Kıymetli hocam s.a “İbrahim A.S.’mın milletindenim” demekle asıl kast olunan nedir? Bizim anladığımız milliyetçilikle alakası var mıdır? Teşekkürler.. ahmet nail tunalı
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim;
“İbrahim aleyhisselâmın milletindenim” cümlesindeki “millet” kelimesinden kasıt dindir, yani İslâm dini. Malumunuz, ilk insan ve ilk peygamber atamız Adem aleyhisselâmdan son peygamber Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) kadar bütün peygamberlerin tebliğe memur oldukları dinin adı İslâm’dır, hepsi de usûlde (itikatta) aynıdır, değişen sadece şeriatler (amelî hükümler)dir.
Binaenaleyh zikri geçen cümledeki ‘millet’ kelimesinin bugünkü anlaşılan manadaki ‘milliyetçilik-ırkçılık-kavmiyetçilik’le bir alakası yoktur. Hadis-i şerifte, "Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir" [Müslim, Sahih, İmâre, 53, 54, 57]buyrulmuştur. Dilerseniz bunun detaylıcevabını, Aylık Tarih ve Kültür Dergisi YEDİKITA’dan nakledelim.
“Lisanımızda bu kelime, yukarıda belirtilen manasını tamamen kaybetmiş, sosyal ve siyasi bir mana kazanmıştır. Bir toprak üzerinde yaşayan, müşterek bir menşe’ ve lisana sahip insanların tamamına millet denilmiştir. Günümüzde ‘milliyetçilik’ diye tabir edilen ‘kavmiyetçilik’ ve ‘ırkçılık’ İslâm’da yoktur. İslâm renk, dil, cinsiyet ve coğrafya farklılıklarına değer vermez, bunların hepsini eşit tutar. Üstünlüğün ise sadece ‘takvâ’ ile olduğunu bildirir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde ve birçok defalarda ‘Arab’ın aceme, acemin Arab’a, hiçbir beyazın siyaha, hiçbir siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Allâhü Teâlâ katında üstünlük ancak ‘takvâ’ iledir.’ buyurarak kavmiyetçiliği yasaklamıştır.” Ayrıca şu linke de bakabilirsiniz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2151-isid-ve-usaklar.html
***
Kur’an-ı Kerim’de, sadedinde olduğumuz mevzu ile alakalı bazı ayetlere kısa bir atf-ı nazar edelim.
“Bir de, ‘Yahudi veya Hıristiyan olunuz ki, hidâyet bulasınız’ dediler. (Rasûlüm) de ki: ‘Hayır, biz hanîf olan (bir tek Allah’a inanan) İbrahim’in milletindeyiz (dinindeyiz)! O hiç bir zaman müşriklerden (Allah’a ortak koşanlardan) olmadı. Ve deyin ki; biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Esbat’a (onun torunlarına, onun soyundan gelenlere) ne indirildise, Musa’ya ve İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden olarak ne verildiyse hepsine iman ettik! O’nun Rasûllerinden hiç birinin arasını ayırmayız. Ve biz ancak O’nun için (Allah için) boyun eğen Müslimleriz.” [Bakara suresi, 135-136]
“(Habîbim) de ki: ‘Allah doğru söylemiştir. O halde hanîf (bâtıldan uzak, tamamen Hakk’a / İslâm’a yönelmiş) olarak İbrahim’in milletine (dinine) uyunuz. O, müşriklerden olmadı.” [Al-i İmrân suresi, 95]
Bakara suresi, 135’inci ayetin tefsiri: Yahudiler ve Hristiyanlar, herkese; “Siz de Yahudi ve Hristiyan olunuz ki, hidâyet bulasınız.” dediler. Yahudiler Yahudiliğe, Hristiyanlar da Hristiyanlığa davet edip durdular. Bunlar, ikisi bir araya gelmez iken, her biri kendi yoluna davet edip ihtilaf ve niza’ çıkardılar, hem de bunun hidayet olduğunu iddia ettiler. İşte bundan dolayı, Habibim Ahmed Rasûlüm yâ Muhammed! Sen şöyle de, ‘Yahudi ve Hristiyan olmak değil, bilakis hanîf, yani küfür ve şirkten arınmış, hakka ve tevhide yönelik olarak İbrahim milleti olalım, hep onun milletine (tebliğ ettiği dine) uyalım, onun milletinden ve ehlinden olalım. İbrahim hanîf idi, müşriklerden değildi.
Kendisinden sonra gelen ve yukarıda görüldüğü üzere, birçok yönden müşriklere benzeyen Yahudi ve Hristiyanlardan hiç değildi. Lakin onlar geçmiş bir ümmet idi. “Biz onlardan nasıl olalım?” derseniz, onun da kolayı vardır:
Evvela geçmiş olması onların arkasından gitmeye, onlara uymaya engel değildir.
