Hocam, rahatsız etmek istemem. Değerli vaktinizi de çalıyorum fakat benim kafa biraz kalın. Önceki sorumda kısa bi malumat dedim de PEK AYDINLANAMADIM, DAHA DOĞRUSU ÖRNEKLER ÜZERİNDEN DAHA TAFSİLATLI BİR AÇIKLAMA OLSA eminim birçok kişi faydalanacaktır. Günümüzde misal kaç elbiseden sonrası israf olur veya evde annemiz yemek yapmışken beğenmediğimiz için dışarıda yemek yemenin doğruluğu nedir veya gezmenin sınırı nedir veya cinsi ilişki haftada kaç kez olursa zararlı olur?.. bunlara detaylı cevap vererek ilminizden istifade etmek isterim sakıncası yoksa..Saygılar.. Soru: HARUN. tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Değerli kardeşim; aslında önceki cevabımız, sorduğunuz hemen her maddenin izahını mündemiçti. İlla da teferruata girmeye gerek yoktu. İsraf, her alanda israftır; iktisat da öyle… Yani her işte, her ihtiyaçta aşırıya kaçmayacak, orta yolu takip edeceksin. Bunu uzatmanın pek de bir anlamı olmaz diye düşünmüş idik. Ama mademki ‘…benim kafa biraz kalın’ diyor ve ‘birçok kişinin faydalanacağı’ tezini de öne sürüyorsunuz, o halde vaktimiz elverdiği ölçüler içerisinde tafsilat vermeye çalışalım.
Evvelki öz ve özet cevabımızda da belirttiğimiz gibi, her şeyin ve her işin uç noktaları zarardan uzak değildir. Yarar ise her çeşit aşırılıktan kaçınıp orta yolu takip etmektedir. Bu kısa girizgâhtan sonra gelelim sorularınıza…
1.‘Kaç elbiseden sonrası israf olur?’
Bu sorunun kısa cevabı; ihtiyaçtan fazlası israf olur. Elbisenin adedi de ihtiyaçla orantılı olmalıdır. İşin-gücün, çevren, makam ve mevkiin icabı ihtiyacın neyse onları alır giyebilirsin. Bu ölçünün dışında kalan ve giymediğin kıyafetler elbetteki israftır. Bunda da aşırılıklardan kaçınıp orta yolu tutmak / ölçülü olmak esastır. Şeriat ve âdap bunu gerektirir.
Rabbimiz (c.c.) Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor:
“Hem onlar ki, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; (harcamaları) bunun (bu ikisinin) arasında orta bir yolda olur.” [Furkan suresi, 67]
İbn Ömer (r.anhuma) anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v.) şu iki kıyafeti yasakladı: Çok yüksek kıyafet, çok düşük kıyafet.”
Hadis’te insan haysiyetine yakışmayacak derecede düşük bir kıyafetin yasaklanması yanında, kişiyi kibre sevk edecek çok pahalı bir kıyafet de yasaklanmaktadır. Böylece, “Her işin hayırlısı vasat (orta seviyede) olanıdır.” hadis-i şerifi kıyafette de câri olmaktadır. Çok düşük kıyafet kişiyi ruhen sefilleştirip, insânî itibarını da haleldâr edeceği gibi, yüksek bir kıyafet de israfa kaçmaktan öte, ruhta mezmûm olan tekebbür (kibirlenme) hissini doğurabilecek, normal insanların ondan uzaklaşmasına ve kişinin yalnızlaşmasına sebep olabilecektir. [Bkz. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 15, 65]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mütevazı giyinmeye teşvik etmişlerdir.
Ebû Ümâme İbn Sa‘lebe el-Ensârî (r.anhum) anlatıyor: "Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanında dünyayı zikretmişlerdi (dünyaya ait bir takım şâşaalı şeylerden söz edilmişti). Buyurdular ki:
"Duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz? Mütevâzi giyinmek imandandır, mütevâzı giyinmek imandandır!" [Ebû Dâvud, Sünen, Tereccül, 1, Hadis no: 4161; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 22, H. no: 4118]
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bu hadis-i şeriflerinde mü'mine sâde ve mütevazı giyinmeyi tavsiye etmektedir. Dünyadan söz edilen bir sohbette te'kîdli bir üslûpla kılık kıyafette sadeliğin tavsiye edilmesi, giyimin ‘dünya’ya ait bir keyfiyet olduğunu gösterir.
