Selamun aleykum hocam.
Sorduğumuz sorulara vakit ayırıp cevap verdiğiniz için tesekkür ederim.
IŞİD’i anlattığınız yazınız da harika, http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2142-isid-i-anlatan-hadisler.html bu bilgi için ayrıca tesekkür ederim...
Bu bela zuhur ettiğinde Cübbeli hoca da bu hadisi şerifleri anlatmisti... ama siz söyleyince durumun vahametini daha iyi kavradım.. bu bela hakkında baska tavsiyeleriniz varsa lütfen paylasın...
Bir de eğer bir zararı dokunmayacak ise kürtleri de anlatır mısınız? Zalim gözüküp mazlumlar mı? Yoksa mahiyetleri nedir? Hiç sevemiyorum, yanlışmiyim?
Açıktan cevaplamanız mahzurlu ise özelden yazar mısınız..?
Allah razı olsun...
tetesekkur-isid-kurtler
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Teşekkürlerinize mukabil bizden de şükranlar…
IŞİD mevzuunda bu sitede, bu formatta daha fazla bir şey yazmaya-çizmeye gerek olduğu mülahazasında değilim. Zaten olanları güncel olarak yaşıyoruz. O iki hadis-i şerif de tabloyu en bariz şekilde resmetmektedir. Kanaatimce daha fazla söze gerek yok. Aktüaliteyi de basından-medyadan her an için takip edebiliyoruz. Ama dilerseniz sorunuzda işaret ettiğiniz yazımızın linkini bir kez de burada tekrarlayalım, gözden kaçmasın: http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2142-isid-i-anlatan-hadisler.html
Diğer sorunuza gelince…
Sizin de işaret ettiğiniz gibi hassas bir mesele... Söz konusu ırkın mensuplarını küllî bir değerlendirme ile “Hiç sevemiyorum, yanlış mıyım?” demişsiniz. Açık yüreklilikle hemen ifade edelim; gayet tabii ki bu küllî tavrınız yanlıştır, tasvip edilemez, İslâm’ın “Mü’minler ancak kardeştir” düsturuna aykırıdır. Hangi ırktan, hangi renkten olursa olsun, mü’min mü’mini sevmeye mecburdur; ona buğzedemez, ona sırt çeviremez, üç günden fazla onunla küs duramaz! Ama kötü insanlar, zâlim ve fâsıklar da yine hangi ırktan-milletten olursa olsun, elbette ki sevgiye değil buğza layıktırlar. Binaenaleyh onların da kötülerini elbette ki sevmeyiz, sevemeyiz. Doğru olan tutum ve davranış biçimi bu olmalıdır.
Neticede hepimiz insanız; atamız, Hz. Adem ve Havva validemiz… Aynı anne-babanın çocuklarıyız. Ancak muhtelif ırklara-kabilelere-milletlere ayrılmışız. Malum, bunun da sebepleri-hikmetleri var. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bunu bize şöyle beyan buyuruyor:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvâlınızdır. Muhakkak ki Allah, her şeyi hakkıyla bilir, herşeyden lâyıkıyla haberdârdır.” [Hucurât suresi, 13]
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de Veda Hutbelerinde bu hususta ümmetini şöyle ikaz ediyordu:
"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah'tan korkmaktadır. Allah indinde / nezdinde en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.
"A’zâsı kesik siyahî bir köle (bile) başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
"Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.” [İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 411]
Gerek ayet-i kerime ve gerekse hadis-i şerifte açıkça belirtildiği üzere, hiçbir milletin-kabilenin-ırkın, soyun sopun biririne üstünlüğü yok. Üstünlük ölçüsü, sadece “takvâ”dır. Kötülük ve kötüler her milletin-ırkın içinden çıkabilir; her toplumun arasında âlim de zâlim de, sâlih de fâsık da, mü’min de münkir-müşrik de bulunabilir. Bu kötüler ve kötülükler vesile edilerek, o toplumun tamamı kötülenemez. İyilerle kötüleri birbirinden ayırmak lazım. Meşhur ifadesiyle, renkler sadece siyah-beyazdan ibaret değildir, arada gri renkler de, farklı desenler de vardır. Fakat maalesef böyle hassas dönemlerde insanlar bu ayrımı yapmakta zorlanıyor; küllî hükümle bir kavim hakkında topyekün bir değerlendirmeye gidiyor ki, gerçekten çok yanlış bir tutum! Bu tavır ne insanlıkla, ne ahlâkî kriterlerle, ne de İslâmî değerlerle bağdaşır. Şiddetle kaçınılması gerekir! Her millette, her toplumda, her zaman ve her yerde daima iyiler iyi, kötüler kötüdür. Bunları biribirine karıştırmamak, sapı samandan ayırmak, it izi ile at izini tefrik etmek gerek! Tabii ki bu noktada en büyük sorumluluk ve görev de, idari-içtimai mevkilerdeki yönetici ve toplumu yönlediren ilim ve irfan sahiplerine düşmektedir.
