Selamün Aleyküm Muhterem Hocam,
Sıhhat, afv ve afiyet temenni ederim. Yazılarınızı okuyup istfade etmeye çalışıyorum. Sağolun.
Hocam biraz garip bir sualle karşılaştım. Şimdiden tuhaf gelebilir. Şu an zahiri arkadaşlar ile sohbet ediyoruz ve mevzuu şuraya geldi; Hz peygamberimiz ve Ebu Bekir efendilerimiz gibi hanif dine mensup olanların namaz şekilleri ile okudukları dua sure ne idi diye... Bu hususta siyer kaynaklarından bir malumatınuz varmıdır?
Selamlar, hürmetler. Murat Yakın – Gmail
*******
Ve aleyküm selam muhterem kardeşim; teşekkür ederim, sağlığınıza duacıyım.
Evet, sizin de ifade ettiğiniz gibi belki garip ve tuhaf, hatta gereksiz bir soru:
'Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), kendisine vahiy, tebliğ vazifesi gelmezden önce nasıl ibadet ediyor, ibadetlerinde neler okuyordu?’ Ama madem dile getirmişsiniz, o halde cevabı üzerinde bir nebze duralım, olabildiğince merakınızı gidermeye çalışalım. En azından bilmediğimizi-bilemediğimizi, bu hususta fazla bir bilgiye sahip bulunmadığımızı anlatmaya çalışalım.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), nübüvvetten önce de sürekli insanların arasına karışarak vaktini öldürmez, ekseriyetle uzlete çekilmeyi tercih ederdi. Nitekim Nûr Dağı’nda yer alan Hira Mağarası’nı kendisi için ibadet yeri edinmişti. Orada uzlete çekilir, çokça ibadet eder, Allah Teâla’ya teveccüh ederdi. [Bkz. Buharî, Sahih, Bed’u’l-Vahy, 3; Müslim, Sahih, İman, 252] Yirmi beş yaşına vardıktan sonra artık ticarî seyahatlere çıkmamış ve kendini tamamıyla ibadete, tezekkür ve tefekküre vermişti. Yaşı ilerledikçe ibadetini daha da arttırıyordu. Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.), Hz. İbrahim’in (a.s.) şeriatinden kalan bazı kısımları bildiği ve bu bilgiler sayesinde namaz kıldığı değişik kaynaklarda gelen rivayetler arasındadır. Halîl'i hakkında ise Cenab-ı Hak,"İbrahim ne Yahûdi ne de Hristiyan'dı, fakat o bir hanîf ve Müslümandı, müşriklerden de değildi." [Âl-i İmrân suresi, 67] buyurmaktadır.
Hanîf kelimesi, meyletmek, yönelmek manâsına gelmektedir. Hz. İbrahim (a.s.) putperestliğe iltifat etmeyip, dalâletten istikamete, diğer dinlerden hak dine, Allah'ın dinine İslâm'a döndüğü için Hanîf denilmiştir. Kısacası bu kavram, başka dinlerden ve bâtıl mâbutlardan çekinip, yalnız bir Allah'a yönelen muvahhid-mü’min için kullanılmıştır.
Cahiliye devrinde, sünnet olduktan sonra Kâbe’yi ziyaret eden kimseye hanîf denilirdi. Zira bu güzellikler Hz. İbrahim’in ( a.s.) dininden geriye kalanlardan bazılarıydı.
