Selamünaleyküm Hocam. Ben …………'ye sorular sordum. Soramadıklarım da vardı.Size soracağım umarım cevaplarsınız.
Her duşta gusül abdesti gerekir mi?
Hocam bazen rabıta yapmazsam yada gusül abdedti almazsam duşa girince yaşadığım şehre musibetler yağıyor gibi.Hava tamamen kapalı tamamen bulutlu oluyor.Ne yapmalıyım?Bu düşüncemin gerçeklik payı var mıdır?
Bir de hocam üniversite 4.sınıfım.yurda gidersem tekamülü bitiremeyeceğim yine de gideyim mi?
………, 'rabıtana dikkat ettikten sonra hoca olmana gerek yok' dedi.
Bir de hocam tevbe haşa kendimi büyük bir zat ya da Mehdi zannettiğim oluyor.Ne yapmalıyım?
Bir sorum daha olacak manevi mertebeler de seçilme diye birşey var mı?kendini seçilmiş gibi biri düşünmek ne kadar doğru.Şimdiden Allah razı olsun hocam.İnşaallah cevap verirsiniz. İsim mahfuz.
*******
Ve aleyküm selam.
Kusura bakmayın, iletiniz gözümüzden kaçmış, haliyle cevabı da gecikti. Ancak ikinci iletinizde haberdar olabildik. Ayrıca mesajınız da muayyen şahıs ve hususi mevzuları muhtevi olduğundan kısaltıp düzenlemek durumunda kaldık, bilginiz olsun.
Sorularınız ve cevaplarına gelince…
1- Her duşta gusül abdesti gerekir mi?
Hazır duştasın, neden boy abdesti almayacaksın? Boy abdestinin normal abdeste göre elbette üstünlüğü vardır. Kaldı ki abdestin olsa bile malum, abdest üzerine abdest almak nûr üzerine nûrdur. Sevap fazlalığı sırtında yük mü oluyor ya da kambur mu oluşturuyor? Amellerin belli şartları, farz ve vacipleri olduğu gibi, bir de sünneti-âdabı vardır. Âdâba uygun olan, madem yıkanıyorsun, abdestini de almandır. Bu kadar ahmakça bir soru düşünülebilir mi?
2- Hocam bazen manevi vazifemi yapmazsam yada gusül abdedti almazsam duşa girince yaşadığım şehre musibetler yağıyor gibi. Hava tamamen kapalı tamamen bulutlu oluyor. Ne yapmalıyım? Bu düşüncemin gerçeklik payı var mıdır?
O musibetli tevehhüm, kapalı, bulutlu ve bulanık düşünce o anki hâlet-i ruhiyenin bâtın âlemine / zihin dünyana in’ikâsıdır (yansımadır). Tasavvuf erbabı bir mü’min abdestsiz, hele hele gusülsüz dolaşmaz, evinden-yurdundan manevi ikmâlini yapmadan ayrılmaz. Yani öyle olması lazım gelir. Tabii ki mü’min olarak toplumun üzerine yağan bela ve musibetleri öncelikle kendi hatalarımızda aramak gerekir. Ferd ferd bizler iyi olmaya gayret edersek, toplum da kendiliğinden salâha erer. Maamafih bunlarda gerçeklik payı aramaya kalkışmaktansa, at o vesveseleri-kuruntuları kafandan… Zira neticede, olan her şey Allah’ın takdir ve yaratmasıyladır. Senin yapman gereken, bela ve musibetlerin yağmasına sebep olabilecek hallerde değil, rahmet ve bereket deryalarının coşup çağlamasına vesile teşkil edecek amel-hizmet ve ibadetlerde bulunmaya çalışmak olmalıdır.
3- Bir de hocam üniversite 4. sınıfım. Yurda gidersem tekamülü bitiremeyeceğim yine de gideyim mi?
Neden yurda gidersen tekâmülü bitiremeyeceksin? Ne münasebet, yurt buna engel mi oluyor? Aksine yardımcı olacağını düşünüyorum şahsen… Hem yurtta olmaya bak, hem de tekâmülünü bitirmeye… Muhterem Büyüğümüz’ün tekâmül mevzuundaki hassasiyetini bilmeniz lazım. Elbette ki büyük hikmet ve sebepleri var o ikaz ve nasihatlerin… Unutmayalım, kalbimize nakş u bend edelim, iktizasınca hareket etmeye gayret gösterelim.
Bu noktada sana tavsiyem; kendini sanki bir çaresizlik girdabında gibi görme ve gösterme gayretkeşliğinden de mızıkçılığından da vaz geç! Her alanda tekâmül etmeye bak. Malumunuz, ‘Kem âlât ile kemâlât olmaz’ demiş atalarımız. Ve yine bu manada, ‘Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede’ buyurmuşlar…
4- ………… 'rabıtana dikkat ettikten sonra hoca olmana gerek yok' dedi.
………., elbette ki doğru söylemiş. Bizim için her şeyin başı da, ortası da, sonu da râbıta… O olmadan hiçbir şey olmaz. Esasen o herkese lâzım! Râbıta mevzuu, ayrı bir bahis... Maamafih sen, olabilirsen tabii ki hoca da olmaya, İslâmî ilimlerde tekâmül de etmeye bak. O sana ‘hoca olma’ dememiş ki; ‘olamıyarsan şayet, hoca olmana da gerek yok, ama illa da râbıta lâzım’ demek istemiş… Lakin zâhirî ilim de tahsil edersen, bâtınla yani râbıtayla birlikte zû’l-cenâhayn olmuş olursun. Düşünsene; başta kendin olmak üzere râbıtasız ilmin, kime ne kadar faydası olacak!
