SORU:

halis ece beye bir sorum olacak.merakımı mazur görünüz ama burada>> kul hakkını ödeme ile ilgili olarak yazdıgınız namaz ve ihlas suresi okumak biraz mantıksız.bu bilgilere nereden ulaştınız.araştırmama ragmen bu verdiginiz bilgilerle ilgili kaynek hadis ve ayet bulamadım.eger böyle bir şey olsaydı mutlaka hadis ve ayet olmazmıydı?üstelik rasulullah s.a.v efendimiz miraçdan neden eli boş dönsün.kul hakkı affedilmeyecek diye.bunlar bana çok mantıksız geldi.bir açıklamanızda müzdelifede kul hakkını rabbül aleminin kendi üzerine aldıgını yazmışssınız.bu nasıl bir şey.ya yazarken hata var yada bilgilerde .yada mezhep farklılıgı var.adffınıza sıgınarak yazıyorum bu düşüncelerimi.hakkınızı helal edin.


CEVAP:

Dini bilgiler ve hükümlerle ilgili hususlarda illa da mantık kriterleri aranmaz. Çünkü İslâm, aklın yanında nakle de istinat eder. Eğer mantık aransaydı, oruç tutamayanların, bunun mukabilinde fidye vermesini nasıl açıklardınız? Biri imsak, öbürü iftar…

Bahis mevzuu bilgilere nereden mi ulaştım? Bunu görmüş olmanız lazım. Ama ben yine de tekrar hatırlatayım: Fazilet Neşriyat firmasının neşrettiği, “Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye edilen DUA VE İBADETLER” isimli kitapçıktan. Onun kaynağı da, o camianın müntesibi bulundukları üstazları-üstâzım son devir dersiamlarından ve Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiye-i Müceddidîn kolu silsilesinin 33. ve sonuncu halkası Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri...

Malumunuzdur, tasavvufta şöyle bir usûl vardır: “Müridin fıkhı mürşidinin amelidir” diye… İşte, mürşid-i kâmil u mükemmil olan o zat, bir gün ders esnasındaki bir sohbetlerinde şunları söylüyor: “Muharrem’in birinci günü, mea’l-Besmele bir defada bin İhlâs okuyup İhlâs Hatmi yapan kimseyi Cenab-ı Hak, huzuruna kul borcu ile almaz; dünyada ödemeğe müyesser kılar. 100 lira borcu olan biri, bu tatbikatı yaptığından, ölmezden 3 gün evvel borcu verilmiştir.” (Notlar, Ahbab, s. 77)

Kısacası bu okunan İhlâs Hatmi ile kul borcu ödenmiş oluyor denmiyor; “kul borcunun ödenmesine vesile” olduğu-olacağı hatırlatılıyor…
***

Keza biz bu yazılarla kul borcunu –hâşâ-hafife filan alıyor değiliz. Bilakis bu çok önemli mevzuya, tehlikeli günaha dikkat çekiyor, ondan kurtulmanın yollarına işaret etmeğe çalışıyoruz.

Nitekim Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin kendilerini mazlumlara (hakkı yenen kişiye) bağışlatmalarını öğütler. Bunun yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin salih amelleri, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verilir. Eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahları zâlime yüklenir. (Buhari, Sahîh, Mezalim, 10). Bu hadise göre kul hakkı, kişinin Cehennem'de çekeceği azap noktasında önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır.

Yine Ebu Hüreyre’den (r.a.) gelen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.); Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen kimseyi "müflis" (iflas etmiş, batmış, elinde bir şeyi kalmamış kişi) olarak tavsif etmişlerdir. Hadis-i şerif mealen şöyledir: Efendimiz (s.a.v.), "Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab (r.anhüm): "Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir", dediler. Rasûlullah (s.a.v.), "Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir" buyurdular. (Müslim, Sahih, Birr, 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 2)

… ve bu mevzuda daha nice ayet ve hadisler, âlimlerin-velilerin ikaz ve öğütleri…

Bunları kim, nasıl göz ardı edebilir?
***

Yine bilirsiniz ki;dinî-şer’î bilgilerin kaynağı sadece Kur’an ve Sünnet’ten ibaret değildir. Edile-i Şer’iye-i Asliye bile iki değil dörttür… İcma’ ve Kıyası da unutmamak lazım. Ayrıca bunların yanında bir de Edile-i Şer’iye-i Fer’iye’ler vardır ki, sarınım bunları burada saymağa gerek yok. Kaldı ki bunlar zâhir-i şeriatın delilleridir… Peki bâtın-ı şerîatın delilleri ne olacak? O delillerden bâtına dair olan hükümleri kim istinbat edecek? İşte bu noktada sözü ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî es-Serhendi (k.s.) hazretlerine bırakmak istiyorum… Bkz. http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/340-seri-hukumlerin-zahir-ve-batininin-isbati.html

