Selamün aleyküm hocam; Son günlerde internette bazı kendini bilmez, ilim ve irfan yoksunu, maneviyat kaçkını, bâtın fukarası kimseler tarafından bu namaz, hâşâ sümme kellâ ve hâşa,
“Ümmet Düşmanı Süleymancılar'dan Hz. Muhammed (S.A.V)'e Hakaret”,
“Süleymancılardan sidik namazı!”,
“Süleymancılardan akıl almaz namaz!”
gibi istihkar, istihfaf, istihza ve de istinkâr kokan pespaye ifadelerle reddediliyor. Sahih ilmî ve tasavvufi kaynaklardan bunları naklederek topluma anlatan, öğreten, uyaran, ümmeti ibadet ve taate teşvik eden o güzide camiaya ve mümtaz fertlerine hücum ediliyor.
Şimdi sorum şu: Bu namazın anlatıldığı eser ve müellifi kimdir? Güvenilir bir kaynak değil midir?
Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Tekrar selam ve dua ile..
Soru: Ergün Danişmend tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Soru mesajınızda o meş’ûm ve menhus tabloyu da, bu tablonun yapımcılarını da gayet net olarak tarif ve tasvir etmişsiniz. Bu mâlum taife, aynen dediğiniz gibi… Hakiki manada ilimden-irfandan uzak, had-hudud bilmez, hakarette sınır tanımaz, tarikat-tasavvuf ve maneviyet düşmanı, nafile ibadet, zikir-fikir, rabıta-tevessül dediğin zaman hop oturup hop kalkan bir güruh… Bu hususlarda hemen her şeye itirazları hazırdır. Olmadı inkâr yönüne giderler. Tabii ki bunların da hepsi aynı tasnife girmez, aralarında bazı farklar / farklılıklar vardır. Kimi İnâdiye, kimi İndiye, kimi de Lâ edriye kategorisine dâhildirler. Bu yığına bir şey anlatmak neredeyse imkânsız gibidir. Bizim sitenin sağ köşesinde yayınladığımız “Aynü’l-Hakika fî Râbıtati’t-Tarika” isimli esere bakma fırsatınız olduysa, ne demek istediğimizi zaten anlamışsınızdır. Hemen hepsi aynı familyadandır bunların… Söz konusu nevâfili kendileri yapmadıkları gibi, imkân dâhilinde ifa etmeye gayret eden kâmil iman, hakiki idrâk ve şuur sahibi salih-halis, âbid-zâhid mü’minlere de engel olmaya çabalarlar. Mâni olamadıkça da, tabirimi mâzur görsünler, âdeta kudururlar!
Binaenaleyh aşağıda, zikri geçen namazın anlatıldığı kitap ve müellifiyle alakalı vermeye çalışacağımız bilgileri, lütfen dikkat ve sabırla okuyunuz. Ona göre kararınızı veriniz. Zaten bu güruhun kimler olduğu meçhulünüz değil. Müçtehit taslağı, mezhep tanımaz, tarikat ve maneviyat mu’terizi ve münkiri bir kütle / yığın! Kuş beyinlerinin almadığı hiç bir şeyi kabul etmeyen bir grup sözümona ilahiyatçı. Bunları kafaya takıp gönlünüzü bulandırmayınız. Atalarımız ne güzel söylemiş:
“İt ürür kervan yürür!”
Hâsılı, rüzgâra tükürenler, kendilerine tükürmüş olur.
Güneş’e çamur sürmek için elini çamura sokan kişi, güneşe ulaşamayıp sadece kendi elini ve üstünü-başını kirletmekle kalır. Böyleleri ancak kendi cehaletlerini isbat etmiş, inkârlarını ortaya koymuş olurlar.
Evet, aşağıda linkini kopyaladığımız, bir okurumuza verdiğimiz cevapta da açıkça belirttiğimiz üzere bu namaz, sünnettir, yapabilen sevabını-ecreni alır, faydasını görür. Yapamayan da, bu mükâfattan mahrum kalmış olur. Mesele bu kadar basit. Yapmıyor, yapamıyorsan, şeyâtin ve nefs-i emmârenin esaret zincirini kıramıyorsan, bâri yapanlara dil uzatıp ahiretini berbat etme!