Kılık kıyafette, günümüzde olduğu gibi, bir moda yarışı ile eskimeden elbise atmanın dînen te'yîd edilen (desteklenip kabul gören) bir yönü yoktur. Tevâzu ve sâdelik esastır, ancak bunu ‘sünepelik’ olarak da anlamamak gerekir. Gelire muvafık / maddî duruma uygun olarak giyinmeyi dînimiz tecvîz etmiştir. Bu israfa girmez.
Ne var ki imkân sahiplerinin sabah bir çeşit, akşam bir başka çeşit giyme havasına girmeleri, cemiyetin iktisâdî hayatında bir kısım sıkıntılara sebep olacak, ahlakî ve dînî hayatta da bunun akisleri / yansımaları görülecektir.
Şu halde imkân sahiplerinin de, böyle menfî durumların çıkabileceğini düşünerek, buna meydan vermemek düşüncesiyle tevâzu ve sâdeliği tercîh etmeleri, dinin tavsiye ettiği en doğru yol olmaktadır. [A.g.m. ve e., Akçağ Yayınları, 7, 456-457]
Giyimde ‘israf’ın bir adı da günümüzde ‘marka’ ya da ‘marka hastalığı’dır.
Bu mevzuda ise dikkat edilmesi gereken önemli nokta, markanın kime ait olduğudur. Yeme-içme, giyim-kuşam gibi hususlarda öncelikle Müslümanlara ait olan markalar ve müesseseler tercih edilmelidir. Ancak bir mü’minin maksadı hiç bir zaman gösteriş, pahalı giyinme vs. olmamalıdır. Mü’mine yakışan temiz, tertipli ve düzenli giyinmektir.
Eğer başka bir alternatifi yoksa, gayrimüslimlere ait ürünler ihtiyaç miktarı kullanılabilir. Fakat alenen İslam düşmanlığı yapan ve Müslümanlara zulmeden kesimlere kazanç sağlayan firma ve kuruluşlara maddî-manevî destek vermekten sakınmalıdır.
Marka düşkünlüğü insanları israfa sürüklüyor.
Hz. Ömer (r.a.), Ahnef hazretlerinin sırtında yeni bir gömlek gördü ve:
- “Ey Ahnef! Üzerindekini kaça satın aldın?” diye sordu. Onun,
- “On iki dirheme.” demesi üzerine de şunları söyledi:
- “Azap olunasıca! Bu paranın altı dirhemine bir gömlek satın alıp kalan altı dirhemi de Allah yolunda harcamış olsaydın daha iyi olmaz mıydı?” [Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, 3, 206; Kenz, 2, 161, İbnü'l-Mübarek, Abdullah b. Übeyy'den rivayet etmiştir.]
Bütün hayatımızda olduğu gibi kıyafet alış-verişlerimizde de orta yolun tercih edilmesi oldukça önemlidir. Bu sebeple sırf marka olduğu için pahalı olanı tercih etmek israfa girer.
Ayrıca dikkat çekmek için markalı ürünler giymek kişiyi Allah nezdinde zillet sahibi yapar.
İbn Ömer (r.anhuma) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Kim şöhret elbisesi giyerse Allah ona zillet elbisesi giydirir." Bir rivayette de şöyle denmiştir: "...Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra içinde ateşi tutuşturur." [Ebu Davud, Sünen, Libas 5, Hadis no: 4029, 4030]
Burada şöhret elbisesinden maksat; dikkatleri üzerine çeken her çeşit kıyafettir.
