Selamün aleyküm Halis Ağabey. Öncelikle önceki soruma (zikir meselesi) cevap verdiğiniz için çok müteşekkirim. Allah yar ve yardımcınız olsun. Hayır dualarınıza yine talip olduğumu bildirmek isterim.Nacizane sorum Hz. Üzeyir 40 yaşındayken 120 yaşında bir oğlu var idi gibi birşey duydum biri tarafından size sormak istedim . Şimdiden teşekkürler.. Sizi gönülden seven kardeşiniz adm..

*******                       

Ve aleyküm selam kardeşim; bilmukabele gönülden muhabbetler…

Üzeyir aleyhisselâm, bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim’de isimleri geçen 28 peygamberden, velî mi nebî mi olduklarında ihtilaf olunan üç zâttan biridir. Diğer ikisi de, Lokman ve Zülkarneyn aleyhimesselâm’dır.  

Kur’an-ı Kerim’de Üzeyir aleyhisselâmın isminin geçtiği ayet şöyledir:

Yahudiler, ‘Uzeyir Allah'ın oğlu’ dediler, Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah'ın oğlu’ dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, (Hak’tan bâtıla) nasıl da döndürülüyorlar!” [Tevbe suresi, 30]

Yine Bakara suresi 259’uncu ayette Üzeyr aleyhisselâmın haline işaret buyrulan şu beyanları görmekteyiz:

Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. ‘Bunu bu ölümünden sonra Allah, nerden diriltecek?’ dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, ‘Ne kadar kaldın?’ diye sordu. O da: ‘Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım.” dedi. Allah buyurdu ki: ‘Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?’ Böylece hak (hakikat / gerçek) ona açıkça belli olunca, ‘Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.’ dedi.”

Bu ve benzeri ayetleri şiirinde dile getiren bir şairimiz diyor ki:

Üzeyr yüz sene yattı da kalktı,
Emrettin balığa Yûnus’u yuttu,
Ashâb-ı Kehf üç yüz dokuz yıl yattı,
Perilerin tebdilini şaşırttın.

Evliyalar ayık olmaz mihnetten,
Gafil olmaz hiç farz ile sünnetten,
Emrettin, Adem’i attın Cennet’ten,
Gece vakti Serendib’e düşürttün.

***

Şimdi yukarda meallerini naklettiğimiz bu ayetlerin tefsir ve tavzihi ışığında sorduğunuz hususu değerlendirmeye / meseleye ışık tutmaya çalışalım.

Üzeyr aleyhisselâm bir gün yolda giderken; harap olmuş, yıkılmış virane bir şehirle karşılaştı: “Ya Rabbi! Bu şehrin imar olduğunu, yapıldığını bir görseydim” dedi. Sonra da gitti, bir incir (yemiş) ağacının dibine yattı. Allah Teâlâ, duasını kabul etmişti. Yatmadan önce merkebini bir yere bağladı. Ağaçtan, yaş (taze) incir kopartıp mendiline koydu, bağladı. Başucuna koyarak uyudu. Yatış o yatış, yüz sene yattı. Uykuya yattığında kırk yaşındaydı. Uyandı, merkep yok. Başucuna koyduğu mendilin içindeki incir (yemiş), henüz dalından kopartılmış gibi taptaze duruyordu. Merkebi çürümüş, ondan geriye pek az bir kemik kalmıştı. Üzeyr (a.s.) kendisi aynı yattığı yaşta kalkmış, merkebin ve bütün  herkesin başından da yüz sene geçmişti. Daha sonra merkep bir kere silkindi, can geldi. Hemen kalktı, anırmaya başladı. Sanki ölüp dirilen o merkep değildi. Üzeyr (a.s.) merkebine bindi. Evine gelirken o şehre uğradı. Şehrin tamamen imar olduğunu gördü ve sevindi, mes’ud oldu.

***

Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte sahipleri, Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet ederek Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:

Peygamberlerden bir peygamber bir ağacın altına oturdu. Onu bir karınca ısırdı. Karıncanın Öldürülerek yere gömülmesini emretti. Yerin altından tekrar çıkınca bu defa ateşle yakılmasını emretti. Bunun üze­rine Allah Teala ona şöyle vahyetti: ‘Bir karıncayı mı cezalandırıyor­sun!”