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3049-keffaretu-l-bevl-namazi.html
***
Şimdi gelelim sadedinde olduğumuz kitaba ve müellif hazretlerine
Seyyid Muhammed Hakkı Nazilî Efendi
Ve Kıymetli Eseri
Hazînetü’l-Esrâr ve Celîletü’l-Ezkâr’ı
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin hızlı adımlarla gerilemeye yüz tuttuğu, -maalesef- yükseldiği cihan hâkimiyeti zirvesinden kademe-kademe inmeye başladığı on dokuzuncu asrın başlarında medreselerde de haliyle bir düşüş göze çarpıyordu. Artık ne yüzlerce eser yazan âlimler, ne de ilim ve medeniyete geniş kapı açan yüksek dehâlar yetişiyordu. Avrupa ortaçağın derin uykusundan uyanıp hayata hızlı adımlarla atılmış ve Müslümanların asırlarca hazırlayıp temelini attıkları ilim ve fenne sarılarak bu mirasa sâhip çıkmasını becermişti. İslâm âlemi eski güç ve kudretini yitirmiş, duraklama bir yana, her geçen gün biraz daha geriye doğru kendini itiyor, dede ve babalarından / ecdadından intikal eden ilim ve medeniyet mirâsına bile sâhip çıkamıyordu.
İşte bu yürekler acısı devirde kendini ilme-irfana veren hevesliler de eksik değildi. Anadolu topraklarında dinî ilimlerde kendini tatmin edemiyenler Mısır’a, Hicaz’a kadar uzanıyor ve böylece tahsillerini ikmâle / itmâma çalışıyordu. Hazînetü’l-Esrâr ve Celîletü’l-Ezkâr isimli kitabın müellifi olan bu zat da, söz konusu gayretli zümreden biri idi. Kendi çevresinde yedi-sekiz yıl tahsil gördükten sonra, boşluğunu doldurmak ve memlekete daha faydalı olmak maksadiyle bu zât-ı muhterem soluğu Mısır’da almış ve kısa zamanda kendisini ilim camiasına sevdirmişti.
İşte, Osmanlı âlim ve mutasavvıflarından biri olan bu zat, yani Seyyid Muhammed Hakkı Efendi (d. ? – v. 1301/1884 ’de Mekke) de İslâmî ilimlere sarılmış, yıllarca Kahire’de tahsil hayatını sürdürmüştü. Memleket hasretine rağmen ilme olan aşkı ona her şeyi unutturmuş, Mısır’a kadar gelme imkânını elde ettiği için sık-sık Cenâb-ı Hakk’a şükrediyordu.
Müellif merhum, çevredeki ilim adamlarından her vesileyle faydalanmasını bilmiş, ilimde şöhret yapan zevât-ı kirâmı ziyâret ederek çözemediği mes’eleleri onlara arzetmiştir. Zâhiri ilimlerde iyice geliştikten ve Câmiu’l-Ezher hatibinin iltifatına mazhar olduktan sonra kendisini bir taraftan da tasavvufa vermiş, böylece ruhen arınmak ve tehzîb-i ahlâk yapmanın, tezkiye-i nefs ile insân-ı kâmil olmanın yollarını araştırmıştır. Bu vesileyle, tasavvuf erbabından hayli zatlarla tanışma imkânı elde etmiş, çoğundan kendi sahasnda icâzet alma basîretini göstermiş ve böylece yavaş-yavaş zâhiri ve bâtıni ilimlerde söz sâhibi olabilmiştir.
Bu esnada üzerinde olduğumuz Hazînetü’l-Esrâr ve Celîletü’l-Ezkâr adlı kitabını hazırlamış, bunu, hicrî 1284 / miladî 1868 yılında ilmiyle, irfaniyle, hüsn-i ahlâkiyle isim yapmış el-Ezher hatibine takdim etmiştir. el-Ezher hatibi kitabı büyük bir dikkatle okuyup tedkik ettikten sonra şu cümleleri kullanmıştır:
“Hâzinetü’l-Esrâr kitabını muhakkik (araştırıcı-soruşturucu) gözüyle okudum. Bu kıymetli eseri, eşine az rastlanan kadri yüce imam, Allah’ın (c.c.) tevfîkına mazhar olan muhakkik-müdekkik Seyyid Muhammed Hakkı derleyip toplamış, halkın istifadesine sunulacak duruma getirmiştir. Evet, bu kitabı meyveleri gelişmiş bir bahçe, oldukça geniş bir bağ olarak buldum. Nasıl böyle olmasın ki, Kur’ân-ı Kerim’in itibarını arttırmak için bir nice sahih ve hasen hadisler toplamış, bu Kitab-ı Mübîn’e itina edilmesini sağlamış ve gereğince amel edilmesine kapı açmıştır.”