Demek ki marka saplantısı, aynı zamanda en tehlikeli ve en kötü hasletlerden biri olan kibre sebep olmaktadır.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir takım elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek." [Buharî, Sahih, Libas, 5; Müslim, Sahih, Libas, 49, Hadis no: 2088]
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), ciddi bir ihtiyaç olmadığı halde sırf gösteriş ve tefahur (övünmek-böbürlenmek-gururlanmak) için veya aşırı lüks ve şatafat için yapılan harcamaları şeytana nisbet etmektedir.
Giydiği ile gururlanan kimseye, Allahu Teâla rahmet nazarıyla bakmaz.
Hz. Aişe (r.anha) validemiz anlatıyor:
“Bir elbise giydim. Elbise çok hoşuma gittiği için ikide bir eteğime bakıyordum. O esnada babam,
- “Ey Aişe! Bilmez misin, Allah Teâla şu anda sana bakmaz.” dedi.
- “Niçin?” diye sordum.
- “Sen bilmez misin, kul dünya süsüyle gururlanırsa, Rabbi ona buğzeder; ta ki o süs kendisinden ayrılıncaya kadar.” dedi. Bunun üzerine onu sırtımdan çıkardım ve sadaka olarak verdim. Babam,
- “Umulur ki, sadaka vermen senin günahına keffaret olur.” dedi. [Muhammed Yusuf Kandehlevi, a.g.e., 3, 271, Müttaqî el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 8, 54, İbnü'l-Mübarek, Ebu Nuaym]
İbn Ömer (r.anhuma) anlatıyor: "Nebî sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:
"Allah, kıyamet günü, büyüklenerek elbisesini sürüyenin yüzüne bakmayacaktır." Bir diğer rivayette de, "Elbisesini çalımla sürüyene bakmayacaktır." denmiştir. [Buharî, Sahih, Libas, 1, 2, 5, Fezâilu'l-Ashâb, 5, Edeb 55; Müslim, Sahih, Libas 42, Hadis no: 2085; Mâlik, Muvatta’, Libas, 11, / 2, 914]
Velhâsıl; görüldüğü üzere giyim-kuşam bir bakıma insanın maddiyatı ile de doğrudan alakalıdır. Gösterişe ve israfa kaçılmadığı sürece güzel giyinmek nimeti teşhirdir. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), varlıklı kimsenin, gurur ve gösterişten uzak kalmak şartı ile kendine verilen nimetlerin belirtisini üzerinde hissettirmesinin, Allahu Teâla’nın bir isteği olduğuna da işaret etmiştir. Nitekim bir defasında huzuruna üstü başı dağınık, yırtık-pırtık bir elbiseyle giren sahabeden birine maddi imkânının olup olmadığını sormuş, “Evet imkânım vardır” cevabını aldıklarında şöyle buyurmuşlardır: “Şüphesiz ki Allahu Teâla, verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.” [Ebu Davud, Sünen, Libas, 17]
Giyim-kuşam eski olabilir, fakat mutlaka temiz olmalıdır.
Müslümanın elbisesi eski olabilir, ama temiz olmak zorundadır. Kıyafetin eskiliği tesettüre mâni değildir. Her hususta olduğu üzre bu noktada da İslâmi ölçü göz ardı edildiğinde, giyim-kuşam için servetler harcanıyor, bir alınan kıyafet henüz eskimeden miadını doldurup dolaptaki yerini alıyor. Belki de tek kullanımlık haline gelen o kıyafete daha sonra hiç ama hiç sıra gelmiyor. Her şeyden önce unutmamak lazım; “moda denen şey iyi olsaydı sürekli değişmezdi” nüktesinden hareketle, insanımızdaki moda düşüncesine de temas etmekte fayda vardır. İslâm’da erkeğin kendisine hâs, kadının da keza kendisine mahsus bir kıyafet tarzı vardır. Yüce dinimiz tesettür mefhumuyla birlikte hem kadına, hem de erkeğe bir takım ölçüler getirmiştir. Bir defa fıtrattan gelen örtünme hissine binaen örtülmesi gereken yerleri kapatacak elbise satın almak farz-ı ayındır.
