Selamün aleyküm hocam, öğrenmek istediğimi konu şu: sevmemiz gereken ehl-i beyt kimlerdir? Kuran’daki ehli beyt kavramına girenler yalnızca âli abâ mıdır, yoksa başkaları da bu guruba giriyor mu? Fatma Şevval Alemdar – İstanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Kur'an-ı Kerim'de biz mü’minlere, cân-ı gönülden sevmemiz emredilen Ehl-i Beyt kavramına girenler, Şîa’nın / Câferîlerin / Alevîlerin ve diğer bazı bid’at mezhepleri mensuplarının dediği ve inandığı gibi, yalnızca aşağıda sayacağımız sınıflardan ilki olan “Âl-i abâ” değil, tâdâd edilen zümrelerin tamamıdır. Şöyle ki:
1- Âl-i abâ: Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bir gün üzerinde bulunan bir abâ'yı (örtüyü, üzerlerine) örttüğü ve Zât-ı âlîleri ileri başta olmak üzere bu örtünün altındaki zevât-ı kiramdır. Yani şu mısra’da sıralndığı gibi, “el-Mustafâ ve’l-Murtazâ ve’l-Fâtımâ ve’bnâhumâ”: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm) hazerâtıdır.
2- Ezvâc-ı tâhirat / Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) hanımları-annelerimiz (r.anhünne)...
3- Rasûl-i Zîşân’ın (s.a.v.) diğer kızları ve onlardan olan torunları...
4- Hz. Ali'nin (r.a.) soyundan gelen sâdât-ı kirâm...
5- Sadaka almaları-yemeleri haram kılınan Hz. Abbas ile onun evlâdı, Hz. Ali'nin kardeşi Akîl ile Câfer ve onların evladı (r.anhüm)...
Bütün bu sınıflar “Ehl-i Beyt” ünvanını haiz, bu rütbenin sahibi bulunmaktadırlar. İstisnasız hepsine karşı sevgi ve saygı beslememiz gerekir.
Kısaca tekrar edecek / toparlayacak olursak; demek ki, Ehl-i Beyt, Şîîlerin / Ca'ferîlerin / Alevîlerin ve sair bazı fırak-ı dâlleye mensup mezheplere tâbi zümrelerin dediği-inandığı gibi sadece Âl-i abâ'dan ibaret olmuyor... Hele ki yalnızca onları sevip diğerlerine sövmek asla değil. Yukarıda tasnif ettiğimiz beş zümrenin tamamı “Ehl-i Beyt” tarifinin içine dâhildirler. Hepsini de sevmemiz, tamamına can-ı gönülden muhabbet ve meveddet beslememiz gerekiyor.
Ayrıca bir hadis-i şeriflerinde Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) “Selman, Ehl-i Beyt olarak bizdendir” buyurmuş ve Ehl-i Beyt dairesini daha da geniş tutmuşlardır. Nitekim o Server-i Âlem Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin zâhir ve bâtınlarının hakkıyla-tamamiyle-kemaliyle vârisileri bulunan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri de, merhum Mehmet Akçelioğlu ile eski müftülerden Ali Erol beyefendileri kendi Ehl-i Beytine dâhil etmişlerdir. Rabbim cümlesine muhabbet ve meveddetten, saygı ve hürmetten ayırmasın.
Efdaliyet yani manevi derece itibariyle üstünlük yönündeki farklılıklar ise, tâli derecede kalan bir husustur. Onların hepsinin de Ehl-i Beyt'ten olduğu kesin delillere dayalı bir gerçektir.