***
Seyyid Muhammed Hakkı Nazillilidir
Müellif Seyyid Muhammed Hakkı Efendi, özbeöz Anadolu evladıdır. Nazilli’nin Güzelhisar köyündendir. Eskiden bu isim Aydın livası için de ikinci bir isim olarak kullanılırdı. İşte Nazillili olan Seyyid Muhammed Hakkı (r.aleyh) bu iki eserinden başka birkaç Arapça eser daha yazmış ve bu suretle İslâm kütüphanelerinin zenginleşmesinde katkıda bulunmuştur.
Bursalı Muhammed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri adlı kıymetli eserinin Aydın vilâyetine mensup meşâyih, şuarâ, müverrihin ve etıbbânın terâcim-i ahvâli bölümünde Muhammed Hakkı Efendi’den şu cümlelerle bahsetmektedir.
Nakşibendî tarikatı ulemâ ve meşâyihmdan zâhid ve müttaki bir zât olup Nazilli’dendir. Nakşibendi ileri gelenlerinden Abdullah Dehlevî Hazretleri'nin en has halifelerinden olup 1267/1851'de Mekke-i Mükerreme’de vefat eden Hindî Muhammed Can Efendi’nin müstahliflerinden, 1285/1868 tarihlerinde memleketi olan Ödemiş'te vefat eden Hacı Halil Hilmi Efendi'den müstahliftir. Yâni ondan halifelik almıştır. Bu zât ise 1215/1800 tarihlerinde Mekke-i Mükerreme’de rahmet-i Yezdân’a kavuşmuş oldu.
İşte bu zâtlara halef olan Nazilli’li Seyyid Muhammed Hakkı Efendinin Hazînetü’l-Esrâr Ve Celîletü’l-Ezkâr isminde Arapça yazılan matbu bir eseri vardır.
Eserde Kur’ân-ı Kerîm’in ve bazı sûrelerin esrar ve havâssı, nâfile ibadetler, çeşitli itikadî meseleler üzerinde durulmaktadır. Müellif eserin sonuna, kendisine kadar gelen Hâcegân silsilesini, mürşid-i kâmilin alâmetleri hakkında Şeyh Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin vasiyetini koymuştur. Keza Bu eserin nihayetinde -herhalde matbaacı hatası olarak- Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn Arabî Hazretlerinin Risâletü’l-Envâr ismindeki eserleri, adı geçen zâtın kıymetli eserlerinden olan Tedbîrât-ı İlâhiyye’si ismi verilerek ilâve edilmiştir.
Nusretü’l-Cünûd Umdetü’ş-Şühûd, Mifrau'l-Halâik, Sünuhât-i Mekkiye, Tıbbü’l-Kur'an Hubbü’r-Rahmân. Tefhimü’l-İhvân Fl Tecvidi’l-Kur’ân, Ahkâmü’l-Mezâhib fî Etvâri'l-Lihâ Ve'ş-Şevârib isimlerinde Arapça yazılı eserleri de bir arada basılmıştır.”
Böylece müellifin ikisi büyük hacimde olmak üzere yedi eser yazdığı ve bunların beşinin bir arada basıldığı, ikisinin de müstakil halde yazılıp tab‘olunduğu anlaşılmış ve başka eserlerinin bulunduğuna dair başka bir kayda ya da tesbite rastlanmamıştır.
***
Hazînetü’l-Esrâr ve Celîletü’l-Ezkâr
Musannıf merhumun Hazinetü’l-Esrâr adlı bu eseri, memleketimizde hem çok tanınan, hem de çok rağbet bulan klâsikler arasında bulunuyor. Bu eserinde Kur’ân-ı Kerîm’e geniş yer ayırmış, Kitabullah’ın esrâr ve havâssı üzerinde durmuş, mevzu ile ilgili birçok hadis nakletmiştir.
