es-Selamu Aleykum Hocam..Mevla Teala Siz Değerli Hocamıza Dünya Ve Ahirette Af Ve Afiyet Nasip Eylesin..Amin..
Hocam malumunuz mübarek ramazan-ı şerife sayılı günler kaldı..Bu ayda eski Osmanlı geleneği ramazan çadırları-çarşısı kurulmakta ve buralarda manevi bir hava oluşturulmak istenmektedir.Tabi bakıldığı zaman ne kadar bir manevi hava oluşturulmuştur tartışılır bir durum söz konusu..Özetle bu tarz ramazan etkinlikleri yapmak doğru mudur?Yapılıyorsa da bunun bir usulü erkanı var mıdır?Allah razı olsun Hocam..Selam ve dua ile.. Mehmet Fazıl
*******
Ve aleykümü’s-Selâm kardeşim;
Hoş ve güzel dualarınız için cümlemiz hakkında hudutsuz “amin”ler…
Söz konusu “etkinlikler”in usûlü-erkânı; şer’î-dinî ölçülere ne derecede uyup uymadığı, manevi-ahlâkî bakımdan topluma faydasının ya da zararının ne olup olmadığıyla alakalıdır. Kıstas bu olduktan sonra neyin ne olduğunu, bunları yapmanın doğru mu eğri olacağını, yapılacaksa nasıl yapılması icap ettiğini anlamakta herhangi bir güçlük kalmaz. Öyle değil mi?
Ancak bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız kadarıyla “ramazan etkinlikleri” denilen faaliyetlerin pek de ramazan ayının ruhuyla mütenasip olduğunu söyleyebilmemiz mümkün değildir. Genellikle bu faaliyetler, “ramazan eğlenceleri” olarak karşımıza çıkmaktadır ki, bu da bize sanıldığı gibi Osmanlı’dan değil, İttihatçılar’dan tevârüs etmiş âdetlerdir. Bunun da Müslümanlarca kabul edilebilir bir hâli yoktur. Mesela bizim Esenler’de, tam da cemaatin yatsı ve teravih için camilerde olduğu anlarda, merkezi dörtyolda olan “etkinlik” alanından öylesine bir gürültü kirliliği yükseliyor ki, ibadette huzur-sükûn ve hazz bulabilene aşk olsun. Ayrıca bu sözde etkinlikler gece yarılarına kadar sürmekte ve insanların istirahatine de engel olmaktadır.
Geçen sene başkana e-maille bu nâhoş durumu ve rahatsızlığımızı bildirdik, bir çare bulup buna engel olmalarını istedik, o da ertesi günü meydanda bize sözlü olarak cevap verdi: Ramazan süresince sabredip buna katlanmamız gerektiğini, hatırlattı… Ne mecburiyetimiz varsa, bilemiyoruz artık… Oysa meşhur Mecelle hukukumuzda, “mefsedeti def, menfaati celpten önce gelir” hükmü esastır. Yani ameller-faaliyetler mevzuunda önce haramı-kötüyü-bozgunculuğu terk etmek, sonra sâlih / iyi amelleri işlemek gelir. Böyle olunca, haramların -kötülüklerin terkinde sevap manası daha baskındır. Bir günahı terk etmek, insanların huzuru-ıslâhı için çalışmak Allah’ın kat’i bir emridir. Bu emri yerine getirdiğimizde farz işlemiş oluyoruz. Farzın da diğer amellerden / nafilelerden / menduplardan üstün olduğu isbata lüzum kalmayacak derecede açıktır.
Bu sene ne olur, nasıl bir yol takip ederler, farklı bir uygulama olur mu, bilemiyoruz, bekleyip göreceğiz. Hayırlısı olsun. Şunun şurasında pek de bir şey kalmadı…
Hiç kimse unutmasın ki, her kim iyilikten ve kötülükten zerre miktarı bir şey yapmışsa bunun kurşılığını mutlaka bulacaktır.