Muhterem Halis Hocam,
Peygamber efendimizin soyu en güzel soydur ve nuru hep iman edenler tarafından aktarılmıştır şüphesiz. Ancak Hz.Nuh'un da hanımının kafir olduğu ve bu hanımından doğan Sam'ın Arapların babası olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin anne ve babalarının hep temiz olduğu bilgisi ile bu Hz.Nuh efendimizin hanımını nasıl birleştirmeliyiz? Cevabınız ve ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. Hayırlı günler diliyorum efendim. Db altın – gmail’den
*******
Değerli kardeşim;
Sorduğunuz meseleyle ilgili ayetin meali şöyledir:
“Allah, kâfirlere Nûh’un karısiyle Lût’un karısını bir mesel yaptı (misâl getirdi). O iki kadın kullarımızdan birer salih kulun taht-ı ısmetinde (nikâhı altında) idiler de onlara hıyanet ettiler. Onun için o iki salih kul da onları Allah’ın azâbından zerrece kurtaramadılar. O iki kadının ikisine de denildi ki; ‘girin ateşe (Cehennem’e) girenlerle beraber!” [Tahrîm suresi, 10; Ayrıca bkz. Ankebut suresi, 32-33]
Bu ayet-i kerimede yer alan “onlara (o peygamberlere) hıyânet ettiler” ifadesi, Hz. Nûh ve Hz. Lût’un onların kâfirliklerini bilmiyor olduklarına delâlet etmektedir. Zira “hıyânet” mefhumu, işlenen kötü fiilin gizli yapıldığını gösterir. [Bkz. İbn Âşur et-Tunûsî (1879-1973), et-Tahrîr ve't-tenvîr ilgili ayetin tefsiri]
Burada yer alan “hıyânet”in ne olduğu hususuna müfessirlerin sultanı İbn Abbas (r.anhuma) şu te’vili getirmiştir: “Onların bu hıyaneti küfürdü, inkârcılıktı. Onlar mü’min olmayıp kâfirlere taraftar olmakla kocalarına hıyânet ettiler. Yoksa buradaki hıyânet ‘kocasını aldatmak’ nev’inden bir hıyânet değildir. Çünkü hiç bir peygamberin karısı böyle bir çirkinliğe düşmemiştir. Allah (c.c.) da peygamberlerinin hanımlarını, kocalarını bu tür aldatmaktan korumuştur”. [Bk.. Taberî, Zemahşerî, Râzi, İbn Kesir, Kurtubî, ilgili ayetin tefsiri]
İbn Abbas (r.anhuma) bu hıyânetin tarzını de veciz bir şekilde şöyle açıklamıştır: “Hz. Nûh’un hanımı kocasına iman etmediği gibi, insanlara onun mecnûn olduğunu söylüyordu. Diğer bir rivayete göre de, Hz. Nûh’un hanımı, iman edenleri, onlara işkence yapsınlar diye toplumun güçlü olan zalim despotlarına haber veriyordu. Hz. Lût’un hanımı ise, o da iman etmediği gibi, lûtîlik yapanların fiillerine yardımcı oluyor, gelen misafirleri bir şekilde onlara haber veriyordu.” [Taberî, Tefsir, a.g.yer]
Öyle anlaşılıyor ki, bunlar iman etmiş görünüyor fakat hakikatte iman etmeyip münafıklık yapıyorlardı. [Kurtubî, Beydavî, ilgili ayetlerin tefsirleri]
Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah Teala bildirmediği sürece peygamberler de gaybı bilmezler. Bu kadınların daha önce iman etmeleri, sonradan nefis ve şeytana uyarak inkâra sapmaları ve bu inkârlarını gizli tutarak münafıklık yapmaları da mümkündür. Dolayısıyla gerçekte kâfir oldukları halde zâhiren mü’min olarak yaşamış olabilirler. Nitekim, Tevrat’ta Hz. Nûh’un Tûfan’dan sonra gemiden çıktığında da zevcesinden / hanımından söz edilir. [İbn Âşur, a.g.e., ilgili yer] Bu da onun Tûfan’dan sonra inkâra saplandığını gösteriyor. Çünkü kâfirler gemiye binmemişler ve boğulmuşlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Nûh aleyhisselâmın Cenab-ı Hakk’a şöyle iltica ettiği belirtilmektedir: “Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma. Çünkü, Sen onları yeryüzünde bırakırsan, Senin (mü’min) kullarını saptırırlar. Ve ancak kâfir ve günahkâr nesiller dünyaya getirirler.” [Nûh suresi, 26, 27] Bu ilticası da kabul edilip kâfirlerin tamamı helâk olduğuna ve zevcesinin ise gemide beraberinde bulunduğuna göre, inkâr durumunun daha sonraki bir zamanda ortaya çıkmış olabileceği ihtimâli kuvvet kazanmaktadır.
İslâm dininin temel hukuk kaidelerinden biri, Peygamber de olsa insanların üzerine düşen, zahire nazaran amel / görünene göre hükmetmektir. O bakımdan bu isimleri zikredilen peygamberlerin (aleyhimesselâm) zâhirde / görünürde mü’min olan hanımlarıyla hayatlarını devam ettirmelerinde dinen bir mahzur yoktur. Binaenaleyh ‘Hz. Nûh’un oğulları da, hanımı henüz inkâr bataklığına düşmezden önce olmuşlardır’, diye bir hüsn-i te’ville (güzel bir yorumla) meseleyi izah edebiliriz. Nitekim Hz. İbrahim’in babası için de aynı te’vil ve tavzihin yapıldığını biliyoruz. Yani İbrahim aleyhisselâm da, babası Âzer henüz muvahhid bir mü’minken dünyaya gelmiştir. Onun putlara tapışı daha sonraki bir hadisedir.
Ayrıca yukardaki ayette Nûh aleyhisselâmın hanımının kâfir olduğu açıkça bildirilmiş, fakat nasıl öldüğü belirtilmemiştir. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu hıyaneti Tûfan’dan sonra başlamıştır. Nitekim, Kitab-ı Mukaddes’in tekvin bölümünde Hz. Nûh’un hanımının da gemiye bindiği ifade edilmiştir: “Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin” [Tekvin, 6/18], “Nuh, oğulları, karısı, gelinleri tufandan kurtulmak için hep birlikte gemiye bindiler” [Tekvin, 7/7]. [Bkz. İbn Âşur, a.g.e., ilgili ayet tefsiri]
Netice olarak şunu gayet rahatlıkla söyleyebiliriz ki; görünüş itibariyle bizce karışık ve karmaşık gibi gelen bu vak’aların hiçbiri, Efendimiz’in (s.a.v.) pâk şeceresi için zerre miktarı dahi olsa bir nakîsa teşkil etmez. Yukarıdan beri, büyük İslâm âlimleri selef-i sâlihin efendilerimizin eserlerinden nakletmeye çalıştığımız bütün bu te’vil-tefsir ve tavzihler de, bunun apaçık delilleridir.
***
İlave not:
Bilindiği üzere Nuh aleyhisselâmın oğullarından bir de gene münkirlerden oldu ve gemiye binmeyip suda boğuldu. Bu da Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır:
“Gemi, içindekilerle birlikte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Nûh, oğluna bağırdı, ayrı bir yere çekilmişti; ‘ey oğlum (yavrucuğum), gel bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma’ dedi. O, ‘ben, beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım’ dedi. (Nûh), ‘bu gün’, dedi, ‘Allah’ın emrinden koruyacak yoktur, meğer ki o rahmet buyura’. Derken, dalga aralarına giriverdi, o da boğulanlardan oldu.” [Hûd suresi, 42-43]