***

Mi’rac’la alakalı bilgilerinizi tazelemek için de, aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz:
http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/18-mubarek-gun-ve-geceler/594-mi-rac-gecesi-ve-ondaki-ilahi-esrar.html


***

Ayrıca yine hatırlamakta yarar var; bir şeyin size, bize veya başkalarına mantıklı ya da mantıksız gelmesi, pekala bileceğiniz üzere dinî meselelerde ölçü olamaz. Zaten bugün bu alanda ne çekiyorsak, hemen hemen pek çoğunun kaynağı “sana göre, bana göreciler”den değil midir? Lütfen biz bari bu tuzağa düşmemeye gayret gösterelim.
***

“Müzdelife”yle ilgili bahis mevzuu rivayete gelince...

“Abbas b. Mirdas es-Sülemî’nin (r.a.) anlattığına göre, Rasûlüllah (s.a.v.), arafe günü akşamı ümmeti için mağfiret duasında bulunmuştur. Rabb Teâlâ duasına, ‘Ben, zâlimler hariç ümmetini mağfiret buyurdum. Zira ben zâlimden mazlumun intikamını alacağım.’ diye icabette bulunmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.), ‘Ey Rabbim, dilersen mazluma (kendi nezdinden-hazinenden bir lûtuf olarak) cenneti verir, zâlimi de affedersin!’ dedi. O akşam Rabb Teâlâ bu duasına icabet etmedi. Rasûlüllah (s.a.v.) Müzdelife’de sabah namazını kılınca, önceki (cevapsız kalan) duasını tekrar etti. Duasına, arzusu istikametinde cevap verildi. Ravî devamla, ‘Rasûlüllüh (s.a.v.) bunun üzerine (memnuniyetinden) güldü –veya tebessüm etti-.' demiştir.Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhüma), ‘Annem-babam sana kurban olsunlar! Şimdiye kadar bu saatlerde hiç gülmemiştiniz. Sizi güldüren şey nedir? Allah seni sevindirsin!” dediler. (Efendimiz s.a.v. cevaben) buyurdular ki, ‘Allâh’ın düşmanı iblis, Rabb Teâlâ hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve ‘Yazıklar olsun bana! Helâk oldum, her emeğim boşa gitti!’ diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü.” (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 17, 378-379; Ayrıca bkz. Seyyid Abdülkadir Geylani, Gunyetü’t-Tâlibîn (Çeviri, A. Faruk Meyan), Bereket Yayınevi, İst. 1981, s. 336-337)

Nasıl bir şey olduğunu merak etmişsiniz, işte gördüğünüz gibi böyle bir şey.

Bu husustaki Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin açıklamaları ise şöyle:

“Ümmet-i Muhammed’e af va’d edilen makamlar….
Müzdelife ‘mahal-i cem’’dir. Rasûlüllah Efendimiz Haccü’l-Veda’daki son hutbelerini irad buyurduktan sonra, Müzdelife’ye gelinceye kadar ağladılar. Allahü zû’l-Celâl hazretlerine iltica edip ümmeti için af ve mağfiret dilediler. Hazret-i Mevla da; bu makamlara gelip kendisinden af diledikleri takdirde, Ümmet-i Muhammed’i af edeceğini va’detti. Fakat bu herkese söylenmez.” (Notlar, Sunguroğlu, s. 52)
***

Bütün bunlar size göre, Ya yazarken hata var ya da bilgilerde.” gibi mi gözüküyor? Lütfen biraz insaf, biraz iz’an… Tenkit edeyim derken, üslubumuza da dikkat etmeye çalışırsak iyi olur.

Hele hele yukardaki cümlenin devamında gelen, Ya da mezhep farklılığı var.” ifadeniz, cidden “evlere şenlik!” dedirtecek cinsten…

Bendeniz; itikkaden Ehl-i Sünnet-Mâtürîdî, amelen Hanefî, meşreben Nakşî bir Müslümanım elhamdüllilah. Bunların dışında bir mezhep ve meşrebe mensup olabileceğim intibaına nereden ve nasıl vardınız? Hakikaten merak ettim.
***

Son olarak, Affınıza sığınarak yazıyorum bu düşüncelerimi. Hakkınızı helal edin.” demişsiniz… Kusura bakmayın ama, bunlara düşünce değil, “vesvese” demenin daha uygun düşeceği kanaatindeyim. Hellallık meselesini bilahare düşünürüz.

Bilvesile tekrar selamlar…

Go to top