında Müslüman oldu. Fakat göremediği için Sahâbî olamadı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında Medîne’ye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hz. Ömer’in (r.a.) halîfeliği sırasında Medîne’ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.
Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, hayatı pek sâdeydi. Hasta, a’mâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Allah’tan gafil olmadı, Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki; her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; İki Cihan Serveri Efendimize (s.a.v.) olan aşkı, ibâdete canla-başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Rasûlullah Efendimizi (s.a.v.) görmeyi çok arzu ediyordu. Defalarca O’nu (s.a.v.) görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi. O da şeriatın bâtınıyla değil zahiriyle amel edip İki Cihan Serverini (s.a.v.) ziyarete gelemedi ve böylece ashaptan olma mertebesine nail olamayıp tâbiîn zümresine dahil oldu.
Mektubat-ı şerifelerinde İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretlerinin, Veysel Karanî (r.aleyh) hakkındaki bazı açıklamaları şöyledir:
“Bu Fakir, kitaplannda (mektuplarında), risalelerinde hep yazdı: Hz. Hamza'nın katili Vahşî (r.anhuma), Hayru’l-beşer Resulûllah'ın (s.a.v.) tek sohbetine nail olduğu için; tâbiînin en faziletlisi olan Veysel Karanî'den (r.aleyh) daha faziletlidir.” [İmam-ı Rabbani k.s., el-Mektubat, 1, 202]
“Bedenî yakınlıkların, kalp yakınlıklarına büyük tesiri vardır. Bu mânâ icabı olarak, velîlerden hiç bir velî sahabe mertebesine ulaşamamıştır. Hatta, değerinin yüksek / derecesinin ulvî olmasına rağmen Veysel Karanî, ednâ (en aşağı) derecedeki bir sahâbenin mertebesine ulaşamamıştır. Bunun sebebi; Hayru’l-beşer Rasûlullah'ın sohbetine erememesidir. Sallalâhu aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn…” [A.g.m. ve e., 1, 207]
“Bu tarikatta (Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidîn), nihayetin bidayete derc'edilmiş olması vardır. Şöyle ki; bu tarikat ehli, ilk adımda, başkalarının taa işin sonunda bulacaklarını bulur. Aralarında bir fark varsa, o dahi icmâlde, tafsilde, şümûlde ve şümûlün olmayışındadır. Böyle bir intisap, ayniyle ashab-ı kiramın intisabıdır. Zira onlar, Rasulûllah Efendimizle (s.a.v.) ilk sohbetlerinde öyle şeyler bulmuşlardır ki; o şeyler, kendileri dışında bu ümmetin evliyasına, işin nihayetinde hâsıl olur mu bilinmez. Bunun içindir ki; tâbiinîn en faziletlisi olduğu halde, Veysel Karanî, Hz. Hamza'nın katili Vahşî'nin (r.anhum) mertebesine yetişemez. Bunun sebebi de, bir defa olmak üzere, Hayru’l-beşer Rasûlullah'ın (sallalâhu aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn) sohbetine nail olmamasıdır. Zira Rasûlullah (s.a.v.) ile sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemâlâtın üstündedir. Çünkü onların imanı şuhûdîdir; böyle bir devlet, onlardan başkasına müyesser (nasip) olmamıştır. Bir mısra: Heli’l-mesmûu yüşbihü kattu bi-mer’iyyin: Hiç duyulanla görülen bir olur mu?..” [A.g.m. ve e., 1, 210]
“Kardeşim Muhammed Tahir'in sohbeti ve gaybet zamanında tam münasebet sağlayan râbıtanın husûlü; uygun düşer ki, bunlar büyük nimetler arasında sayılalar... Mâniler kalkıncaya kadar kalplerin yakınlığı ile yetinilsin. Bu yakınlığın varlığı ile beraber, bedenlerin yakınlaşması temennisi de kalpten çıkarılmamalıdır; çünkü, nimetin tamamı bu yakınlığa bağlıdır. Veysel Karanî'yi görmez misin; kalp yakınlığını bulmasına rağmen, kendilerine bedenen yakınlık hâsıl olanlardan (ashaptan) en küçüğünün derecesine yetişemedi. Sebebi; o devletin kendisinde hâsıl olmayışıdır. Yine bu mânâ icabıdır ki; onun tarafından dağ kadar altın infak edilmesi (tasadduku), onlar (yani bu sohbete nâil olanlar) tarafından (verilecek) bir ölçek arpanın infakına denk olamaz. [Hadis için bkz. Buharî, Sahih, Fedâilü’s-Sahâbe, 6] Hâsılı; her ne olursa olsun, hiç bir şey sohbetin yerini tutmaz. Vesselam…” [A.g.m. ve e., 1, 222]
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.);
“Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır” [İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzsi's-Sahâbe, 1, 115] buyurdu.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), zaman-zaman mübârek yüzünü Yemen cihetine döndürür ve;
“Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum” buyururdu.
“Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudâr kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Ashâb-ı kirâm;
“Yâ Rasûlallah, bu kimdir?” dediler. Efendimiz (s.a.v.);
“Allah’ın kullarından biri” buyurdu.
“Biz hepimiz kullarız, ismi nedir?” dediler.
“Üveys.” buyurdu.
“Nerelidir?” dediler.
“Karnlı’dır.” buyurdu.
“O sizi gördü mü?” dediler.
“Baş gözü ile görmedi.” buyurdu.
“Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin!” dediler.
“İki sebepten:
- Biri hallerine mağlubdur.
- İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır… İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar” buyurdu.
“Biz onu görür müyüz?” dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e (r.a.);
“Sen onu kendi zamanında göremezsin.” Ama Hz. Ömer ve Hz. Ali’ye (r.anhuma); “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin” buyurdu.
Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle meşgul olurdu. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Sıkıldı ve bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) vefâtı yaklaşınca, “Hırkanızı kime verelim?” dediler. “Üveys-i Karnî'ye verin.” buyurdu. Rasûlullah’ın (s.a.v.) irtihâlinden sonra Hz. Ömer ile Hz. Ali Kûfe’ye (r.anhuma) geldiklerinde, Hz. Ömer (r.a.) hutbe esnasında;
“Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar.
- “Aranızda Karn’dan kimse var mıdır?” buyurdu.
- “Evet.” dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hz. Ömer, onlardan Üveys’i sordu.
- “Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır.” dediler.
- “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu.
- “Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler.” dediler.
- “Onu arıyorum.” buyurdu.
Sonra Hz. Ömer’le Hz. Ali (r.anhuma), onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allah Teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, Hazret-i Ömer kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hz Ömer;
- “İsmin nedir?” diye sordu.
- “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi.
- “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu.
- “Üveys.” dedi.
- “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hz. Ömer;
- “Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; ‘Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin’ diye vasiyet buyurdu.” dedi.
- “Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âit olmasın?” deyince;
- “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) senin eşkâlini ve vasfını belirtti” cevâbını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne-gözüne sürdü. Sonra;
- “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:
“Yâ Rabbî! Sevgili Rasûlün, Efendimiz (s.a.v.), ben fakir, âciz kuluna Hz. Ömer ve Hz. Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün Müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr Müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi. [Bkz. Râgıb İsfehanî, Hiyetü'l-Evliya, 2, 82-87; Ahmed b. Hanbel, Kttâbü'z-Zühd. s. 343 vd.; Şeyh İsmet Efendi, Risale-i Kudsiye; Üveys el-Karnî, Ali Hayran, Yeni Ümit, Temmuz-Ağustos-Eylül 1988, Sayı: 1 Yıl: 1]