Maamafih her devirde her sınıf insan arasında bu ‘bütüncü yaklaşım’a düşebilen, belli kişilerin hatalarını toplumun tamamına mâl edebilen fertler de olmuştur, olabilir, kıyamete kadar da olacaktır. Akl-ı selim sahiplerine düşen ise, bu gibileri ikaz edip, hatalarına engel olmaya çalışmakktır.
Bu cümleden olarak Halvetî Tarikatı şeyhi, büyük âlim, ârif, pek çok eserinin yanında 10 ciltlik Ruhu’l-Beyan Tefsiri’nin de müellifi olan İsmail Hakkı Bursevî (k.s.) hazretleri bile, maalesef bu sıkıntıya düşmüştür. Sebebi ise; rivayete göre, Hz. İbrahim’in ateşte yakılması fikrini ortaya atan kişinin, güya Kürt asıllı birinin olmasıdır. Oysa bu yanlış dahi bir milleti toptan kötülemeye sebep olmaz, olamaz, olmamalıdır. Öyle değil mi? Kaldı ki bu mevzuda farklı rivayetler de vardır. Onları da gözardı edemeyiz.
Kezâ iki cihan serveri Efendimize (s.a.v.) ve güzide ashabına onca zulmü reva gören Ebu Cehil, Ebu Leheb ve benzeri kâfirler Arap’tır diye, onların yüzünden koskoca bir Arap milletini-âlemini tamamen suçlu görmek de, İslâm ölçüleriyle, iman şuuruyla asla imtizaç etmez. Bu değerlendirme İslâmî kıstaslara uymaz.
Günümüzde de Türk, Arap, Kürt ve sair milletlerden bir çok ateist, Allah, peygamber ve din düşmanı vardır. Şimdi bunların yüzünden içlerinden peygamber gelmiş, binlerce evliyâ, sulehâ, ulemâ-fukaha, şühedâ yetiştirmiş bu milletleri topyekün tahkir etmenin, din bakımından ne kadar riskli, vicdan ve insaf açısından ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğu âşikâr değil midir? Bunun münakaşası, tartışması bile olmaz!
Bu ve benzeri hatalar, kimden gelirse gelsin, bu tutumun, İslamî kriterlere aykırı olduğu açıktır. Nitekim buyuruyor ki Yüce Rabbımız: “Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.” [En’âm suresi, 164] Ne Ebu Cehl’in yükü ashabın önde gelenlerinden oğlu Hz. İkrime’ye (r.a.) yüklenir, ne de onun vesilesiyle babası Cennet yüzü görebilir. Dolayısiyle ırkçılığı tedai ettirecek her türlü ifade, tutum ve davranışlar, hiç kimsenin bir başkasının suçundan ötürü suçlanamayacağını beyan eden bu ilahî hükme aykırıdır, taban tabana zıttır.
Bir kâfir yüzünden milyonlarca âlim, ârif, evliyâ, mürşit yetiştirmiş Kürt milletinin tamamına kötü gözle bakmak, haksız hücumlarda bulunmak, özellikle de mesela Bursevî hazretlerinin dediği gibi, “Kürtlerin sâlih olanlarıyla bile arkadaşlık, yakınlık kurulmamasını” [Bkz. Enbiya suresi, 69. ayet tefsiri] tavsiye etmek, fevrî bir hareketin, hissî bir yaklaşımın tezahüründen başka bir şey olamaz.
Ne diyelim; Rabbimiz (c.c.) onun da taksiratını affetsin. Neticede o da efrâd-ı ümmetten bir ferttir, peygamber olmadığına göre masum değildir. Hepimizin olduğu gibi, haliyle onun da hataları vardır, olabilir. Bizim için önemli olan, hatayı öğrenip idrâk ettikten sonra, bu hatada ısrar etmemektir.
Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1135-tefsiru-ruhu-l-beyan-dan-iki-mesele.html