Bunun ötesinde sürekli kıyafet satın almak ve bunu da moda adına hobi haline getirmek ise israftır. İsraf ise haramdır. Şu kadar var ki kişi, güzel giyineceğim diye lükse ve gösteriş yönünden israfa kaçmamalı, giyilebilecek durumdaki elbiseleri, modası geçti düşüncesiyle zâyi etmemelidir. Suni bir olgu olan moda anlayışı, günümüzde insanların israfa yönelmesinde baş âmillerden birisini teşkil etmektedir.
Henüz rengi dahi solmamış, bir iki defa giyilmiş elbiselerin düşüncesizce bir kenara atılması, israf dışında başka bir kavramla açıklanamaz. İsrafın ise haramlığında şüphe yoktur.
Günümüzde moda saikiyle de hareket eden insanımız, kıyafetiyle güya bir diğerine karşı üstünlük sağlamak istemektedir. Halbuki üstünlük, iyilik ‘takva elbisesindedir.’ [Bkz. A‘raf suresi, 26] Dinimiz elbiseyle üstünlük yarışına kalkışmayı yasaklamaktadır. Rasûlullah (s.a.v.), “Kim elbisesini gururla yerde sürürse, kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarıyla) bakmaz!” [Tirmizî, Sünen, Libas, 9] buyurdu. Yine bir defasında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, “Allah, elbisesini kibirle sürüyene rahmet nazarıyla bakmaz” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr (r.a.);
“Yâ Rasûlallah! İzarım salık durumda, dikkat etmezsem sürünüyor” dedi. Efendimiz (s.a.v.), “Sen, bunu kibirle yapanlardan değilsin!” cevabını verdi.” [Buhârî, Sahih, Libas 5] Demek oluyor ki, her amelde olduğu gibi bunda da niyet asıldır, önemlidir. Hüküm ona göredir.
Müslümanın niyeti de kıyafeti de dini ölçülere uygun olmalı... Gereğinden fazla geniş ve uzun olmamalı... Kıyafet satın alırken de aşırıya kaçmamalıdır. Fiyat yönünden orta hallisinden giyinmeli ve bu sayede arta kalan paramızla da diğer ihtiyaçlarımızı temin etmeli, eğer ihtiyacımız yoksa o zaman da fakir-fukaranın ihtiyacına harcamalıyız.
Hulâsa, kılık-kıyafette, günümüzde olduğu gibi, bir moda yarışı ile eskimeden elbise atmanın dinen tasvip edilen bir yönü yoktur. Tevâzu ve sadelik esastır. Bununla beraber gelire göre giyinmeyi dinimiz uygun görmüştür. Fakat cemiyetin iktisadî, ahlâkî ve dinî hayatını sıkıntıya sokacak hallere meydan verilmemelidir. İslâmî tesettürü sağlamayan, içinde yaşadığımız toplumun âdap ve ahlâkına uymayan giyeceklerden da şiddetle kaçınmalıyız.
2. ‘Evde annemiz yemek yapmışken beğenmediğimiz için dışarıda yemek yemenin doğruluğu nedir veya gezmenin sınırı nedir?’
Bazı yemekleri diğerlerinden daha çok sevmek veya bazı yemekleri yememek günah sayılmaz. Ancak yemeği kötülemek doğru değildir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), topluluk içinde beğenmediği yemeği kötülememiş ve kötülenmesini de yasaklamıştır.
Nitekim, "Hoşlanmadığını bırak, onu başkasına haram etme.” [Ebu Davud, Sünen, Edahi, 5] buyurarak yiyeceklerin ziyan olmasını engelliyordu. O, ailede topluca sofraya oturmak gerektiğini şöyle tembihliyordu: "Yemeği topluca yeyiniz, dağınık olmayınız, şüphesiz ki bereket topluca yemektedir.” [İbn Mâce, Sünen, Et‘ıme, 17]
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) yemekte aradığı başlıca özellik, onların helâl ve temiz oluşu, vücûda faydalı / yarayışlı olup olmayışıdır. Yemek seçme ve yemeğe kusur bulma âdetleri ise kesinlikle yoktur. Ebû Hureyre (r.a.) der ki:
"Nebî (s.a.v.) Efendimiz, hiçbir yemeği kat'iyyen seçmezlerdi. Önüne konan yemeği, eğer iştahı varsa yer, yoksa yemezlerdi. Özellikle misâfir oldukları sırada, kendilerine takdîm edilen yemeklerden dolayı, ev sâhibinin gönlünü hoş tutmuşlar ve ikrâm edilen yemekleri son derece sevdiklerini ifâde etmişlerdir."
