Hocam yazdıklarınız için Allah razı olsun. Benim bir sorum olacak. Himmet ve sefeat arasında nasıl bir bağ vardır yoksa aynı şeylermidir. Açıklık getirirseniz müteşekkir olurm.
Allah razı olsun.
*******
CEVAP:
Selâmlar iraz kardeş;
Himmet; halis ve iyi niyetle gayret etmek, çaba göstermek, yüksek irade, ilgi, manevi yardım-destek, ihsan-lutuf ve ideal manalarınadır…
Bir diğer ifadeyle himmet; bir olgunluk-erginlik, eksiksiz-kusursuz, tam ve mükemmellik halini ya da diğer bir şeyi elde etmek için bütün ruhanî güçleriyle birlikte kalbin Allah Teâlâ’la teveccühü/yönelmesidir.
Yine başka bir tarifle himmet; Evliyaullahın (Allah dostlarının) maksadı hasıl eden, iş bitiren ve dilediklerini yerine getiren manevi gücüdür. “Himmet-i ricâl”, Allah dostlarının söz konusu manevi gücü demektir. Nitekim, “Himmetü’r-ricâl, taklau’l-cibâl”, yani Allah dostlarının himmeti dağları yerinden oynatır, denilmiştir.
Şeyhler-mürşidler müridlerini/dervişlerini himmetleriyle terbiye ve idare ederler. Mürşidler müridlerine himmet için, daha çok onların Allah yolundaki hizmetlerini esas alırlar. Nitekim, “Himmete talip olan, hizmete râğıp olur” denilmiştir. (Daha geniş bilgi için bkz. Ta’rifât, İbn Arabî; Fusûsu’l-Hikem, İbn Arabî; Sülemî, Tabakatü’s-Sûfiyye vd. tasavvuf ıstılahlarıyla alakalı eserler)
Şefâata gelince…
Şefâat; kelime olarak vasıtalık-aracılık ve yardım etmek manalarınadır. Yüksek bir makam sahibinin, dileğini kabul etmesini veya suçunu affetmesini sağlamak için bir kimsenin o yüce makam sahibine daha yakın olduğuna inandığı bir kişiyi vasıta-vesile (aracı) yapması; dolayısiyle o yüksek makam sahibinin, arada vasıta olan kimsenin hatırı için onun dileğini kabul veya suçunu affetmesidir.
İhtiyaç sahibinin ihtiyaçlarının karşılanması, suçlunun cezasının affedilmesi için sefaat istemeye “istişfâ”, şefaatçı olana da “şefi’” denir.
Makalede de belirtildiği gibi, mü’minler, işledikleri iyi amelleri kendilerine şefaatçı kılabilirler. Mesela, “Allah’ım, sırf senin rızan için yaptığım şu amelim için beni affet, dileğimi kabul et” diyebilir.
Gene bilindiği üzere Resûlüllah Efendimiz, mü’minlere hayatta iken şefaatçı oldukları gibi ahirette de olacaktır. Buna “şefât-i uzma” (en büyük şefaat) denir.
Keza bir mü’minin diğer bir mü’mininin iyiliği için dua etmesi de bir nevi şefaattır.
Bu tür şefaatleri tasavvuf erbabının yanında zahir alimler de kabul ederler. Bunlara ilaveten tasavvuf ehli, ölmüş olan Allah dostlarının, salihlerin, şehitlerin ve sair manevi makam ve mevki sahiplerinin de şefaatçı olacaklarına, bunların Allah indinde nazlarının geçeceğine inanırlar. Hatta onların, öldükten sonraki himmetlerinin-yardımlarının daha sür'atli olduğunu ifade ederler. Aynen kınından çekilmiş kılıç gibi olduklarını söylerler. Bu itibarla mü'minler, özellikle de maneviyat erbabı olanlar kamil ve mükemmil mürşidlerden, gavs ve kutublardan şefaat talebinde bulunurlar.
Kısaca toparlayacak olursak; himmet ve şefâatın farklı manalar için vaz edilmiş olduklarını görüyoruz. Bununla birlikte elfaz-ı müterâdife gibi biribirlerinin yerine kullanıldıkları da olmaktadır. Çünkü bazı cihetlerden yakınlıkları vardır.
Selâmlar…