5- Bir de hocam tevbe haşa kendimi büyük bir zat ya da Mehdi zannettiğim oluyor. Ne yapmalıyım?
Tabiri caizse işte asıl ‘zurnanın zırt dediği yer’ burası…
Bu hâl, tamamen nefsanî ve şeytanî bir durumdur; vesveseden, kuruntudan ibarettir. Bâtıl ve bir o kadar da de tehlikeli hülyâlardır bunlar! Onun içindir ki, ‘Bu yolda evliya olaçıkagelme yoktur’ buyurur büyüklerimiz. Keza; ‘Bu yolda kerâmet ve rüyalara da itibar yoktur’ diye de ikaz ederler…
O bakımdan ‘aman dikkat et’ derim; zira gün olur, kendini peygamber bile zannedersin. Ama nefs-i emmâre öylesine azılı ve dehşetli bir kâfirdir ki; onunla dahi yetinmez, tatmin olmaz, -hâşâ- ilah olduğun vehmini üfler kalbine!..
Böyle durumlarda derhal tevbe ve istiğfara sarıl, tesbih namazları kıl, bu tehlikeden kurtarması için, 'aman yâ Rabbî, ben ne hallerdeyim' diyerek yalvar-yakar, iltica et Mevlâ-yi Zû’l-Celâl’e…
Ne denli âciz-âdî, hakir, pür-taksir, rezil ü rüsvâ bir yaratık olduğunu düşün…
Bunca nankörlüğüne rağmen ayakta durabildiğine, insan suretinde dolaşabildiğine şükret, hudutsuz hamd ü senalarda bulun Cenab-ı Hakk’a…
Uçurumun hemen kenarcığında dolaştığını unutma, en ufak bir sendelemede aşağıya yuvarlanma tehlikesiyle burun buruna olduğunu hiç ama hiç hatırından çıkartma!
Ancak her şeye rağmen Allah’ın (c.c.) afv u mağfiret, rahmet ve hidayetinden de ümidini kesme! Çünkü başka gideceğin yer de yol da kapı da yok.
Kendi kendini muhatap al ve de ki;
- Hangi büyüklük, hangi Mehdî’lik..?
- Sen kimsin, o sözünü ettiğin makam ve mertebelerin sahibi olan zevat kim? Sen onların ayağının tozu olamazsın!
- Sen dünyanın en âdî, en rezil, en pespâye yaratığısın! Nitekim İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyururlar ki;
“Kendini köpeklerden ve kara sineklerden daha üstün gören bir sâlik (maneviyat yolcusu mü’min), bu yolun büyüklerinin sahip oldukları kemâlâttan (olgunluk-üstünlük ve kıymetlerden, manevi değer ve mertebelerden) mahrumdur!”
Hâl böyle olunca, şeytanın ve nefs-i emmârenin taarruzu ile söz konusu vesveselerle mâlul olan sen, var kendini bir düşün, hesap et hâl-i pür-melâlini bakalım!
6- Bir sorum daha olacak manevi mertebelerde seçilme diye birşey var mı? Kendini seçilmiş gibi biri düşünmek ne kadar doğru. Şimdiden Allah razı olsun hocam. İnşaallah cevap verirsiniz.
Manevi mertebelerde elbette ki 'seçilme' yani istıfâ müessesesi vardır. Başında da Mevlâ-yi Zû'l-Celâl... Ona geleceğiz. Ancak ondan evvel bilmemiz gereken husus; bâtın âleminde, seyr u sülûk yolunda mesafe alabilmek, rütbeler elde edebilmek, evliya tasnifine girebilmek için, tabii ki ibadet ve tâatte, zikr u fikirde, Allah yolundaki hizmetlerde ihlâs üzere sa’y u gayret, kısacası ilim-amel-ihlâs sacayağı lâzım. Hatta bunların hepsinin üzerinde de, Cenab-ı Hakk’ın inayeti gerek. Yoksa havanı alırsın! O bakımdan asıl önemli olan da, her şeyde hedefin rızâ-yı ilahi olması icap eder. Bütün bunların neticesinde, belki velîler listesine de dâhil olabilirsin ama, hiçbir hâl u kârda akıbetinden emin olamazsın. O bakımdan kâmil imanla huzur-i ilahiye göçebilmek için, ömrümüzün her anında Hz. Mevlâ’ya çoook ama pek çok yalvarıp yakarmalıyız…
Ümmeti irşad vazifesi, yani şeyhlik-mürşidlik, peygamber varisliği ise, tamamen 'seçilmişler'in kârıdır. Onlar Allah ve Rasûlü ile bu işlere mahsus manevi hey’et tarafından intihab olunur. Kısacası senin anlayacağın, demokrasilerde seçim aşağıdan yukarıya yapılır, lakin bu manevi noktadaki seçimlerse yukarıdan aşağıya doğru olur.
Hâsılı, seçilen seçilmiş, sen o mevzularla kafanı-gönlünü oyalayacağına-bulandıracağına, seçilmişlerin daire-i emânında Ashab-ı Kehf’in Kıtmîri gibi olmaya, kendine küçücük de olsa bir yer edinmeye bak! Sa’y u gayretin bu yönde olsun. Nene gerek senin bu tehlikeli uçurumlarda dolaşmaya kalkışmak, uçsuz bucaksız mânevi deryalarda kulaç atmaya yeltenmek! Kılavuzunu-rehberini, mürşidini takip et, ona tâbi ol yeter. Hatta yeter, yeter, yeter de artar bile!
Son söz:
Hiç bu saçmalıkların doğruluğu olur mu?!