İkincisi, zaten siz o geçmiş ümmetin aynen kendisi değilsiniz; onu yenileyen, yeniden ihya eden, daha da genişleten ve İbrahim’in duasında onun isteğinin gâyesi olan yeni ve büyük bir ümmet, müslim bir ümmet olunuz ki, bu ümmet İbrahim’in ümmetini de içine alan daha büyük bir cemiyet olmuş olsun.
136’ncı ayetin tefsiri: Böyle olmak için şöyle deyiniz: ‘Biz, Allah’a, bize inzâl olunana; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına inzâl olunana, aynı şekilde Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olana ve bunlardan başka daha ne kadar peygamber gelmiş ise Rabları tarafından kendilerine verilmiş olana da iman ettik. Bunların hiçbirisinin arasında fark gözetmeyiz.’ Yahudi ve Hristiyanların yaptığı gibi, bir kısmını tanıyıp, bir kısmını tanımazlık etmeyiz. Böyle söylemek, “hepsinin derecesini eşit ve aynı biliriz” demek değildir. “Hiç birini inkâr etmeyiz, hepsinin peygamberliğini kabul ederiz, peygamberliklerine iman etme mevzuunda farklı bir tutum içine girmeyiz” demektir. Şu halde önce Allah’ı, sonra kendi peygamberimizi, daha sonra da onun, peygamberdir diye bize bildirdiği peygamberleri tanırız. Ve biz sadece Allah’a teslim olmuş ve bağımlıyız.
İşte İslâm milleti, böylesine geniş ve bütün dinleri içine almış olan en mükemmel bir din ve muhteşem bir ümmettir. [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet tefsirleri]
İbrahim aleyhisselâm, Bâbil’den ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam’da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. Ona inanların oluşturduğu kitleye “İbrahim milleti” adı verildi.
Hz. İbrahim (a.s.) Babil’den ayrılacağı zaman, babası için Allah Teâlâ’dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah’a şöyle yalvarmıştı: “Babama da mağfiret buyur, çünkü o yanlış gidenlerden idi.” [Şuarâ suresi, 86]
Babası da olsa kâfirler için dua edilmeyeceğini bilen İbrahim (a.s.) bunu, memleketinden ayrılırken verdiği sözden dolayı yapmıştı. Hz. İbrahim’in duası kabul edilmedi ve ayet-i kerimede bu durum şöyle beyan olundu: “Ne Peygambere ne iiman edenlere, akriba bile olsalar Cehennemlik oldukları onlara tebeyyün ettikten (iyice belli olup anlaşıldıktan) sonra müşrikler için istiğfar etmek yoktur (onlar için Allah’tan af dileyemezler).” [Tevbe suresi, 113]
İbrahim aleyhisselâmın bundan sonraki hayatı Lût (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve hepsini emrimizle yol gösteren imamlar ettik (önderler-kılavuzlar kıldık) ve kendilerine hayırlar işlemeği / iyilikler yapmayı, namaz kılmayı zekât vermeyi, vahyeyledik ve hep bize âbid (kulluk edenlerden) idiler.” [Enbiyâ suresi, 73]
Allah Teâla, İbrahim aleyhisselâma on sayfalık bir kitap da vermiştir. Uzunca bir süre yaşadıktan sonra, ömrünün sonlarına doğru Mısır’a gitti. İbrahim (a.s.) vefat ettiğinde -kuvvetli rivayetlere göre- Kudüs yakınlarında Halîlü’r-Rahmân denilen yerde defnedildi.
Hz. İbrahim’in dinin temeli tevhide (Allah’ın birliğine) dayanıyordu. Ancak zamanla bu inanç unutulmuş ve putperestlik Araplar arasında tamamen yayılmıştı. Buna rağmen birkaç kişide tevhit akîdesinin izleri görülüyordu. Bunlara “Hanîf” denirdi.
Hanîf, bâtıldan uzak, Hakk’a yönelen ve tevhid inancı üzere tek bir Allah’ı tasdik eden kişi demektir. Kur’an-ı Kerim de “hanîf” kelimesi birkaç yerde geçer. “Hanîf” daha çok, Hz. İbrahim için Allah Teala’ya saf ve temiz bir şekilde ibadet eden bir kul manasında kullanılmıştır.
Haniflikle ilgili ayetlerde şu ifadeler bulunur: “Hem sırf hakka müteveccih (yönelmiş) hanîf olarak dine yüz tut ve sakın müşriklerden (Allah’a ortak koşanlardan) olma.” [Yunus suresi, 105] “Sonra da (ey Rasûlüm) sana vahyeyledik ki: ‘Hanîf (bâtıldan uzak sırf Hakk’a müteveccih / yönelmiş) olarak İbrahim milletine ittiba' et (onun dinine uy), o hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” [Nahl suresi, 123]
İslâm’dan önce Arap kavimlerinde; Varaka b. Nevfel, Abdullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr, Kuss b. Sâide gibi kişiler hanîfler arasında bulunuyordu. Bunlar; cansız, dilsiz, hiçbir şeye güçleri yetmeyen putların önünde eğilmeyi, onlara yalvarmayı çirkin sayan kişilerdi.