Mânevî tedavide Kur’ân-ı Hakîm sûre ve âyetlerinin te’sirlerini büyük bir maharetle işlemiş, tarihî misallerle bunu değerlendirmeğe çalışmış… Asr-ı Saâdet’ten, sahabe ve tâbiîn devirlerinden kapılar açmak suretiyle mevzuun daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamıştır.
Kitapta mânevi tedâviyle ilgili âyet ve sûrelerden, dualardan, kısacası bu vesileyle Allahu Teâla’dan yardım beklerken, tabii ki maddi tedâvi yollarını da unutmamak gerekir. Şüphesiz deva ve şifa yine Allah’tandır. Dualar da ilaçlar da hepsi birer sebeptir / vesiledir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.) hayatında bunun örnekleri vardır, bu usûl de sünnetin dışında değildir elbette...
Müellif Nakşibendi tarikatına sülûk ettiği ve bu vâdide halifelik pâyesine eriştiği için, eserini daha çok tasavvuf havası-neşvesi içinde işlemiş ve bu suretle, zâhirden ziyâde mânâya, bedenden ziyâde kalbe-ruha hitap etmiştir. Bunun içindir ki meşâyih-ı kirâmın tavsiye ve nasihatlerine geniş yer vermiş, onların nâil oldukları ilham ve keşifleri nakletmiş, görüşlerini değerlendirmiştir.
Eserinde çeşni olsun diye bazen ibâdete kapı açmış, farz ve sünnetlerden bahsetmiş, ibâdetin ruhlar üzerindeki geniş te’sirini misallerle ifâde etmiş, esrar ve hikmetine atıflar yapmıştır. Bu arada daha çok Medine-i Münevvere’de kaldığı süre içinde İslâm âleminden oraya ziyâret için gelen birçok ulemâ ve meşâyih ile tanışma imkânı elde etmiş, Kur’ân-ı Mecîd’in esrarı hakkında, duâların te’sirleri husunda geniş bilgi edinmiş ve hemen her mevzuda görüştüğü ehliyetli zevattan icâzet almayı ihmâl etmemiştir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) aşkıyla tutuşan kalbini sık-sık harekete geçirmek suretiyle şefâat-i Rasûlüllah’a nâil olma yollarını araştırmış, O’na olan sevgi ve aşkının bir tezâhürü olarak birçok defalar mânâda Rasûl-i Zîşân Efendimize (s.a.v.) mülâki olmuş, füyûzât-ı Muhammediyeye nail olmuştur. Okuyucularına yapmış olduğu tavsiyeler her türlü takdirin üstündedir.
Müellif Hazretlerine gönül dolusu şükran ve minnet duygularımızı arzederken ruhunun ebediyyen şâd, rahmet-i Rahmân’a gark, Cemâl-i İlahi ile de müşerref olmasını niyaz ederiz. [Bkz. Muhammed Hakkı Nâzillilî, Ħazînetü’l-Esrâr, Kahire 1310/1893, s. 181, 183, 191; Osmanlı Müellifleri, Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Meral Yayınevi, İstanbul, yyyy.; Hazînetü’l-esrâr Tercemesi (trc. Celal Yıldırım), İstanbul 2000, tercüme edenin önsözü; TDVİA, Nazillili Muhammed Hakkı maddesi]
***
S o n u ç
Müslümanlar kendilerine rehber olarak böylesine âlim-ârif, hâlis-muhlis, zâhirî ve bâtınî yönlerden icazetli, zû’l-cenâhayn (iki kanatlı) olan mübarek zâtları mı tercih edecekler; yoksa mânâdan habersiz, özden yoksun, hatta bu değerlerin münkiri olan güruhu mu seçecekler?! Her şey ayan-beyan, kuşluk vaktindeki güneşin parlaklığı gibi apaçık ortada iken bunun ‘tartışması’ mı olur? Öyle değil mi?
Rabbim (c.c.), bütün mü’minleri dâll ve mudıll olan bu ehl-i heva ve ehl-i bid’atin şerlerinden, saptırmalarından hıfz u himaye ve vikaye buyursun. İmanımızı çaldırmasın. Amellerimizi heder ettirmesin. Nûrumuzu-feyzimizi inkıtâa uğratmasın. Amin…