Efendimizin (s.a.v.) peygamberliğinden önceki döneminde Mekke-i Mükerreme’de az da olsa hanîf olarak yaşayan insanların varlığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Kureyş’in büyük bir çoğunluğu putlara ibadet ederken, hanîf olan bu kimseler putlara tapmaktan uzak durur ve Hz. İbrahim’den kalan bazı tevhid hakikatlerine göre hayatlarını sürdürürlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) de hanîf olan bu kimselerle aynı şehri paylaştığından ve zaten Kureyş’in putlarla ilgili düşüncelerini de asla tasvip etmediğinden, onun ibadetle ilgili az da olsa bu hanîf olanlardan bazı hususları öğrenip uygulamış olması, inkârı kabil olmayacak bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Ebu Bekir Sıddîk radıyallahu an zâtihi’l-athar’ı da aynen bu ölçü çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Evet, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) tebliğ vazifesi gelmezden önce, Hz. İbrahim’in (a.s.) Hanif dinine göre bir hayat sürüyordu. Ancak bu ibadetin / ibadetlerin nasıl ve ne şekilde olduğuna dair fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bununla beraber, hayatı boyunca hiçbir zaman putlara tapmaması, daima bir olan Allah’a inanıp ona iltica etmesi, yalvarması, belli günlerde Hira dağına çıkıp tefekkür ve zikir ibadetinde bulunması, bu yansımanın birer örneğidir. [Bkz. Ahmed Zeynî Dahlan, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 81]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hz. İbrahim’den, Arabistan’da Hanif dininden geriye kalanlar vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunlarla amel ediyordu. Ancak bunu yapmaya mecbur ve mükellef değildi. Kendi ihtiyarıyla farz olmaksızın (tatavvuan) ibadet ederdi.
Özetle söylemek gerekirse; Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v.) peygamberlikten evvel, yine hak dinin vecibelerini yaşıyan muvahhid ve âbid-zâhid bir insandı. Hz. İbrahim’in dininin devamcısı idi. Fakat mecburiyet altında değil, kendi hür iradesi ile ibadet ederlerdi. Bunda bütün tarih ve siyer kaynakları müttefiktir. Devamlı olarak Hira mağarasına çekilir, ibadet eder, dua ederlerdi. Hatta ilk vahiy de, böyle bir ibadet zamanında gelmiştir.
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.), bi’setten önce de akıl-zihin ve kalb dünyası-letâifi pırıl pırıl ve tertemiz bir Hanîf idi... Nitekim büyük âlim Aliyyü’l-Kaarî, Fahruddin Razî’nin (rahımehumallah) de iştirak ettiği bu hususu bize şu cümlelerle aktarır: Hakikat şu ki, Hz. Muhammed (s.a.v.), ceddi Hz. İbrahim (a.s.) ve diğer peygamberlerin şeriatından, gizli vahiy ve sâdık keşifler yoluyla kendisine zâhir olan (görünen) hak üzere amel ederdi. [Bkz. Aliyyü’l-Karî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 54]
Ancak bu amellerin şekli, okudukları metinler, yaptıklarını virdler-zikirler hakkında bir açıklama mevcut değildir. Zaten bizler de bunları bilmekle mükellef değiliz.
Nitekim Ahmet bin Hanbel’in (rh.) Müsned’inde, sahih bir senedle gelen bir rivayette, Ömer bin Hattab’dan (r.a.) gelen bir vâkıa şöyledir: Bir gün Hz. Ömer bir tomar kâğıtla Rasûlullah'ın (s.a.v.) huzuruna gelir. Rasûlullah (s.a.v.),
- "Elindekiler nedir" diye sorar? Hz. ömer;
- ‘Yahudi bir dostumdan aldım, Tevrat’tan ve İncil’den bazı yazılar var’, diye cevap verir. Bunun üzerine Rasûlulah (s.a.v.) kızmış olduğu halde, şöyle buyurur:
- "Eğer (kardeşim) Musa hayatta olsa idi, bana uymaktan başka bir çaresi olmazdı” buyurur.
Bu hadisten-hadiseden şu netice ortaya çıkar:
Yani bu demek olur ki; Hâtemü’l-Enbiyâ Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şeriati yanında ülû’l-azm (büyük) peygamberlerden Hz. Musa'ya bile uymak, ittibâ etmek kat'iyyetle mevzu-i bahis değilse… Hz Musa bile selameti Ahir Zaman Nebîsi Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) uymakta buluyorsa… Bizim, Şeriat-i Muhammediyye’den önceki amelleri-ibadetleri, evrâd u ezkârı araştırmamız, onları merak edip bilmeye çalışmamız, hatta uygulamaya cür’et etmemiz fevkalâde yanlış olur! Çünkü Efendimizin (s.a.v.) şeriati, hepsini neshetmiş, hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır.