Merhaba Hocam.
1- Damadın, düşkün ve bakıma muhtaç kaynanasına bakma zorunluluğu var mı? (ayrıca bu kaynananın iki oğlu var).
2- Hayatta olan ya da vefat etmiş birine, önceden hakkını helal edip, sonrasında haram etmek olur mu?
3- Tesbih namazını bazı camilerimizde ''sübhanallahi velhamdülillehi vele ilehe illallahüvallahü ekber'' deyip, en sonunda ''vele havle vele kuvvete ille bille hil aliyyil aziym'' eklemesini yapıyorlar. Bu tesbih namazı olur mu?
4- Bazı imamlar farzın bitiminde, kıbleye direk arkasını dönüyorlar. Bazılarıda çapraz bir şekilde sağ kolu kıbleyi görecek şekilde oturuyor. Ben bu farkı anlayamadım. Böyle yapılmasının sebebi nedir. Peygamber Efendimizin böyle bir uygulaması var mıydı?
5- Cemaatle kıdığımız vakit namazlarında birinci saf fazla sevap alırken, cenaze namazında en son safın fazla sevap almasının sebebi nedir?
6- Bir imamın gayrimüslim olduğunu sonradan öğrensek, bu imamın arkasında kıldığımız namazları kaza etmemiz gerekir mi? BİLAL
*******
Merhaba Bilal;
Gerekli-gereksiz harmanlama, biraz da zorlama sorularınızı (!) teker teker maddeler halinde ele alıp, vaktimiz, sağlığımız ve sabrımız nisbetinde cevaplamaya çalışalım.
1- “Damadın, düşkün ve bakıma muhtaç kaynanasına bakma zorunluluğu var mı? (ayrıca bu kaynananın iki oğlu var).”
Bunun da lâfı mı olur? Eğer oğulları bakmıyorsa, elbette ki damat düşkün olan kaynanasına bakacak. Oğulların annelerine bakmama vebali kendilerine ait. Onu onlar düşünsün. Meselenin fıkhî-hukuki ciheti bir yana, ahlâkî bakımdan (diyâneten) bu durum bir zorunluluktur. O kadın, damadın hanımının annesidir. Sözüm meclisten dışarı, onu sokağa mı atacak. Kendisi bakmazsa haliyle o kadının evladı olan kızı (damadın hanımı, imkânı nisbetinde) bakacak. Çünkü evladın anne-babasına bakması farzdır. Evet, her şey hukukla başlar ama, hukukla bitmez; meselenin ahlâkî yönünü de gözardı etmemek lazım. Damat beyin, evinde huzur ve sükûn içinde oturabilmesi, mutluluğu için, buna ihtiyacı var. Öyle değil mi? İslâm’ın temel esaslarını kabaca itikat-amel-ahlâk olarak bir sacayağı gibi değerlendirecek olursak, bu ayaklardan birinin ademi (yokluğu), diğerlerinin de hedmi yani yıkımı demektir. Zira bunun kıvamı için, tek veya iki ayak yetmez, üçünün birden mevcut olması gerekir.
2- “Hayatta olan ya da vefat etmiş birine, önceden hakkını helal edip, sonrasında haram etmek olur mu?”
Bir insan, birilerine hakkını helâl edip aradan bir müddet geçtikten sonra bundan vazgeçemez. Çünkü hakkını sözle helâl ettiği zamana kadar olan bütün haklarını helâl etmiş sayılır. ‘Etmiyorum’ dedikten sonra ise, ancak o andan / o günden itibaren oluşacak haklarını helâl etmemiş olur. Velhâsıl kişi, eski sözünden / kararından istese de vazgeçemez; zira bu dönüş ke-en-lem yekün’dür, yok hükmündedir. Yine bir kimse, hakkını helal etse, sonra vazgeçse, vazgeçtiğini karşı tarafa bildirmemişse, ahirette hak talebinde bulunamaz. Hatta kişi, kalben değil de, sözle hakkını helâl etse, yine helâllik tahakkuk etmiş, karşı tarafa hakkını / haklarını helâl etmiş olur.
