Selamün aleyküm hocam. Kütüb-ü Sitte'nin sahihliğinden şüphe eden birisine ne cevap verebiliriz? Allah razı olsun. Ahmet Sinan Kaçar-Gmail
*******
Ve aleyküm selam.
Sevgili kardeşim; bu tip zırvalar ilk de değil, son da olmaz. Bunun nesini ciddiye alıp nefes tüketeceksin ki!
Öyle münasebetsiz, had bilmez birisine, öncelikle / evleviyetle ehil bir hocanın rahle-i tedrisinde, Usûl-i Hadis okumasını tavsiye edebilirsiniz. Çünkü hadis usûlüne dair ilmi olmayan bir kimsenin, böyle bir şüpheden söz etmesi ne hakkıdır, ne de haddi!.. Dolayısiyle onun bu “zırva”larına da itibar olunmaz.
Mûmâileyhe sormak gerekir; ‘Evet, Kütüb-i Sitte’den şüphe ediyorsun da, neye nazaran, hangi akıl-mantık ve ilmî kıstaslara göre şekilleniyor bu şüphen? Hadisler, Usûl-i Hadis esaslarından hangisine uymuyor ki, seni bu şüpheye sevk ediyor?’
Ayrıca ona şunu da hatırlatmak lazım:
Atalarımız, “İslâm’ın şartı beştir, eğer altıncı bir şartı olacak olsaydı, ‘haddini bilmek olurdu” demişler. Âcizane bendeniz de buna ilave olarak diyorum ki; “Eğer yedinci bir şartı daha olacak olsaydı, haddini bildirmek olurdu.”
Son olarak bu saçmalık bana lâtife yollu bir fıkrayı hatırlattı. Şöyle ki:
Ceddimiz Fatih Sultan Mehmed (k.s.) hazretleri Sahn-ı Semân’a müderris olacak hocaların hadis ilminden Kütüb-i Sitte ile lûgatten Sıhâh-ı Cevherî, Kâmus, Tekmile ve emsâlini hıfz ve cem‘ etmiş kimselerden olmasını şart koşmuştur.
Oraya müderris olmak için imtihana hazırlanan Molla Lûtfi ile Uslu Şücâeddin, bir gün, bir yerde karşılaşırlar. İmtihana ve lûgate müteallik konuşurlarken Şücâeddin der ki:
- ‘Sıhah’da müşkilâtım çok. Hemen her satırın başına şek (şüphe) işâreti koyuyorum.’
Bunun üzerine Molla Lûtfi:
- ‘Vâkıa ben de şek ediyorum, ama sen benden eşek(*) imişsin!..’ cevabını verir. [Külliyât-ı Letâif, Faik Reşad, s. 129]
Senden de ricam; işine-hizmetine bak, bizi de, başkalarını da böyle bayatlamış, lüzumsuz-faydasız zevzekliklerle meşgul etme.
Dipnot:
(*) ‘Eşek’, Arapça ism-i tafdîl sîgası ile, daha fazla şüpheci demektir.