Selamün Aleyküm Hocam.

Önümüz Ramazanı Şerif. Havalar aşırı sıcak olmakla beraber, oruç tutmakta zorlaşacak. Fırında, inşaatta, tarlada ve buna benzer mesleklerde çalışanlar, sıcakları mazeret göstererek oruç tutmuyorlar. Bizde herhangi bir malumata sahip olmadığımız için, böyle düşünen insanlara cevap veremiyoruz. Bu konuda malumat verirmisiniz hocam? 

*******

Ve aleyküm selam.

Havaların sıcak olması, oruç tutmaya mâni değildir. Orucu, mükelleflerden sadece hastalar, yolcular ve bu ibadete güç yeiteremeyecek durumda olanlar (oruca engel olan hastalığı sürekli insanlar, zaafiyeti devamlı olup tutamayacak olan ihtiyarlar) tutmayabilirler. Kaldı ki, onların bile tutmamaları değil, tutmaları tavsiye edilmiştir. Tutamadıkları günlerin de keffaretini öderler. Bu hususta detaylı bilgi için fıkıh kitaplarındaki “Oruç tutmamayı mubah kılan özürler” bahsine bakılabilir.

İlk Müslümanların, sıcaklıkların 50 derecelerde seyrettiği Mekke ve Medine şehirlerinde, çöllerinde yaşadıklarını ve oruçlu bir şekilde cihada çıktıklarını hatırlarsak, günümüzde oruç tutmanın o kadar da zor olmadığını anlamakta zorluk çekmeyiz herhalde... Ayrıca, Ağır işte çalışanın orucu başlıklı cevabi yazıya da bkz.

Binaenaleyh Müslümanların bu durumu oruç için bir engel olarak görmemeleri lazımdır. Ramazan ayı hazirana-temmuza rastladı. ‘Havalar sıcak’ diye bir Müslüman oruç tutmayı ihmâl edemez. Çünkü Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde, “Sıcak günlerde oruç tutmak cihaddır" buyurmuşlardır. Cihaddan kasıt, bu orucun sevabının büyüklüğüdür. Çünkü cihad, gerek zahiri gererkse bâtınî cihetten Allah ve Rasûlü tarafından çokça övülen ve teşvik edilen bir ibadettir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) yine diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kim çok hararetli, çok sıcak bir günde, Allah rızası için nefsini susuz bırakırsa, yani oruç tutarsa, Allah azze ve celle, kıyamet gününde onu suya bol bol kandırır, bol bol sular. Kıyamet gününde ona su ihsan eder."

Bu hadisin râvisi Ebu Muse’l-Eşari (r.a.) hazretleri, Ramazan orucu yanında, nafile oruç için de, sıcak günleri kollar, o günlerde oruç tutardı. Ancak Ramazan-ı şerifin ayrı bir özelliği vardır. O bakımdan bu sıcak günlerde bu emri yerine getirme hususu ayrıca önem arzeder. Bahusus Sıcakta oruç tutmak da cihad olarak kabul edilmiştir. Çünkü oruçta da büyük sabır, cesaret, kararlılık, sebat ön plana çıkar. Yani bütün bu durumlar oruçta da mevcuttur, hepsini içinde toplamıştır.

***

Oruç, sabır ve irade

Sabır-sebat ve irade gerektiren orucun yaz aylarına denk gelmesi ihlâs ve samimiyet bakımından mü’minlerin ciddi bir imtihana tabi tutulması anlamına gelmektedir. Günler uzun ve havalar sıcak, ayrıca yoğun iş-güç zamanı olduğu için, yaz aylarında oruç tutmak kolay olmamaktadır. Ramazan ayının kısa ve serin kış aylarına denk gelmesi ise, oruç tutma açısından herhangi bir zorluk hissettirmemekte, insan bazen oruçlu olduğunu bile fark edememektedir.

Oruç ibadetinin senenin bütün aylarına yayılması, hem bütün zamanların bereketlenmesi hem de mü’minlerin ömürlerinde, en az bir kere olsun bütün zaman dilimi içinde imtihana tabi tutulmasına vesile olmaktadır. Mü'minin vazifesi, her şartta gücünün yettiği kadar Allah’a itaat etmek, emirlerine uyup nehiylerinden kaçınmaktır. Kolay zamanda itaat, zor zamanda kaytarmak ihlâs ve samimiyetle bağdaşmaz. İmtihan, zorluğu tedai ettirir, çağrıştırır. Herkes imtihan sözünü ciddiye alır. Hayat da kulluk imtihanı olduğuna göre, ömrümüzün her safhasında bu imtihanı ciddiye almak gerekir.