3- “Tesbih namazını bazı camilerimizde ''sübhanallahi velhamdülillehi vele ilehe illallahüvallahü ekber'' deyip, en sonunda ''vele havle vele kuvvete ille bille hil aliyyil aziym'' eklemesini yapıyorlar. Bu tesbih namazı olur mu?”
Evet bu tesbih namazı da olur, o yönde de rivayetler vardır. Ancak fazilet bakımından tesbihin tam okunduğu namaz daha üstündar. Detaylı bilgi için bkz.
http://halisece.com/fikih/13-namaz/323-tesbih-namazi-fazileti-ve-kilinis-usulu.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/324-tesbih-namazi-hakkinda-soru.html
4- “Bazı imamlar farzın bitiminde, kıbleye direk arkasını dönüyorlar. Bazılarıda çapraz bir şekilde sağ kolu kıbleyi görecek şekilde oturuyor. Ben bu farkı anlayamadım. Böyle yapılmasının sebebi nedir. Peygamber Efendimizin böyle bir uygulaması var mıydı?”
İmam selâm verince bakılır: Eğer namaz tamamlanmışsa, imam serbesttir. Dilerse sağ tarafına, dilerse sol tarafına döner. Böylece Kıble’yi sağ veya sol tarafına alır ve öylece oturur. Dilerse çıkıp işine gidebilir. Eğer karşısında namaz kılan yoksa, dilediği takdirde cemaate doğru döner, bu müstehaptır. Namaz kılanın yüzüne karşı dönüp durmaz; çünkü namaz kılanın yüzüne karşı oturmak mekruhtur. Meğer ki arada arkası namaz kılan kimseye dönük olarak oturan kimse olsun, yani namaz kılan kimse birinci safta bulunmasın. Fakat namaz bitmiş olmayıp, kılınacak sünnet bulunursa, imam "Allahümme entesselâmü ve minkesselâm…" denilinceye kadar yerinde durur, sonra kalkar ve sağa-sola, ileriye veya geriye çekilerek o sünnet namazı kılar. Eğer kendisi başka bir şeyle uğraşmayacaksa, bu sünneti gidip evinde kılabilir. Çünkü sünnetlerin evde kılınması daha faziletlidir. Ancak cemaat imam hakkında kötü bir zan besleyecekleri düşüncesi varsa, sünnetleri eve gitmeden kılmalıdır. [Bkz. Bilmen, Ö.N., Büyük İslam ilmihali, İmamlık ve Cemaat bahsi, md. 172; Mehmed Zihni Efendi. Nimet-i İslam, İmamet bahsi, Huzur Yayın, İst., 2008, s. 348 ve (1) no’lu dipnot]
Fıkıh kitaplarındaki açıklamalar budur, onlar da elbette ki bu hükümleri nasslardan istinbat etmişlerdir. Müçtehitler arasındaki görüşler, pek çok meselede olduğu gibi, bu hususta da farklılık arz edebilir. O nokta bizleri aşan bir durumdur, biz mukallitler müntesibi bulunduğumuz mezhebin müçtehitlerine uymaktla mükellefiz. Bu hususta gelen hadis şöyledir: “Esved b. Yezid en-Nehâî'den: Bir adamın Abdullah b. Mes'ûd'a (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.v.) namazı bitirdikten sonra: 'Sağ tarafından mı (cemaate) dönerdi, yoksa sol tarafından mı?' diye dönüşünü sorduğunu duymuştum. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd: 'Rasûlullah (s.a.v.) dilediği taraftan dönerdi, çoğunlukla Hâne-i Saadeti’ne doğru olacak şekilde sol tarafından dönerdi.' diye cevap verdi. Başka bir lafızda: ‘Ekseriyetle Hâne-i Saadetleri’ne doğru olacak şekilde sol tarafından dönerdi' şeklinde geçmektedir. İbn Mes'ûd'dan ikinci tarikle gelen rivayet de şöyledir: 'Sizden birisi, ‘namazdan dönüş sadece sağdan olur’, diye ısrar ederek kendi nefsinden şeytana bir parça / pay çıkarmasın. Ben Rasûlullah'ı gördüm dönüşlerinin çoğu soldan idi.” [İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık, 6/137-138; Ayrıca bkz. İbn Hanbel, Miisned, VI/87, H. no: 24448; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, 11/123, H. no: 1235; Heysemî, senedindeki râvilerin sika olduklarını belirtir.]