Mücahid’den (rh.) gelen bir rivayete göre bu peygamber, Üzeyir aleyhisselâmdır. İbn Abbas ile Hasan-ı Basrî’den (r.anhum) gelen bir rivayete göre de bu peygamber Hz. Üzeyir’dir. Doğrusunu Allah bilir. [Buharî, Sahih, Bâbü’1-Halk, 16; Müslim, Sahih, Selâm, 149]

***

Evet, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Üzeyir aleyhisselâmın mendilindeki incirler, dalından koparılalı henüz bir kaç dakika geçmiş gibi taptaze duruyordu. Merkep ölmüş, kemikleri çürümüştü. Kendisi de yattığı günkü gibi genç ve dinç olarak kalkmıştı… Cenab-ı Hak böylece ona ve onun zımnında topyekün kullarına, her şeye kadir, mutlak güç ve kuvvet sahibi olduğunu; zamanı mekâna, mekânı zamana nasıl tebdil ettiğini; keza, nasıl zaman içinde zaman, hiç yoktan mekân yarattığını; harabeyi nasıl mâmur hale getirdiğini… kısacası ölüden diri, diriden ölü çıkarttığını, toprağa ölümden sonra hayat verdiğini göstermiş ve biz kullarına, ‘sizler de işte böyle çıkarılacak / diriltileceksiniz’, mesajını vermişti... [Bkz. Rum suresi, 19

Velhâsıl; Üzeyr (a.s.) yemiş ağacının altına yattığı zaman oğlu yirmi, kendisi de kırk yaşlarındaydı. Yüz sene yatmış, oğlu yüz yirmi yaşına gelmişti. Kendisi ise yattığı zamandaki gibiydi, kırk yaşındaydı. Nitekim toplumumuzun belli bir ilim ve irfana sahip olduğu dönemlerde insanlar birbirlerine;

Kendisi kırk yaşında, oğlu yüz yirmi yaşında olan kimdir?” diye sorarlardı. Günümüzde ise artık bunları düşünmek bile hayâl oldu!

İşte bu sorudaki kastedilen o zât, Üzeyr aleyhisselâmdır.

Kaynaklarda, gerek tefsir ve gerekse hadis şerhlerinde, siyer ve tarihlerde daha başka ve daha geniş açıklamalar da mevcuttur.

Ancak bunların te’lif  ve hulâsası budur denilebilir. Bilinmesi zaruri bir şey olmadığı için de, bu kadarını bilmeniz yeterlidir. Maamafih mevzuu aşağıda biraz daha genişçe ele almaya çalışacağız. Vakti olup merak edenler, ona da bir göz atabilirler. Ayrıca değişik kaynaklara müracaatla, daha fazla tedkik ve tahkikte de bulunabilirler.  

***

Hz. Üzeyr’ir kıssası

Hafız Ebu’l Kasım ibn Asâkir (rh.) der ki: Üzeyir, Cerve’nin oğludur. Sorik b. Adya’nın oğlu olduğu da söylenir. Adya, Direzna b. Eyyub’un oğlu­dur. Direzna, Arî b. Taki’nin oğludur. Taki, Esbo b. Fenhas’m oğludur. Fenhas, Azır b. Harun’un oğludur. Harun da İmran’m oğludur.

Hz. Üzeyir’in, Seniha’nın oğlu olduğu da söylenir. Bazı eserlerde nakle­dildiğine göre mezarı Şam’dadır. Ebu’l-Kasım el-Beğavî (rh.), İbn Abbas’dan (r.anhuma) naklettiğine göre o şöyle demiştir: “Üzeyir’in satılıp satılmadığını bilmi­yorum. Onun peygamber olup olmadığını da bilmiyorum.”

İshak b. Bişr’in (rh.), İbn Abbas’dan rivayet ettiğine göre; Üzeyir, Buhtunnasr’ın, henüz bir çocuk iken esir aldığı kimselerdendir. Yaşı kırka vardığında Allah Teala ona hikmet vermiştir. Tevrat’ı onun kadar bi­lip hıfzeden bir kimse yoktur.

Gene İshak b. Bişr’in (rh.) rivayetine göre, Abdullah b. Selam (r.a.) şöyle demiştir: Üzeyir, Cenâb-ı Allah’ın kendisini 100 sene öldürüp sonra yeniden di­rilttiği kuldur.