O halde bizler de, gerek annelerimizin gerek bacılarımızın gerekse hanımlarımızın yaptıkları yemekleri beğenmemezilk etmemeliyiz. Bu dinimizin âdabına aykırıdır. Eğer hoşlanmadığımız bir yemekse ve dışarıda yemeyi düşünüyorsak, bunu, onları kırmadan-gücendirmeden, patavatsızlık etmeden, sünnete uygun şekilde yapmalıyız. Tabii şunu da unutmamak lazım; dışardaki yediklerimiz ne kadar temiz, ne kadar helâl, ne kadar sağlıklı..? Bu husus da apayrı bir muamma! Oysa evde annenizin yaptığı yemeğin ne ve nasıl olduğu her haliyle bellidir. Beğenmeseniz de… Öyle değil mi?
Dinimiz bize gezmeyi, kafa ve gönül dinlendirmeyi yasaklamamış, aksine bunun olabileceğini belirtmiştir. İslâm tarihi de bunun pek çok ve pek güzel örnekleriyle doludur. Ancak bunun da sınırı, gene orta halli olanıdır. İhtiyaca, zaman ve zemine göre ayarlanmalıdır. Gezmek adına dinî ve dünyevi vazifelerimiz, ebeveynimiz, ailemiz-çoluk çocuğumuz ihmâl edilmemelidir. Haram ve gayrimeşrû yerlerde gezmenin-dolaşmanın haram olacağını söylemeye ise herhalde gerek yoktur.
3. ‘Cinsi ilişki haftada kaç kez olursa zararlı olur?’
Bunun haftada şu kadarı bu kadarı olmaz; kişilerin ruhî-bedenî formasyonlarına, sağlıklarına, gençlik ve yaşlılık durumlarına göre farklılık arzeder. Ölçüyü ihtiyaca göre karşılıklı ayarlamak gerekir. Kişinin, şehevî duygularına kapılıp haram işleme, mesela yabancı kadına şehvetle bakma tehlikesi varsa, ihtiyacını mutlaka eşiyle gidermesi lazımdır. Bunun için de haftaya, güne, zamana bakılmaz. Fakat her şeyde olduğu gibi bu hususta da aşırılıktan kaçınmak icap eder. Aksi halde maddî ve manevî zararlar, sıkıntılar kaçınılmaz olabilir. O gün olmazsa bile ileriki yaşlarda tezahür edebilir.
Bundan 35-40 sene kadar önce, Beyazsaray’daki Pamuk Yayınları’nın Lokman Hekim isimli kitabında okumuştum. Lokman aleyhisselâma sormuşlar:
- “Bu kadar uzun müddet sıhhat ve afiyet üzere nasıl yaşayabildin?” diye…
Cevap vermiş:
- “Ben günde bir, haftada bir, ayda bir, senede bir kaidesine / kuralına / prensibine riayet ederim, o vesileyle sıhhat ve afiyetimi korurum… Yani günde bir defa yemek yerim, haftada bir defa hanımımla cimâa yetinirim, ayda bir defa müshille içimi temizlerim, yılda bir defa da hacamat olurum (kan aldırırım)."
Tabii bu onun ölçüsü. Söz konusu hususlar herkese / her insana göre değişiklik gösterebilir. Kriter, aşırıya kaçmadan kendi ölçünü tesbit ve tayin etmek / edebilmektir. Daha fazla bilgi için, bu mevzuda kaleme alınmış eserlere müracaat edebilirsiniz. Mesela eski müftülerimizden merhum Mehmed Emre hocaefendinin İslâm’da Kadın ve Aile isimli kitabına bakabilirsiniz.
Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/3554-israftan-kacinip-orta-yolu-tutmak.html