Selamün aleyküm hocam, ‘husama namazı’ adıyla anılan bir namaz var mıdır, varsa nasıl ve ne zaman kılınır? geçen ay bir toplulukta konu oldu ve bir arkadaş Diyanete buna benzer bir soru sorulduğunu, onlarında ne Kuranda ne sünnette böyle bir namaz olmadığını söylediklerini anlattı. bu konuyui açıklayabilirmisiniz. Allaha emanet olun. Abdülkerim Türkoğlu - Melbörn / Avustralya
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, “Husama namazı” diye bir namaz vardır. Maneviyat erbabı, bâtın ehli zâtlar kılagelmişler, sohbetlerinde ve eserlerinde de buna yer verip mü’minlere de tavsiye etmişlerdir. Esasen bu mesele şeriatın bâtıniyle alakalı bir husustur. Dolayısiyle zâhir-i şeriatle meşgul olanlar haberdâr olmayabilir ya da genelde olduğu gibi buna da itiraz ediyor olabilirler. Nitekim mübarek gün ve gecelerde kılınan namazlar hakkında öteden beri yazıp söyledikleri de hemen-hemen aynı nakaratlardır.
Sözünü ettiğiniz Diyanet’e yöneltilen soru ve bu soruya verilen cevap şöyle:
“Kul hakkı namazı var mıdır?
Soru: "Üzerimde çok kul hakkı var. Namaz kılarak bunu ödeyebilir miyim?"
Cevap: İslam dininde ibadetler Allah ve Rasulü tarafından belirlenmiştir. Ne Kur’an’da ne de sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namazdan söz edilmemiştir. Kişinin kul hakkından kurtulmasının yolu, hak sahibine hakkını vermesi ve onunla helalleşmesidir. Yaptığı zulüm için de Allah’a tövbe etmelidir. Tövbe etmeden önce iki rekât namaz kılması menduptur. Kul hakkı konusunda Hz. Peygamber(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde birinin namusu ya da malıyla ilgili bir zulümvarsa altın ve gümüşün bulunmadığı kıyamet gününden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevabından alınır, hak sahibine verilir. İyilikleri yoksa zulüm yaptığı kardeşinin günahından alınır, onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlîm, 11.) DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU
Filasıl bu cevap, sahibi bilinen maddî haklar bakımından doğrudur. Bu manada bir ‘kul hakkı namazı’ olmaz. Bunlardan kurtulmanın yegâne yolu, o hakların sahiplerine ödenmesidir.
Peki, problem nerede?
Problem, “İslam dininde ibadetler Allah ve Rasulü tarafından belirlenmiştir. Ne Kur’an’da ne de sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namazdan söz edilmemiştir” açıklama cümlesindedir.
Evet, Edille-i Şer’iyye-i Asliyye’den Kitap ve Sünnet’te sarahaten “kul hakkı namazı” veya kitaplarda bahsedilen tarzda "Husama namazı" ismiyle bir namazdan bahsedilmemiş olabilir. Fakat Şer’î Deliller sadece Kitap ve Sünnet’ten ibaret değil ki… Ayrıca üstüne üstlük / fazladan olarak, iki ana kaynakta sarahaten belirtilmeyen bu ve benzeri hükümleri açıklayan Edille-i Şer’iyye-i Fer’iyyeler mevcut. Hatta bunların da ötesinde şeriatın bâtıniyle alakalı hususlarda, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) hakiki vârisleri olan evliyâlullahın ilham ve keşifleri de var. Her ne kadar bunlar şeriatın zâhirinde delil olarak kabul edilmese de, kıyamete kadar onların hükümleri de kendi alanlarında / bâtın-i şerîatte câri ve mer’îdirler... Bkz. Şer’î hükümlerin isbâtı ve ilhâmın dindeki yeri başlıklı makalemiz.
Bunun cevabını aslında yukarıda ilk parağrafta verdik. Ama kısaca bir şeyler daha ilave edip açıklamak gerekirse, cevapta zikri geçen hadis-i şerifin meseleyi gayet güzel anlattığıdır. Nitekim helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) "müflis" olarak tavsif edip, bunların vaziyetini şöyle anlatmıştır: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekini dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanât-ı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra Cehennem'e atılır." [Buhari, Sahih, Edeb, 102; Ayrıca bkz. Tecrîd-i Sarih Tercümesi, 7/ 375, 376, 1090 no'lu hadis]
"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır" [Tirmizi, Sünen, Sifatu'l-Kıyâme, I] haberi de, kul hakkının ve dolayısıyla bundan kurtarıcı helalleşmenin önemini ortaya koyar.