İshak b. Bişr, şöyle bir rivayette de bulunmuştur:

Hz. Üzeyir, hikmet sahi­bi, sâlih bir kuldu. Âdeti üzere günün birinde yine çöle çıktı. Dönüşünde bir harabeye uğradı. Tam öğle vakti idi. Sıcaklık ona epeyi tesir etmişti. Eşeğinin üzerinde iken harabeye girdi. Eşeğinden indi. Beraberindeki sepetlerden birinde incir, diğerinde de üzüm vardı. Harabenin gölgesi­ne oturdu. Yanındaki bir çanağı çıkararak üzümü içine sıkmaya başla­dı. Sonra kuru ekmek çıkararak üzüm suyunun içine doğradı ki yumu­şatıp yesin. Sonra sırt üstü uzanarak ayaklarını duvara dayadı. Ve evin tavanına bakarak içindekilerini gördü. O evler, sütunları üzerinde hâlâ durmaktaydılar. Halbuki orada daha önce yaşamış olan sahipleri ölüp gitmişlerdi. Kemiklerinin çürümüş olduğunu da gördü. Ve şöyle dedi:

“Allah, bunu, böylece öldükten sonra nasıl diriltecek?”

Bunları Hz. Allah’ın, ölümlerinden sonra dirilteceği hususunda şüphesi yoktu, ama bunu tuhaf bulduğu için böyle demişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, ölüm meleğini göndererek ruhunu teslim aldı ve o vaziyette yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu yüz sene zarfında İsrailoğulları çeşitli hadiseler yaşa­mışlardı. Allah Teala, bu arada Üzeyir’e bir melek gönderdi. Melek onun kalbini yarattı ki kalbi bazı şeyleri düşünebilsin, iki gözünü de ya­rattı ki gözüyle etrafa bakabilsin. Ve Cenâb-ı Allah’ın ölüleri nasıl di­rilttiğini düşünsün…

Bundan sonra Hz. Mevlâ, onun gözleri önünde vücudunun parçalarını yeniden bir araya getirdi. Kemiğine et, kıl ve cilt geçirdi. Sonra da vücuduna ruh üfledi. Bütün bunlar onun gözü önünde cereyan ediyordu. Ve bunların nasıl yapıldığını düşünüyordu. Nihayet tastamam bir insan haline gelerek oturdu. Melek ona:

“Ne kadar bekle­din”, diye sordu. O da:

“Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar bekledim”, diye cevap verdi.

Çünkü o öğle vaktinde ölmüş, henüz güneş batmadan akşama yakın bir zamanda diriltilmişti. Onun için böyle demişti. Melek ise ona şöyle karşılık vermişti:

“Hayır, bilakis sen 100 sene müddetle uykuda kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine... Yani kuru ekmeğinle üzüm suyuna bak, henüz oldukları gibi çanakta duruyorlar. Hiç bir değişikli­ğe uğramamışlar. İncir ve üzümler de taptaze olup hiç bozulmamışlar­dı.” Fakat o, meleğin kendisine söylediklerini kabullenemiyordu. Melek ona:

“Söylediklerimi kabul edemiyorsun değil mi? Öyleyse eşeğine bak!” dedi. O da eşeğine baktı ki, hayvanın kemikleri çürümüş ve ilikleri kuru­muştu. Melek, eşeğin iliklerine seslendi; onlar da, her taraftan toplana­rak gelip meleğin emrine icabet ettiler. Melek onları birleştirdi. Hz. Üzeyir de meleğin yaptıklarını seyrediyordu. Melek, eşeğin kemiklerini, da­mar ve sinirlerini yerleştirdi, sonra da etini giydirdi. Etin üzerine deri ve kılları geçirdi. Sonra da içine ruh üfledi; böylece eşek, başını kaldırarak ayağa kalktı. Kulaklarını da anırarak semaya dikti. Kıyametin kop­tuğunu zannetmişti. Ayet-i kerimede Hz. Mevlâ şöyle buyuruyor (mealen):

“Eşeğine bak, seni insanlar için kudretimize bir işaret kılalım diye bunları böyle yaptık. Kemiklerine bak, nasıl onları birbiri üstüne ko­yuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!” Yani eşeğinin kemiklerine bak da o kemiklerin nasıl bir araya geldiklerini gör. Etsiz bir eşek iskeletinin nasıl bu hale geldi­ğini seyret. Sonra o kemiklere nasıl et giydirdiğimizi de dikkatle temaşa et. Bu işler ona açıkça belli olunca, ‘Biliyorum, Allah her şeye kadirdir, dedi.” Yani Allah Teala’nın ölüleri diriltmeye ve diğer harika işleri yap­maya muktedir olduğunu bilirim, dedi.

