selamün aleyküm hocam, nuşirevan kimdir ve hz. ömerin ‘ben nuşirevandan daha az adil değilim’ sözünün hikayesini anlatabilir misiniz? hz. ömer bu sözü niçin ve hangi sebeple söylemiş? selam ve dua ile..

Soru: Ömer Ali Alperen tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap

*******

Ve aleyküm selam.

Bilindiği gibi İki Cihan Serveri Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.), adalete ve âdil hükümdarlara dikkat çeken bir sözlerinde, Nûşirevân’a da işaret vardır. Buyururlar ki:

Ben âdil bir hükümdar zamanında doğdum ve âdil bir hükümdar ile birlikte yaşıyorum.

Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v.) bahis buyurdukları birinci hükümdar İran kisrası Nûşirevân, ikincisi ise Habeşistan Necâşîsi (hükümdarı) Ashame'dir.

Adaletle hükmeden bu iki hükümdar ehl-i iman mıydı sorusunun cevabı; Necâşî için evet, Nûşirevân içinse ‘maalesef’tir! Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Necâşî’yi hem adaletli bir hükümdar olarak övmüş, hem de gıyaben cenaze namazını kılmıştır. Hatta Hz. Ümm-i Habîbe Validemizle olan nikâh akdinde Necâşî’ye vekâlet vermiştir. Daha sonra bu validemizin babası Ebu Süfyan da hidayetle şereflenmiştir. (R.anhum ecmaîn)

Hâsılı, zulümle pâyidar (kalıcı, uzun ömürlü) olan bir Müslüman hükümdardan bahsedemeyiz, ancak adaletle hükmeden bir gayrimüslimin pâyidarlığı mümkün olabiliyor bu dünyada...

Ayrıca Âlemlere Rahmet Efendimiz’in (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurduğu da gelen rivayetler arasındadır:

Şu adamların kâfir olarak ölmesine çok üzüldüm! İyi bir şair olduğundan İmraü’l-Kays, âdil olduğu için Nûşirevân, cömert olduğu için Hâtem-i Tâî ve bana çok iyiliği olması hasebiyle amcam Ebû Tâlip…”

Elbette Ebu Tâlip hakkında menfî bir şey söylemek haddimize değildir. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Ebu Tâlib’in vefatında çok üzülmüş ve ağlamıştır. Muhakkak ki insan beşer olarak amcasının vefatına üzülür, lakin Efendimiz’in (s.a.v.) Ebu Talib’in vefatına ağlaması sadece amcası olması sebebiyle değildir. Dolayısıyla Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in (s.a.v.) hayatında iyi bir yer almış olan isimler hakkında hassas olmak gerekiyor. Tabii ayrı bir mevzu… Detaylar için lütfen aşağıdaki linklere bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/946-ebu-talip.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1184-ebu-talib-in-diriltilmesi.html

***

Sorunuzda zikri geçen “Ben Nûşirevân’dan daha az âdil değilim” sözüne gelince…

Devir, Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği devridir. O dönemde Şam valisi, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) önde gelen sahabelerinden olan Sâ‘d b. Ebî Vaqqâs (سَعْد بن أَبي وقاص r.a.) hazretleridir. Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.

Bu sebeple de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de, Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır... Bana zulmedildi, der. Müslüman komşu da kendisine;

- Medine’ye git, der. Orada halife Ömer b. Hattâb vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece âdildir, elbette seni dinler.

Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar… Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip bir kenara oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar:

Bilesin ki, ben Nûşirevan’dan daha az âdil değilim.”

Kısa ve özlü bir cümle. Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur:

- ‘Şam’daki idarecilerin giyim-kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde… Medine’deki halifede bulunan tevâzu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.’

Kendi kendine böyle konuşur… Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bâri halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.

- Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der;

-  Arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar:

- Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız, der.

Şam valisi Hz. Sâ‘d, bak der;

- Sana bu cümlenin hikâyesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın. İslâm’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o âdil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikâyetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nûşirevan dikkatle dinledikten sonra, her birimize birer kese altın verdi ve vak’ayı inceleteceğini söyledi. Bize de, ‘memleketinize dönün’, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.

Hancı durumu Nûşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, hadisenin geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nûşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2’şer kese altın verdi,

- Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, tâlimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi:

- Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nûşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nûşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ‘ayrı kapılardan gidin’, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi.

Hz. Sâ‘d, anlatmaya devam ediyor:

- Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nûşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arab’ı soymuşlar. Ceza olarak Nûşirevan ikisini de asarak idam etmiştir.

Neticede Nûşirevan kendi öz oğlunu da idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikâyetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine, “Bilesin ki, ben Nûşirevan’dan daha az âdil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen, seni darağacına çekerim diyor. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nûşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı.

***

S o n u ç

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslâm’a girdi. (R.aleyh)

Herhalde fazla söze gerek yok!

Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza verip mükâfat dağıtırken, acaba Hz. Ömer (r.a.) gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz?

Lütfen elimizi vicdanımıza koyup derin derin düşünelim.

Cevabımız ‘evet’se ne saadet / ne mutluluk! Hayır ise vâ esefâ, vâ hasretâ / esefler olsun, eyvah yazıklar olsun halimize…

Sualim, elbette sadece yetkililere, zirvedekilere ve diğer tepe noktalardaki belli kişi ve kuruluşlara değil, başta kendi şahsım olmak üzere herkese, toplumun bütün kesimlerine… Çünkü en azından aile reisiyiz pek çoğumuz… Ve âdil kararlar verip adaletle hükmetmeye memuruz. Aksi zaten zulüm olur!

Go to top