Uzun ve sıcak yaz günlerinde oruç tutmak bize Tebük harbini hatırlatmaktadır. Zira o savaş da kıtlığın, kuraklığın, şiddetli sıcakların hüküm sürdüğü uzun yaz günlerine rastlamıştı! Ayrıca hurmaların hasat zamanı idi... İnsanların hurma gölgeliklerinde serinleme ihtiyacı duydukları bir mevsimdi. Gölgeliklerde dinlenmek varken açlık ve susuzluğun söz konusu olduğu uzun bir sefere çıkmak, zayıf imanlıların göze alabilecekleri bir iş değildi. Onun için bazıları ağırdan aldı, bazıları da mazeret ve bahane üretmeye kalkıştı. Zira gidilecek mesafe yaya yürüyüşüyle tam 14 günlük yoldu. Allah Teâla, ağırdan alan mü’minleri kınayıp uyardı ve buyurdu ki:

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın!’ denildiğinde yerinize yığılıp kaldınız? Yoksa ahiretten geçip dünya hayatına mı râzı oldunuz? Ama dünya hayatının zevki ahiretin yanında pek az bir şeydir.” [Tevbe suresi, 38]

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere Allah yolunda zorluğa katlanamamanın ana sebebi, tembellik ve dünya sevgisidir. Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi bütün hataların başı da zaten aşırı dünya muhabbetidir. [Bkz. Müslim, Sahih ve Tirmizi, Sünen] Ebedi saadeti hedefleyenler ahireti birinci planda tutarlar. Zira kalıcı olan ahiret hayatıdır. Akıllı insan faniyi elde etmek için bakiyi terk etmez. Mevlâ-yi zû’l-Celâl öncelikle bizleri ebedi kazanca yönlendirmekte ve bu uğurda fedakârlığa teşvik ederek şöyle buyurmaktadır:

Ey mü'minler! İster hafif techizatla, ister ağırlıklı olarak seferber olun ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, böylesi sizin için daha hayırlıdır. Eğer o sefer, yakın bir ganimet ve kolay bir sefer olsaydı, mutlaka (Rasûl’ün) peşine düşer gelirlerdi. Fakat o meşakkatli yolculuk kendilerine uzun bir sefer geldi. Bununla beraber, ‘Bizim de gücümüz yetseydi, sizinle beraber elbette sefere çıkardık.’ diyerek Allah'a yemin edecekler, nefislerini helâke sürükleyecekler. Allah biliyor ki, onlar iyice yalancıdırlar.”  [Tevbe suresi, 41-42]

Tebük savaşında gevşeklik gösterenler genellikle münafıklardı. Bu ayetler de esasen onlara işaret etmektedir. Fakat münafık olmayıp da birtakım zaaflar sebebiyle savaştan geri kalanlar ve ayak sürüyenler de olmuştur. Ayetlerde onlar için de sitemler vardır. Aşırı sıcaklığı bahane edenler için Hz. Mevlâ Cehennem’i hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:

Savaştan geri kalanlar, Rasûlullah'ın hilâfına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar. Üstelik ‘Bu sıcakta savaşa gitmeyin.’ dediler. (Rasûlüm) De ki: ‘Cehennem ateşi daha sıcaktır.’ Keşke anlayabilselerdi!" [Tevbe suresi, 81]

Şayet;

- Tebük savaşıyla sıcak yaz günlerinde oruç tutma arasında ne münasebet var? denirse buna verilecek cevap gayet açıktır:

- Zira ikisi de cihaddır. İkisi de cehd ü gayret gerektirmekte, ikisi de ciddi birer imtihan mevkiindedir. İkisinde de açlık, susuzluk ve meşakkat söz konusudur. Uzun günde oruç tutamayan, nefsine hükmedemeyen kimse, kısa günde bile düşmana karşı savaşamaz. Başta oruç olmak üzere bütün ibadetler nefse, şeytana ve düşmana karşı cihadda birer hazırlık ve tâlim mesabesindedirler. Hâl böyle iken;

- Oruç tutmayan düşmana karşı nasıl direnebilir?

- Zekât vermeyen Allah yolunda nasıl mal sarf edebilir?

- Namaz kılmakta üşenen cephede nasıl direnebilir?

Halbuki mü’min için hayat baştan sona cihaddır. Bedenî, mâlî, ilmî-fikrî gayret olmadan hayatın bir manası olmaz. Hayatı değerli ve anlamlı kılan, kalıcı ve değerli hedefler peşinde durmadan koşmak ve cehd (azimli ve ısrarlı gayret sarf) etmektir.

***

İmtihan kazanmanın zorluğu

Zor zamanda imtihan kazanmaya dair çarpıcı bir misâl arz edelim…

Ashab-ı kiramdan Ebû Hayseme (r.anhum) dürüst ve samimi bir mü’mindi. Böyle olmakla beraber Tebük seferinde Rasûlullah’tan (s.a.v.)  geri kalmıştı.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Medine’den Tebük’e hareket ettikten günlerce sonra çok sıcak bir günde ev halkının yanına dönmüş, iki hanımını bahçesindeki serin iki çardak içinde bulmuştu. Her bir hanım çardaklarını ıslatarak serinletmiş, kocaları Ebu Hayseme (r.a.) için su soğutmuş, yemek hazırlamışlardı.

Ebu Hayseme (r.a.) bahçeye girip çardakların kapısı önünde dikildi. Hanımlarına ve kendisi için hazırlananlara baktı ve:

“- Subhânallâh! Geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlandığı halde Rasûlullah (s.a.v.) yakıcı güneşin, rüzgâr ve sıcağın altında silahını boynunda taşısın da, Ebu Hayseme serin gölgede yemeği hazırlanmış, iki güzel hanımının yanında, mülkü içinde oturup dursun, bu revâ mıdır? Vallâhi Rasûlullah’a (s.a.v.) kavuşmadıkça hiçbirinin çardağına girmeyeceğim. Hemen yol azığımı hazırlayın” dedi.

Azığını hazırlayıp devesini yanına getirdiler. Ebu Hayseme devesini ıhtırdı, azığını alıp yola koyuldu. Hanımları konuşmak istedilerse de onlara cevap vermedi. Yolda Ümeyr b. Vehb’e (r.anhuma) rastladı. O da Rasulullah’ı (s.a.v.) bulmak istiyordu. İkisi yoldaş oldular.

Tebük’e yaklaştıklarında Ebu Hayseme, Umeyr’e (r.anhuma):

- Ey Umeyr! Ben günahkârım, sen ise günahsızsın. Ben senden önce Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaşmalıyım, dedi ve hayvanını sürüp gitti. Nebî sallallahu aleyhi vesellem o sırada Tebük’te konaklamış bulunuyordu. Ebu Hayseme yaklaşınca Müslümanlar:

- İşte bakınız yolda bir süvari geliyor, dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.):

- “Ebu Hayseme olmasın, onun olmasını isterdim” buyurdular. Ashab da:

- Ebu Hayseme’dir yâ Rasûlallah! dediler. Nihayet Ebu Hayseme Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına geldi, devesini ıhtırıp selâm verdi. Efendimiz (s.a.v.) ona:

- “Ebu Hayseme! Sen helâke (mahvolmaya, yok olmaya) yaklaşmış gitmiştin” dedi. O da olup bitenleri haber verdi Efendimiz (s.a.v.) de ona hayır duada bulundu.

İmtihan kazanmak kolay değildir. Tebuk savaşı sebebiyle niceleri helâk oldu. Bazıları da kıl payı kurtuldu. İmtihan; açlık, korku, iflâs, ölüm, maldan-candan geçme gibi zor şeylerle yapılır. Kolayı yapmak için yiğitlik gerekmez. Yiğitler zor zamanda belli olur. Ayette de belirtildiği gibi “Şayet yakın bir dünya menfaati ve kolay bir sefer olsaydı elbette sana tâbi olurlardı. Fakat bu zorlu yolculuk onlara pek uzun geldi.”

**** 

Sözün özü

Evet, kışın serinde 8-10 saatlik bir zamanda oruç tutmak kolaydır. Geceler uzun olduğu için teravih kılmanın, sahura kalkmanın da bir zorluğu yoktur. Fakat unutmamak gerekir ki; zorun karşılığı olan kazanç, kolayın karşılığı olan kazançtan daha değerlidir. Zorlukları aşmanın yolu güçlü bir imanın neticesindeki sabır ve azimdir. İman güçtür-kuvvettir, inanan güçlüdür. Allah’ın sonsuz mükâfatına inanan kimse, geçici sıkıntıları önemsemez. İşin sonundaki büyük kazancı düşünerek dünyevî küçük kazançların zebûnu olmaz.

Mü’min olduğunu söylediği ve ciddi hiçbir mazereti olmadığı halde kısa günlerde oruç tutmayanlara bile şahit olduğumuz gibi, cam fabrikasında, tuğla fabrikasında 60-70 derece sıcağın karşısında, tarlada yakıcı güneşin altında uzun günlerde oruç tutanlara da şahit olduk, oluyoruz da...

Demek ki bütün mesele, iman ve azim meselesidir.

Oruç tutabilmek için gayret sarf etmeyen, fakat küçücük bir dünya menfaati için 24 saat aç kalmayı göze alacak nice insanlar da vardır elbette... Rabbim o güruhtan uzak kılsın cümlemizi…

“Oruç, sırf benim rızam içindir. Orucun mükâfatını da ancak Ben takdir ederim”hadis-i kudsisine kulak veren hakiki mü’minler ise, oruçlulara mahsus reyyan kapısından Cennet’e girmek ve en büyük mükâfat olan ilahi rızâya kavuşmak için iman ve ihlâsları sayesinde uzun günleri kısaya, sıcakları serinliğe çevirirler. Böylece dünyanın sıcaklığını Cennet’in serinliğine döndürmüş olurlar.

Mevlâ-yi zû’l-Celâl, zorlukları kolaylığa çevirme irade ve azmi bahşetsin cümlemize ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’e ve evladına... 

Go to top