Selamün Aleyküm Hocam. Hanefî bir Müslümanın başka bir  sünni mezhebin hükmünü taklit etmesi caiz midir, taklit için belirli şart yada şartlar var mıdır? Allaha emanet olunuz. Cenabı Allahtan sağlık ve afiyet üzere bereketli ömürler niyaz ederim.  Şuayp Zeki Gümüş - Hollanda 

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Anladığım kadarıyla bu sorunuzla, ‘mezhepler arası taklid’in câiz olup olmadığını, câizse hangi şartlarda bunun gerçekleşebileceğini soruyorsunuz.

Evvela taklidin ne olduğunu görelim…

Taklit; bir mesele hakkında, bir müçtehidin -delilini bilmeden- içtihadına göre amel etmektir. Bilirsiniz bir kimse, kadın olsun erkek olsun, akıl-baliğ olduğunda dört mezhepten birisini taklit etmek hususunda serbesttir. Sonra istediği zaman da, -tasvip edilmese bile- muvakkaten veya sürekli olarak başka bir mezhebe geçebilir. Ancak genelde, kişi hangi beldede dünyaya gelmişse, beldesinde hakim olan mezhebi taklit etmekte ve bu mezhebe göre hayatını şekillendirmektedir. Taklidin beş şartı vardır. Bunlar şunlardır:

1- Bir meselede bir mezhebi taklit edebilmek için, o meselede, o mezhebin bütün şart ve vaciplerini bilmek gerekir. Mesela, Hanefî olan birisi, abdest hususunda Şâfiî mezhebini taklit edecekse, abdestin şart ve vaciplerini Şâfiî mezhebine göre bilmesi ve onlara riayet etmesi gerekmektedir.

2- Taklit etmek, ibadet ve amelin edasından sonra olmamalıdır. Mesela, eli kanadığı için abdesti bozulan bir Hanefî, elinin kanadığını unutarak namazını kılsa ve namazdan sonra elinin kanadığını ve abdestinin bozulduğunu hatırlasa, “Nasıl olsa Şâfiî mezhebinde kan abdesti bozmaz, namazım tamamdır” diyemez. Ama eğer, elinin kanadığını namazdan sonra fark etse, bu durumda Şâfiî mezhebini takliden namazını iade etmez.

Bu iki hüküm arasındaki farkın sebebi şudur:

Birinci vaziyette, elinin kanadığını ve abdestinin bozulduğunu namazdan önce biliyor ve sonra bunu unutarak abdest almadan namazını kılıyor. Burada kusur kendisine aittir. Abdestinin bozulduğuna vakıf olduğunda abdest alabilecek iken bunu tehir etmiş ve abdestsiz olduğunu unutmuştur. Kusurunun cezası olarak ta namazını iade eder.

Ama ikinci halde kusuru yoktur; zira namazdan önce elinin kanadığına vakıf değildir ki, tekrar abdest alma ihtiyacını hissetsin. İşte kusuru olmadığı için de, namazdan sonra Şâfiî mezhebinin hükmüyle amel etmesi câiz görülmüştür.

Demek ki bir kimse, bir ibadeti tamamladıktan sonra, kendi mezhebine göre bu ibadetin olmadığının farkına varsa, bakılır; eğer kendi kusuru ve unutkanlığı sebebi ile ibadeti bozulmuşsa, bu ameli iade eder, başka bir mezhebi taklit edemez. Eğer kusuru olmayarak iradesi dışında bozulmuş ve bozulduğunun farkına ibadeti tamamladıktan sonra varmışsa ve amel bu haliyle başka mezhebe göre sahih ise, bu ameli-ibadeti iade etmez.

3- Keyfi olarak ve kolayına geldiği için değil, meşru bir sebepten dolayı taklit etmesi gerekir. Yoksa sadece kolayına geleni seçmek ve mezheblerin kolay hükümlerini cem etmek, câiz olmayıp; şer’an yasaktır.