Helalleşme yoluyla gidilecek, halledilebilecek kul hakkı öylesine önemlidir ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), "Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur" (Tecrîdi Sarih Tercümesi, VII, 349, 1084 nolu Hadis) buyurarak bu durumu haber vermaktadir.
Hâsılı, helalleşme öteki dünyadaki iflâstan kurtulmak için, bu dünyada insanlardan haklarını helâl etmelerini dileme ve böylece borçtan kurtulma yoludur.
Demek ki neymiş efendim;
Mü’min, öncelikle haksızlık ettiği insanlarla dünyada helâlleşecek… Helâlleşmediği takdirde, ahirette kendisinin sâlih amellerinden zulmettiği kişiye / kişilere verilecek. O halde yarın müflis durumuna düşmemek için sâlih amelleri çoğaltmamız gerekiyor, öyle değil mi?
Helalleşmenin dünyada yapılmaması halinde, bunun âhirette gerçekleşeceğini yine bir Buhârî rivâyetinden öğreniyoruz: "Kıyametle mü'minler Cehennem (üzerindeki Sırat'tan) kurtulduktan sonra, Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak-tefek) mezâlimden (haksızlıklardan) birbirlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir." [Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, 7/ 353-354, 1085 no'lu hadis]
İşte Husama namazı da bunun içindir. Yani o namazın sevabını hasmımıza, üzerimizde hakkı bulunan kişiye veriyor, hediye ediyoruz. Karşılığında da hakkını bize bağışlamasını istiyoruz. Kısacası onun günahlarını yüklenmek yerine, kendi sâlih amelimizden ona veriyoruz. Bunu da ahirete bırakmak yerine, dünyada iken yapmaya çalışıyoruz. Bundan güzel bir alış-veriş olur mu?
Velhâsıl; sahibi bulunamayan veya cins ve miktarı bilinemeyen kul haklarının affı için bu Husama namazı kılınır. Akabinden de dua edilirse -inşâallah- o kişinin afvolması ümit edilir. Sahibi bilinen haklar, maddî bakımdan, mal-mülk, para-pul nev’indense sahibine ödenir, ödenmesi gerekir. Eğer manevi bir haksa, mesela gıybetini yapmak gibi, o takdirde özür dilenir, gönlü alınıp helâllik istenir.
***
Namazla ilgili açıklamalara gelince…
Son devir dersiâmlarından, Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidin Silsilesi’nin sol halkasını teşkil eden vâris-i Râsûl, mürşid-i kâmil ü mükemmil Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin ders ve sohbetlerinde talebelerince derlenen, Fazilet Neşriyat tarafından yayınlanan, Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen DUA ve İBADETLER kitabının sonunda [s. 58], kılınması hatırlatılan Husama namazı hakkında kısaca şu önemli bilgiler verilmektedir:
“Kıyamet günü, üzerimizde hakkı olduğunu iddia edenlere bu Namazla mukabele edilir (karşılık verilir). Mübarek gece ve gündüzlerde kılmayı ihmâl etmemelidir.
4 rek'at bir namazdır. Dörtte bir selâm verilir. Aynen öğle namazının sünneti gibi kılınır.
1’inci rek'atte: 1 Fâtiha, 11 İhlâs-ı şerif,
2’nci rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs, 3 Kul yâ...
3’üncü rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs, 1 el-haakümü’t-tekâsür...
4’üncü rek'atte:1 Fâtiha, 15 İhlâs, 1 Âyetü’l-kürsî.”
***
Mekke-i Mükerreme’de Cennetü’l-Muallâ’da medfûn, merhum ve mağfur Ahbab Hocaefendi nâmıyla mâruf ve meşhur, eski müftilerimizden Mehmed Aksoy abimiz de Hazret-i Üstâzımız’ın (k.s.) rahle-i tedrislerinde tuttukları Notları’nda bu namazdan şöyle bahsetmişlerdir:
“Salât-ı Husama: Muharrem’in biri ile onu arasında bir defa olmak üzere her sene kılınacak.
Niyet: ‘Yâ Rabbi, rızâ-i şerifin için niyet eyledim namaza; herhangi bir kimsenin veya mü’min kardeşimin veya komşumun hakkı geçmiş ise ödenmesi için.’
Akşam ile yatsı arasında 6 rek’at kılınacak. İki rek’atte selâm verilecek.
