Size bir sorum olacaktı hocam
Bu sivilceler hocam neden çıkar ergenlik sivilcesi diyorlar ama herkezde yokk yoksa bu allahın bana verdiği bir cezamı yoksa imtihan mı doktorada gittim ama pek faydası olmadı..bunun için bir dua var mı...maddi sağlığın yanında maneviyatt olmadan olmaz biliyosunuzz ltfn yardımcı olurmusunuZ saygıdeğer hocamm (İsmi mahfuz bir okuyucu) - Facebook
*******
Değerli kardeşim;
Herkesin vücudu, hilkati-fıtratı muhtelif, hatta halet-i ruhiyesi / psikolojisi de aynı değildir. Yaratılışlar çeşit çeşittir, işlerimiz-çalışmalarımız, davranışlarımız, düşünce ve görüşlerimiz farklı farklıdır.
Bilindiği gibi imanın 6 şartından biri, “Hayrın da şerrin (iyilik ve kötülüklerin) de tamamının Allah’tan geldiğine inanmaktır”. Elbette ki bu da Allah’tandır. Bunda şüphe yok. Ancak bunu, O’ndan bir “ceza” olarak düşünmek yerine, hayatın ve fıtratın bir gereği olarak idrâk edip inanmak daha doğru olur. Sivilce denilen şey, genellikle gençlikte vücuttta olan, oluşan bir arazdır. Bizler de yaşadık. Unutmayın; öyle pek de abartılacak, dert edinilecek bir illet değildir. Merak etmeyin, Allah’ın izniyle geçer… Yeter ki tavsiye edilenlere uymaya, tedavi çarelerini bulup uygulamaya çalışınız. Ki, bu noktada yapmanız gerekeni yapmış ve hekime gitmişsiniz. Madem fayda göremediniz, öyle çaresizlik girdabında kıvranmak yerine, ısrarla arkasını takip edip tedaviyi bırakmayın. Mesleğinde mütehassıs bir dermatoloji (cildiye) uzmanına, hatta bu alanda özel hizmet veren bir sağlık kuruluşuna müracaat edin. Müsbet bir netice alıncaya kadar tedavinizi sürdürün. Tabii ki bu esnada işin manevi cihetini de ihmâl etmeyin.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir yara, bere görünce, önce onun maddî tedavisini araştırır, ilâcını bulur, tatbik ederdi.
Ancak bu maddî ilâçlamayı hiç bir zaman tedavinin tamamı saymazdı. İlâçlama esnasında duâlar okur, te’sirini halketmesini Rabbimizden (c.c.) niyaz ederdi. Nitekim Hz. Âişe validemizin (r.anha) eli üzerinde bir Sivilce çıkmıştı. Bundan rahatsızlık duyan validemiz ne yapacağını düşünürken, içeriye Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) girdiler... Sivilceyi görünce şöyle buyurdular:
– Yâ Âişe, hanut (otu) var mıdır?
– Vardır, yâ Rasûlâllah!
– Öyle ise getir bakayım.
Âişe validemiz, istenileni getirip Efendimize (s.a.v.) verdi. Otun bir parçasını sivilcenin üzerine koyan Rasûlümüz (s.a.v.), yaranın ilâçlanmasını maddî şekilde yaparken de;
اللَّهُمَّ مُصَغِّرَ الْكَبِرِ ومُكَبِّرَ الصَّغَيرِ صَغِّرْ مَابِى
Okunuşu: “Allâhümme musağğıra’l-kebîr. Ve mükebbira’s-sağîr. Sağğir mâ bî” duâsını oku yâ Âişe”, buyurdu. Âişe validemiz de okudu. Yani Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı (duanın meali):
“Ey küçüğü büyüten, büyüğü de küçülten Allah’ım! Bendeki bu rahatsızlığı da küçült, yok et!” Böylece yara hem ilâçlanıyor, hem de duâ ile ilticada bulunuluyordu.
Anlaşılan odur ki, vücudumuzun herhangi bir yerinde bir çıban, sivilce, yara-bere meydana geldiğinde yapılacak ilk iş, hemen maddi-manevi tedbirini almak, ilâcını-merhemini bulup, dua ile sürmek ve şifasını Allah’tan beklemektir.
Yani bu sırada bildiğimiz duâları okumayı da ihmal etmemek gerek. Zira ilâcın şifasını halkeden Rabbimiz (c.c.), dilerse onu te’sirsiz de kılar, dilerse te’sirini kat-kat yükselterek bir anda derdimizden kurtarır, halâs eyler. Maddî tedbirle birlikte mânevî tedbiri ihmal etmeyen kimse, fiilî duâya kavlî-kalbî duâyı da ekleyerek sebeplere tam teşebbüs etmiş olur.
Nitekim devesini uyuz kaplamış olan bir kadıncağız, yaptığı duânın te’sirli olmadığını ifâde edince, Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) ikâzı şöyle olmuştur:
“Duâna (biraz da) katran kat! Yâni deveni katranla yağlayarak duâ et.”