4- İmam-ı Azam ve İmam Şâfiî (rahımehumullah) gibi bir müctehid-i mutlakı; ya da İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed (rahımehumullah) gibi bir müctehidün fi’l-mezhebi; ya da İmam Nevevî ve İmam Serahsî (rahımehumullah) gibi bir müctehidün fi’l-mesâili taklit etmelidir. Bu makamlarda olmayanı taklit etmek câiz değildir.

5- Telfik etmemek, yani mezheblerin zıt hükümlerini bir meselede toplayarak amel etmemesi gerekir. Mesela, Hanefî mezhebinde; akıllı olup büluğa eren bir kadının nikâhı için velisinin izni ve rızası şart değildir. Diğer mezheblerde ise bu şarttır. Mâlikî mezhebinde de, nikâh akti esnasında şahitlerin hazır bulunması şart değildir. Akitten sonra ilan etmek yeterlidir. Ama diğer mezheblerde şahitlerin hazır bulunması şarttır. Yine Şâfiî mezhebinde, mehri dile getirmek şart olmayıp, Mâlikî mezhebinde şarttır. Şimdi bir kimse, nikâh hususunda bu üç mezhebi birleştirip telfik etse; yani, Hanefî mezhebine göre velinin izni olmaksızın, Mâlikî mezhebine göre şahitsiz ve Şâfiî mezhebine göre de mehirsiz olarak nikâh kıysa, bu nikâh geçerli olmaz. Çünkü böyle bir nikâh, Hanefî’ye göre de, Şâfiî’ye göre de, Mâlikî’ye göre de sahih değildir.

Eğer taklit, takvâ cihetiyle olursa bu câizdir. Mesela, abdestte niyet etmek Hanefîlere göre vacip değil, diğer üç mezhebe göre ise vaciptir. Hanefî birisi, diğer üç mezhebe muhalefet etmemek için abdeste niyet ile başlarsa, bu güzeldir. Veya Hanefî mezhebine göre kadına dokunanın abdesti bozulmaz, Şâfiî mezhebine göre ise bozulur. Bir Hanefî, Şâfiî mezhebine de riayet etmek için kadına dokunduğunda abdestini tazelerse, bu güzeldir ve takvadır.
Netice olarak şöyle diyebiliriz:

Bir mezheb mensubunun diğer bir mezhebin hükmünden faydalanması, kişinin muhtaç olduğu bir meselede, o mezhebi taklit etmek suretiyle olursa, bunda beis yoktur ve câizdir. Hac ve umre yapan Şâfiîlerin, abdestte Hanefîleri taklit etmesi gibi… Çünkü tavaf ve sa’y vazifelerinin abdestli yapılması gerekir. Şâfiî mezhebinde ise kadına dokunmak ile abdest bozulur. O kalabalıkta, farkında olmadan kadına dokunmak mümkün, hatta kaçınılmazdır. Her dokunuşta abdest almanın zahmetinden dolayı, Şâfiîler bu ibadeti yaparken Hanefîleri taklit edebilirler.

Eğer taklit etmek, mezheblerin kolay taraflarını araştırmak ve zaruri bir ihtiyaç yokken, sırf kendi nefsinin tatmini için işine gelenleri yapmak şeklinde olursa, bu câiz değildir. Çünkü bu bizi, kabul edilmeyen ‘telfîk’a ve ‘mürekkep icma’ ile câiz olmayan sonuçlara götürür.

Müctehid âlimler, bir bakıma mütehassıs tabiplere benzemektedir. Nasıl ki hasta olduğumuzda bir doktora gidiyor, onun tedavisini uyguluyor ve aynı anda iki üç farklı doktorun tedavisini uygulamak mümkün olmuyorsa; maddî ve manevî hastalıklarımızın ilaçlarını, Kur’an ve Sünnet eczanesinden bizlere sunan müçtehid imamları da taklit ederken, birini kendimize rehber yapmalı ve zaruri bir ihtiyaç yokken başka bir müçtehidin kapısını çalmamalıyız.

Bilmukabele hayır-dualarımla, Allah’a emanet olunuz. 

Go to top