Sonra merkebine binerek eski mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar. O da gördüğü insanları ta­nımadı. Evini de tanıyamıyordu. Bir tahmine dayanarak yoluna devam etti ve evine geldi. Orada kötürüm ve kör bir acûze (yaşlı ve kötürüm bir kadın) ile karşılaştı. Acûze­nin yaşı 120’yi geçmişti. O acûze, daha önceleri, kendi hizmetçileri idi. Henüz yirmi yaşındaki genç bir kız iken, Üzeyir yanlarından ayrılıp git­mişti. Fakat Üzeyir’in şekil ve şemâili onun aklında idi. Yaşlanınca artık bunamıştı. Üzeyir ona şöyle demişti:

“Ey kadın, bu Üzeyir’in evi midir?” Kadın şöyle cevap verdi:

“Evet, burası Üzeyir’in evidir.” Böyle deyince ağlayarak sözünü şöyle sürdürdü: “Şu kadar zamandan beridir Üzeyir’den bahseden bir adam görmedim. İnsanlar onu unutmuşlar­dır!”

Üzeyir aleyhisselâm şöyle karşılık verdi:

“İşte Üzeyir benim! Hz. Allah beni 100 sene­den beri öldürmüştü. Sonra yeniden diriltti!” Acûze şöyle dedi:

“Sühhânallah! Üzeyir’i 100 seneden beridir kaybetmişiz. Ondan bahseden biri­ni görmedik. Onun hakkında bir şeyler duymadık!” Üzeyir şöyle dedi:

“İşte Üzeyir benim!”

Acûze şu karşılığı verdi:

“Üzeyir, duası kabul edilen bir adamdı. Hastalar ve belaya uğrayan kimseler için dua ederdi, onlar da şifa ve afi­yet bulurlardı. Sen de, seni görebilmem için Allah’a dua et de gözlerimi bana geri versin. Eğer gerçekten Üzeyir isen seni tanırım.”

Hz. Üzeyir, Rabbine (c.c.) dua edip kadının gözlerine elini sürdü. Gözleri eski haline döndü. Elini tutarak: “Allah’ın izni ile kalk bakalım.” dedi. Cenâb-ı Allah, kadının ayaklarını da iyileştirdi. Sağlam vaziyette aya­ğa kalktı. Sanki bir bağdan kurtulmuş gibi idi. Üzeyir’e baktı ve:

“Senin Üzeyir olduğuna şahitlik ederim.” dedi.

Kalkıp İsrailoğullarının mahallesine gitti. Onlar bir araya gelip top­lantı düzenlemişlerdi. Toplantıda Üzeyir’in 128 (veya 120) yaşındaki yaşlı bir oğlu ile yine yaşlı torunları vardı. Kadın onlara seslenerek:

“İşte Üzeyir size geldi!” dedi. Kadını yalanladılar. O da şöyle devam etti: “Ben hizmetçiniz olan falan kadınım. Üzeyir, Rabbine dua etti. Rabbi de gözlerimi bana tekrar iade etti. Ayaklarımı iyileştirdi. İfadesine göre Allah (c.c.), Üzeyir’i 100 sene müddetle öldürmüş, sonra yeniden diriltmiş.” Böyle deyince toplantıdaki insanlar kalkıp Üzeyir’e doğru gittiler, ona baktılar, oğlu kendisine dedi ki:

“Benim babamın iki omuzu arasında siyah bir ben vardı.” Böyle diyerek omuzlarını açtı baktı ki, Üzeyir’in ta kendisi! İsrailoğulları dediler ki:

“Bize anlatıldığına göre içimizde Üzeyir’den başka Tevrat’ı ezberlemiş bir kimse yoktur. Buhtunnasr da Tevrat’ı yakmıştır. Adamlarımızın hafızasında kalan az bir kısmı dışında Tev­rat’tan elimizde bir şey kalmamıştır. Sen, Tevrat’ı bize yeniden yaz.”

Üzeyir’in babası Seruha, Tevrat’ı Buhtunnasr’ın zamanında, Üzeyir’den başkasının tanımadığı bir yere gömmüştü. Onları, Tevrat’ın gömülü olduğu yere götürdü. Yeri kazıp Tevrat’ı çıkardı. Sayfaları ko­kuşmuş ve çürümüştü.

