Hocam,
Sizi hakikaten Allah için seviyorum ya.. Tıpkı Kemal bey abimiz veya Hz. Ömer efendimiz gibi suyunuz sert. Ömer nasuhi bilmen hakkında ki veya diğer cevaplarınızda ki sert tazirleriniz hoşuma gidiyor. Allah razı olsun sizden.
Sert adam hoş adamdır. Murat Yakın- TEOKRAT
*******
Değerli kardeşim;
Bilindiği gibi her insanın fıtratı farklıdır; sizin de işaret ettiğiniz gibi kimisi sert, kimisi mülayim, kimi öyle kimi böyledir. Hepsi aynı yaratılışta değildir.
Gene sizin ifadenize münasip olarak atalarımız, “Sert arının balı tatlı olur” demişlerdir. Bu da ayrı bahis…
Hayırlısı olsun, Rabbim (c.c.) her halimizi rızasına muvafık kılsın. Gadabını mucip mülâyemetten de, sertlikten de Allah’a sığınırız.
Rabbimiz (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de, “(Rasûlüm) De ki: Herkes (iman edenler de etmeyenler de), kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar…” [İsrâ suresi, 84]
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de bu hususu şöyle beyan etmişlerdir:
“Dağ yerinden ayrıldı diye (bir haber) işitirseniz, (söyleyeni) tasdik ediniz ve (fakat), bir kimse huyundan vaz geçmiştir diye duyacak olursanız (bunu söyleyen kişiyi) tasdik etmeyiniz / doğrulamayınız. Çünkü o (yani insan), tabiatı / yaratılışı üzerine bulunmuş olur.” [el-Münâvî el-Haddâdî (v. 1031/1622) Feyzu’l-Kadîr Şerhu Câmiu’s-Sağîr, 1, 381; Ayrıca bkz. Mehmed Emre, Kırk Mevzuda Kırk Hadis, s. 287]
Demek oluyor ki insanın, hilkatinden / fıtratından / yaratılışından gelen cibillî huylarından vazgeçmesi muhâl, yani imkânsızdır. Atalarımız da bu mânâda, “Can çıkar huy çıkmaz” demişlerdir. Ama kişinin sonradan çalışıp kazandığı, elde ettiği huylarından vaz geçmesi mümkündür. [Detaylı bilgi için Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk ve Ahlâk-ı Âlâî isimli eserlerine müracaat ediniz]
Allah Teala mizâcımızı, sevgimizi, öfkemizi sırf kendi rızasına muvafakat uğrunda kullanmamızı nasip eylesin.
***
Ahlâk-ı hamîdenin, ulvî fıtratın-mizâcın gerçek sahibi ve mükemmili, muhakkak ki Âlemlere rahmet Efendimiz’dir (s.a.v.). Onun bu huylarından nasipleri nisbetince en büyük paya sahip olanlar da, başta Sıddîk-ı Ekber’dir (radıyallahu an zaâti’l-athar). Akabinden sırasıyla Huilefa-i Râşidîn hazeratının diğerleri, ashab-ı kiram ve Rasûlullah Efendimizin zâhir ve bâtınının vârisleri olan ulemâ-i hakikattır. Sonra da mertebelerine göre efrâd-ı ümmetten her bireridir.
Hâsılı, bazı insanların Farukî meşrebli olmaları da elbette ki bu tarif ve tasnifin dışında olamaz.
***
Dilerseniz -istidrâden- Efendimiz’den (s.a.v), Hulefâ-i Râşidînin, diğer ashap ve mü’minlerin mizacından, ayet-i celilenin ışığında bir nebze bahsetmeye çalışalım.
Rabbimiz (c.c.) Rasûlü’nün (s.a.v.) vefatından sonra Onun makamına geçecek dört halifeye, hilafet tertibi ile işaret edip, her birinin en meşhur hususiyetlerini-mizaçları-huylarını haber vermiştir. Şöyle ki:
Fetih suresinin son ayetinin başı, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Rasûlullah olduğunu bildirmenin akabinde, sahabelerin peygamberlerden sonra insanlar içinde en mümtaz / en seçkin insanlar olmalarına sebep olan yüksek seciyelerini ve kıymetli meziyetlerini haber vermektedir. Onların muttasıf oldukları mümtaz sıfatları / fıtratları ayrı ayrı ifade etmektedir. Rasûlullah'ın (s.a.v.) dâr-ı bekaya irtihalinden sonra onun makamına geçecek dört halifeye hilafet tertibi ile işaret edip, her birinin en meşhur mizaç ve huylarını, kendilerine hâs sıfatların dahi şöyle açıklamaktadır:
"Onunla beraber olanlar” cümlesi; hususi beraberlik ve hususi sohbet ile ve en evvel vefat ederek, yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz insan Hz. Ebu Bekir Sıddık'ı (r.a.) göstermekte…
"Kâfirlere karşı şiddetlidirler” ifadesiyle, gelecekte fetihleriyle dünya devletlerini titretecek ve adaletiyle zalimlere yıldırım gibi şiddet gösterecek olan Hz. Ömer'i (r.a.) işaret etmekte…
"Kendi aralarında merhametlidirler” ilahî beyanıyla, istikbalde, büyük bir fitnenin vukuu hazırlanırken, son derece merhamet ve şefkatinden, Müslümanlar arasında kan dökülmemesi için canını feda edip, nefsini teslim ederek, Kur'an okurken mazlumen şehid olmayı tercih eden, Hz. Osman'ı (r.a.) haber vermekte…
"Sen onları rükû edenler, secde edenler olarak görürsün, Allah'ın lûtuf ve rızasını taleb ederler” ifadesi, saltanat ve hilafete tam bir liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde, tam bir zühd, fakr ve iktisadı seçen ve rükû ve sücûdda devamı ve kesreti herkesçe tasdik edilen Hz. Ali'nin (r.a.) gelecekteki vaziyetini ve o fitneler içindeki savaşta mes’ûl olmadığını, niyeti ve matlabı, sırf Allah'ın lûtuf ve rızası olduğunu haber vermektedir.
"İşte bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır”. cümlesi, Rasûlullah (s.a.v.) gibi ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan sahabilerin Tevrat'taki vasıflarını haber veriyor.
"Onların İncil'deki vasıfları ise şöyledir: Onlar, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu ziraatçilerin hoşuna gider. Allah, onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.” [Fetih suresi, 29]
Sahabeler, gerçi başlangıçta az ve zayıf görünecekler, fakat çekirdekler gibi neşv ü nema bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetlenecek, kâfirlerin gayzlarını / öfkelerini onlara yutkundurup boğacaklar...
Fetih Suresi'nin bu son ayeti, Rasûlullah'tan (s.a.v.) sonra halifeliğe geçecek Hulefa-i Raşidîne işaret ettiği gibi, "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar" [Nisa suresi, 69] ayeti de aynı hakikate işaret etmektedir. Şöyle ki:
Bu ayet, sırat-ı müstakimin ehli ve gerçek ilâhî nimetlere mazhar olanlar, insanlık âlemindeki peygamberler taifesi, sıddîkler kafilesi, şehitler camiası, salihler sınıfı ve bunlara tâbi olanlar olduğunu ifade ediyor. Bununla beraber, İslam âleminde o beş kısmın en mükemmelini de, ayrıca açıkça gösterdikten sonra, o beş kısmın imamları ve baştaki reislerini meşhur huy / meziyet / karakter ve sıfatlarıyla zikrediyor...