“Duhâ namazının son iki rek'atini oturarak kılmak
Duhâ nazamının son iki rek’atini, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidîn kolu silsilesinin 25’inci halkasını teşkil eden İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin oğlu Muhammed Ma’sûm (k.s.) hazretleri oturarak kılmışlar… Ve bu tatbikat, tasavvuftaki ”Müridin fıkhı mürşidinin amelidir” usûlünce, bu yolun mensupları arasında onun bir sünneti olarak böyle devam edegelmiştir.
Zikri geçen nâfile namazın oturarak kılınması hakkında ayet veya hadis aramanın bir gereği yoktur; çünkü kıyâm, farz ve vâcip namazlarda bir rükündür, bir esastır. Bundan dolayı kıyama gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı farz veya vacip bir namaz caiz olmaz. Rükünler farz olduğundan, onlara riayet etmek gerekir.
Velhâsıl; sünnet ve müstehap (nâfile) namazlar, bir özür bulunmaksızın oturularak da kılınabilir. Fakat fazilet ayakta kılınmalarındadır. Bunda âlimlerin ittifakı vardır. Mezhep imamımız İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine göre, yalnız sabah namazının sünneti bundan müstesnadır; o, özürsüz oturularak kılınmaz. Ayrıca teravih namazını da özürsüz oturarak kılmak caiz ise de, keraheti vardır.
Bir kimsenin ayakta olarak başladığı nafile bir namazı, yorulacak olsa, bir yere dayanarak veya oturarak kılması caizdir. Böyle bir özür bulunmadıkça, bir yere dayanılmasında veya oturulmasında kerahet vardır.
Bir kimse oturarak kılmaya başladığı nafile bir namazı, kalkıp ayakta tamamlayabilir. Bunda ittifak vardır.” Halis ECE Kişisel Web Sitesi: http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1499-duha-namazinin-son-iki-rek-atini-oturarak-kilmak.html
***
Hocam selamün aleyküm .
Bu yazınızı okudum .
Tabi burada izah etmişsiniz ama yine de sormak istedim son iki rekatı oturarak kılmak ile alakalı başka rivayetler var mı. H.şerif var mı.
whatsapp’tan, isimsiz.
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Kopyaladığınız cevabî yazımızda sarahaten görüldüğü ve sizin de belirttiğiniz üzere mesele gayet net bir şekilde, hem de Sünnet’e uygun tarzda fıkhî ve tasavvufî usûllerle açıklanmıştır. Sırf bu uygulama için, bu meseleye mahsus Sünnet’ten bir delil aramanın ilmî bir gereği de mantığı da yoktur. Çünkü orada anlatılanlar zaten ‘Sünnet’ çerçevesindedir. Ehl-i Sünnet fıkhındaki bütün hükümler de, nasslara müstenittir. Yani müçtehid ulemâmız (rahımehumullah) ortaya koydukları meseleleri ayet, hadis ve icmâa dayanarak istinbat etmişlerdir.
Fıkhî esaslara aykırı olmayan bahis mevzuu usûlün ilk tatbikçisi Muhammed Mâsum (k.s.) hazretleri olması hasebiyle, bu uygulamanın, onun sünneti olduğunu söylemekte ilmî-mantıkî bir mahzur olmaz, tasavvufî açıdan da haydi haydi (evleviyetle) bir sıkıntı bulunmaz. Binaenaleyh ayakta kılan da, ‘niçin ayakta kılıyorsun’ diye itham edilmez, ayıplanmaz. Ama o Zât’ın (k.s.) mensubu bulunduğu mübârek yolun müntesipleri de, söz konusu usûl / kâide gereği bu tarikatın büyüklerinin tatbikatlarına (sünnetlerine), karınca kadrince, ellerinden geldiğince uymaya a‘zamî gayreti gösterirler. Ve nitekim bu uygulama el’an aynen devam etmektedir, kıyamete kadar da devam edeceğinde hiç ama hiç şüphemiz yoktur.
Mâlum olduğu gibi ittiba‘ın dinimizdeki ve bâhusus bâtın-i şerîatteki ehemmiyeti büyüktür. Nitekim Rabbimiz celle şânuhu buyuruyorlar ki:
“(Rasûlüm) De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana ittib‘a edin (uyun) ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı mağfiretle örtsün (suçlarınızı bağışlasın), Allah gafûrdur, rahîmdir (rahmet ve mağfireti pek çok ve pek büyük olandır).” [Âl-i İmrân suresi, 31]
Rasûl’e (s.a.v.) ittiba‘ ise, bizzarûre vârislerine de ittiba‘ı iktiza ettirir mâlumunuz.
Binaenaleyh Mevlâ-yi Zû’l-Celâl, başta Râsul-i Zîşânına olmak üzere O’nun vârislerine de bi-hakkın ittiba‘dan kıl ucu kadar dahi ayırmasın cümlemizi…