Üzeyir, bir ağacın gölgesi altına oturdu. İsrailoğulları da etrafında halkalanıp oturdular. Tevrat’ı onlar için, yeniden yazmaya başladı. Gökten iki kor (iki parça nûr) inip Üzeyir’in karnına (sadrına-göğsüne-letâifine) girdi. O da Tevrat’ı hatırladı. Ve yeniden yazdı. Bu sebeple Yahudiler dediler ki:

“Üzeyir, Allah’ın oğlu­dur.” Çünkü gökten iki kor inerek karnına girmiş, o da Tevrat’ı, İsrailoğulları için yeniden yazmış, onların idaresini üstlenmişti. Sevad mıntıkasında, Hazkil manastırında Tevrat’ı yazdı. Sayrabad adı veri­len o kasabada vefat etti. [Tefsîr-i Taberî, III, 24-27]

İbn Abbas (r.a.) dedi ki: “Seni (Ey Üzeyir) insanlar için (kudretimi­ze) bir işaret kılalım diye...” ayet-i kerimesi tahakkuk etti. Bu işaret, İsrailoğulları içindi. Şöyle ki: Kendisi genç bir insan olduğu halde, ken­disinden daha yaşlı olan oğullarıyla oturup sohbet ederdi. Kırk yaşın­daydı. Cenâb-ı Allah onu, öldüğü gündeki vaziyetinde yeniden dirilt­mişti.”

Ve yine İbn Abbas (r.anhuma) der ki: Bu hadise, Buhtunnasr’dan sonra vuku bulmuştur.

Ebu Hatim es-Sicistânî (rh.), İbn Abbas’ın (r.anhuma) sözleri ile aynı manayı ifade eden şu şiiri okumuştur:

“Siyah saçlı biri, ama kendisinden önce, oğlunun saçları ağardı.

Kendisi daha yaşlı olduğu halde ondan önce, torunun saçları da ağardı.

Oğlu değneğe dayanarak ağır ağır yürüyor.

Kendisinin sakalı siyah, saçları da kır görünüyor.

Oğlunun gücü ve takati kalmamış,

Tıpkı çocuk gibi yürüyüp tökezliyor,

Oğlu halk arasında 110 [veya 120] yaşında olup dolaşıyor.

Babasının ömrü ise, kırk yılı aşmıyor.

Torunun yaşı ise, doksan civarındadır.

Eğer anlayışlı isen bu, mâkul bir şeydir.

Şayet anlamıyorsan, cahil olduğun için mâzur sayılırsın.” [İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, Çağrı Yayınları,  2, 73-76]

***

Meşhur kavle göre Üzeyir aleyhisselâm, İsrailoğullarının peygamberlerinden bi­ridir. O, Davud ve Süleyman’la Zekeriyya ve Yahya (aleyhimüsselâm) arasında gelmiştir. Zamanında kendisinden başka İsrailoğulları arasında Tevrat’ı ezbere bilen kimse kalmamıştı. Tevrat’ı o, îsrailoğullarına yeniden yazdı. Nite­kim Tâbiîn döneminin meşhur hadis âlimlerinden Vehb b. Münebbih (rh.) de şöyle der:

“Allah Teala, bir meleğe emir ver­di. Melek de nurdan bilgilerle inerek bu bilgileri Üzeyir’in kalbine attı. O da, Tevrat’ı harfi harfine yeniden yazdı ve tamamladı.”

İbn Asâkir’in (rh.), İbn Abbas’dan (r.anhuma) rivayet ettiğine göre o, Abdullah b. Se­lam’a, “Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler[Tevbe suresi, 30] ayet-i kerimesini kasdederek, Yahudilerin niçin böyle söylediklerini sormuş; İbn Selam da ona,

“Üzeyir’in Tevrat’ı ezberine dayanarak yeniden İsrailoğulları için yazmış olduğunu ve İsrailoğullarının da, ‘Musa, Tev­rat’ı ancak bir kitap halinde bize getirebildi. Üzeyir ise, ortada herhangi bir kitap olmaksızın Tevrat’ı bize getirdi.’ dedikleri ve bunun için Üzeyir’i, Al­lah’ın oğlu olarak kabul etmiş olduklarını söylemiştir.”

Go to top