1’inci rek'atte: 1 Fâtiha, 1 Âyetü’l-kürsî, 11 İhlâs-ı şerif,
2’nci rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs,
3’üncü rek'atte: 1 Fâtiha, 1 Sûre-i Tekâsür, 11 İhlâs-ı şerif,
4’üncü rek'atte:1 Fâtiha, 10 İhlâs-ı şerif,
5’inci rek’atte: 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe’l-kâfirun, 11 İhlâs-ı şerif,
6’ncı rek’atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs-ı şerif.” [Gayr-i matbu‘, s. 6]
Vakti dar olan 4, müsait olan 6 rek’at olarak kılabilir. Namazdan sonra da, hâle münasip dua edilir. Mesela, Hamdele ve Salvele’nin ardından şöyle dua edilebilir:
“Allâh’ım, ben senin âciz ve günahkâr bir kulunum. Sair kullarına karşı maddî-manevî borcum, haksızlıklarım çok. Sana olan isyanımı-nisyânımı bağışla, kullarına olan haklardan beni kurtar.
Allâh’ım; ben kusûr-küsur, isyan-nisyan, hata ve noksanlarla dolu çok âciz bir kulunum. Kullarından herhangi birine haksız bir muâmelede bulunmuş, kötü söylemiş, canını acıtmış, gönlünü kırmış, herhangi bir surette hakkını almış olup da onlarla helâlleşmedim / helâlleşemedim ise, Sen lütfunla-fazl u kereminle onları benden râzı et. Bende onları râzı edecek hiçbir şey yok, Sende ise pek çok ve sonsuz-hesapsız. Bu âciz kulunu perişan etme Rabbm!.
Allâh’ım; hata-kusur ve eksiklerle dolu bu namazımı, başta Rasûl-i zîşânın olmak üzere O’nun vârisleri olan Sâdât Efendilerimizin yüzü suyu hürmetine afvınla-mağfiretinle-rahmetinle kusursuz olarak kabul buyur. Ecrini-sevabını-mükâfatını hak sahiplerine ver. Bu zayıf, âciz-âdî, hakir-fakîr, pür-taksîr kulunu bu haklardan meccânen kurtarıver yâ Rabbî.
Allâh’ım, her eksiklik-noksanlık, kusur-küsûr, hata-ayıp bizde; Sen ise bütün noksanlıklardan münezzehsin / berîsin / uzaksın.
Rebbnâ teqabbe’l-minnâ inneke ente’s-semîu’l-alîm. Ve tüb aleynâ inneke ente’t-tevvâbü’r-rahıym. Allâhümme a’tınâ külle hayrin ve eıznâ min külli şerr.
Sallallahu aleyhi ve selleme alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Mahammed.
Sübhâne Rabbike Rabbi’l-ızzeti ammâ yesıfûn. Ve Selâmün ale’l-mürselîn. Velhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Amin… Lillâhi Teâle’l-Fâtiha.
***
Seyyid Alizâde (k.s. v. 931/1524) Şir’atü’l-İslâm Şerhi’nin, “Aşûre Gününün Edebleri” bahsinde şunları zikretmektedir:
“Aşûre günü, hasımlarının, incittiklerinin gönlünü almalıdır. Bilinmelidir ki, Kıyamet günü hasımlarını râzı etmek niyeti ile dört rek’at namaz kılarsa, Allah Teâla, kabrin şiddetli, korkunç hallerinden kurtarıp hasımlarını da râzı eder…. Risâletü’z-Zevqıyye’de deniliyor ki: ‘Bu namaz Rasûlullah’tan (s.a.v.) nakledilmiştir. Çok fazileti vardır. Bu namazı senenin altı gününde kılmalıdır. Bu günler Aşûre, terviye, Arafe, Kurban bayramı günü, Şâban ayının onbeşinci günü ve Ramazan ayının son Cuma günüdür…” [A.g.e. ve m. (Terc. Lutfullah Uyan-A. Faruk Meyân) Berekât Yayınevi, İstanbul, 1979, s. 218] Namazın kılınma şekliyle ilgili verilen bilgiler, yukardakilerin aynı değilse de benzeridir. O bakımdan tekrarına lüzum görmedik. Dileyen oradan bakabilir.
Görüldüğü üzere burada, ‘Bu namazı senenin altı gününde kılmalıdır’ denirken, Ahbab Hocaefendi’nin Notları’nda da ‘Muharrem’in biri ile onu arasında bir defa olmak üzere her sene kılınacak’ diye kaydedilmiştir. Dua ve İbadetler kitabında ise mutlak manada, “Mübarek gece ve gündüzlerde kılmayı ihmâl etmemelidir” denilmiştir. Âcizâne kanaatim, mübarek gün ve geceleri de neredeyse bilmeyen mü’min yoktur. Binaenaelyh bu ifadelerde tenakuz aramamalıdır, zaten de yoktur. O halde çerçeveyi geniş tutup, fırsat bulduğumuz bütün mübarek gün ve gecelerde, “Müridin fıkhı mürşidinin amelidir” düsturundan hareketle, Allah dostlarına tebaan (uyarak) kılmaya gayret göstermeliyiz. Bunlar ahiret sermayeleridir, ihmâl etmemeliyiz.