Ehl-i Beyt'e cân-ı gönülden sevgi beslemek
“…(Rasûlüm) De ki; buna (bu tebliğime) karşı sizden akrabalıkta / yakınlıkta sevgiden başka bir ecir (ücret) istemem…” [Şûrâ suresi, 23] âyetinin muhtemil bulunduğu/ifade ettiği üç mânâdan biri ile, Ehl-i Beyt'e meveddet/muhabbet/dostluk ve candan sevgi istenilmektedir. [Elmalı'lı, Hak Dini Kur'ân Dili, 5, 4241]
Ayet-i celilenin metninde geçen “el-Kurbâ” kelimesinden kasdolunan zümre, Ehl-i Beyt'tir. Bu lafzı, yalnızca 'Âl-i abâ' ile tefsir edenler, bir hususu dikkatten uzak tutarak isabetsizlik etmişlerdir. Şöyle ki: Bu sûre Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuş... Hz. Fâtıma'nın Aliyyü'l-Murtezâ ile evliliği ise, hicretin ikinci senesinde ve Bedir harbinden sonra vuku bulmuştur. Bu tarihî gerçek ortada dururken, “el-Kurbâ” kelimesinden murad, sadece 'Âl-i abâ'dır demek, yanlışta israr etmek olur. [Bkz. Tefsiru İbni Kesîr, 4, 112-113]
Nassa/nakle ve akla /ilmî usûl ve esaslara uygun düşen mânâya gelince… “Ben, sizden dünyevî bir menfaat talep etmiyorum. Ancak Ehl-i Beytime sevgi göstermenizi arzu ediyorum. Tâ ki onlardan faydalanma ve irşad olunma yolu devamlı olsun/sürekli kalabilsin. Çünkü onlar, tevhid-i zâtî fıtratı/hılkatı üzere yaratılmış bulunmaktadırlar”. [Tefsir-i Nahcuvanî, 2, 289]
Ehl-i Beyt'e sevgi beslememizi telkin eden hadis-i seriflerde de şöyle buyurulmaktadir:
“Yıldızlar, (gökyüzünde) semâ ehli için; Ehl-i Beyt'im de (yeryüzünde) ümmetim için emândır (onlara hidayet rehberi olmakta güvencedir).” [Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 6, 297] “Ehl-i Beytimin meseli/örneği, sefine-i Nuh'un benzeridir (Hz. Nuh’un gemisine benzer) . Kim ona (o gemiye) bindi ise, necat buldu/kurtuldu. Kim de muhalefet edip geri durdu (onların yoluna aykırı davrandı) ise boğul(up)helak ol)du”. [Münâvî, a.g.e., 5, 517]
İmam Şâfiî (rh.) şu iki beyti ile hem Ehl-i Beyte muhabbetin lüzumunu ortaya koymuş... Hem de namazlarda onlara salât u selâm okumanın farz olduğu ictihadında bulunmuştur:
“Yâ Ehle Beyt’i Rasûlillâh! Hubbükümû
Farzun minallâhi fi'l-Kur'âni enzelehû
Kefâküm min azîmi'l-kadri innekümû
Men lem yusalli aleyküm lâ salâte lehû”.
Mânâsı: “Ey Rasûlullahın Ehl-i Beyti! Sizi sevmek, O’na indirilen Kur'ân'da (bizlere) farz kılınmıştır. Sizin kadr u kıymetinizin / değerinizin büyüklüğü bakımından, (bu) size yeter: Zira size salât okumayan kimsenin namazı(nın) hükmü yoktur”.
Kavsü’l-A’zam Abdülkadir Geylanî (k.s.) hazretleri de, şu iki beyti ile Âl-i abâ'ya olan saygı ve sevgisini şöyle dile getiriyor:
“Lî hamsetün utfî bihâ, Harre'l-vebâi'l-hâtimâ.
el-Mustafâ ve’l-Mürtezâ, Ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtımâ”.
Mânâsi: “Benim için beş zât vardır. Ben, onlarla yakıcı ateşi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyü’l-) Murtazâ, iki oğulları (Hasan - Hüseyin) ve Hz. Fâtıma.” [Mehmed Emre, Müslümanca Yaşama Sanatı, Çile Yayınevi, İstanbul, yyy., 1, 40-46]
Değerli kardeşlerim, Ehl-i Sünnet müntesibi bütün mü'minler!
Ehl-i Beyt ve onlara muhabbet mevzuu, uçsuz-bucaksız bir ‘esrâr deryası’dır âdeta… Bu deryadan alabileceğimiz, gönlümüze damlatabileceğimiz bir katre dahi, dünya ve ahiretimiz için ne büyük saadet!
Seyyid Seyfullah (k.s.) hazretlerinin dediği gibi,
“Bu aşk bir bahr-i ummandır, buna hadd u kenâr olmaz!
Delilim sırr-ı Kur’an’dır, bunu bilende âr olmaz!”