5- “Cemaatle kıdığımız vakit namazlarında birinci saf fazla sevap alırken, cenaze namazında en son safın fazla sevap almasının sebebi nedir?”
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar, en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiştir. Nitekim Ebu Hureyre’den (r.a.) gelen bir rivayete göre Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Erkeklerin en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf ilk saf, en az sevap kazanacakları saf son saftır. Kadınların en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf son saf, en az sevap kazanacakları saf ise ilk saftır.” [Müslim, Sahih, Salât, 132; Ebû Davud; Sünen, Salât, 98; Tirmizî, Sünen, Salât, 166; Nesaî, Sünen, İmamet, 32; İbn Mâce; Sünen, İkame, 52; A.b. Hanbel, Müsned, H. no: 10611, 3/3; İbn Hibban; Birr ve’l-İhsan, 3, H. no: 402; 2/127]
Hasılı, namazda sünnet olan, safların böyle olmasıdır.
Fakat cenaze namazında en arka saf, cemaatle kılınan diğer namazlardan farklı olarak, sevap bakımından en faziletli saf kabul edilmektedir. Bunun hikmeti hakkında şunları ifade edebiliriz:
En ön safın cenaze sahiplerine ve yakınlarına bırakılmasının sağlanması... Arka safta durarak tevazuun gösterilmesi… Çünkü ölüler şefaatçidir ve arka safta duran kimse bu tevazuuyla şefaate daha layıktır. Ayrıca bu şekilde safların birden fazla oluşturulacak olması hasebiyle cenaze namazının kalabalık cemaatçe kılınmasının sağlanması… Zira cenaze namazında arzu edilen hususlardan biri de, safların çokluğudur. Hadis-i şerifte, "Herhangi bir cenazenin namazını üç saf Müslüman kılarsa, onun Cennet’e girmesi vâcip olur" buyrulmuştur. [Bkz. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Cenaze Bahsi; Keza Tatarhaniyye ve Mecmau'l-Enhür aynı bahisler; Hadis hasen olup Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.]
Ayrıca eğer ilk saf tercih edilse idi, cemaat az olduğu zaman geriye durmak isteyen kişi sayısı da çok az olurdu.
Öbür taraftan, faziletinden dolayı illâ da en arka safta duracağım diyerek, gereksiz engellemeler ve tartışmalar yapmaktan veya yapılmasına sebep olmaktan da kaçınılması gerektiği unutulmamalıdır.
6- “Bir imamın gayrimüslim olduğunu sonradan öğrensek, bu imamın arkasında kıldığımız namazları kaza etmemiz gerekir mi?”
Hayır, kaza etmek gerekmez. Cemaatle namaz kılmak İslâm’ın şiârıdır. İslâmiyet zâhire bakar, ‘Müslümanım’ diyeni Müslüman kabul eder. Cemaat, imamın kalbindeki imanı bilemez, bilmesi de gerekmez. Zaten dinimiz bunun bilinmesini de istememiştir. İmam olan kişi, cemaat için ‘hükmen Müslüman’ kabul edildiğinden, imamın daha sonra gayrimüslim olduğu meydana çıksa da, artık, onun arkasında kılınan namazları kaza etmek lâzım gelmez. [Bkz. Tergîbü’s-Salât, Yazması, S/Ayasofya, r. 1063; S/Nuruosmaniye, r. 1427; Ayrıca Çağatay Türkçesiyle yazılmış bir nüshası da bulunmaktadır]
Tabii ki bu hüküm, işin fetvası, yani şer’î yönü; ama takva cihetiyle düşünür, meseleyi azimet bakımından değerlendirecek olursak, o namazları kaza etmemiz muvafık olur. İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyurur ki; “İmam-ı Azam-ı Kûfî (rh.), abdestin edeplerinden bir edebi (müstehabbı) terk ettiği için yirmi senelik (başka bir rivayette: kırk senelik) namazını kaza etmiştir.”
Herhalde bundan bizim de bir ders almamız gerekir, öyle değil mi?