Müsthcen şeyleri aklına getirmek düşünmek caiz midir hocam istemeden de olsa olabiliyor ne yapmalıyız
Soru: Mert tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
İyi ve güzel hususları tefekkür etmek varken, kalkıp küfür ve günah fiilleri, müsthcen şeyleri düşünmek caiz olmaz, mü'min için münasip bir hâl değildir. Bununla beraber irade dışı akla gelen bu gibi haller, düşünceler, söz ve fiiliyata geçmediği müddetçe sırf hayâl etmekle, düşünce kurmakla şer'î bakımdan vebâl oluşmaz, günah olarak yazılmaz. Zira adı üstünde hayâldir, hayâl üzerine hüküm bina olunmaz.
Ancak hakiki mü’minler olarak hayâllerimizi de temiz tutmaya, kötü ve yanlış düşüncelerle aklımızı-fikrimizi kirletmemeye çaba göstermeliyiz. Her şeye rağmen, sizin ifadenizle ‘istemeden de olsa’ kirlenen iç âlemimizi ise, devamlı tevbe ve istiğfarla temizlemeli, salavât-ı şerifelerle süsleyip, nûr-i İlahî ve feyz-i Muhammedî ile de tenvîr etmeliyiz.
***
A ç ı k l a m a
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:
“Allahu Teâlâ ümmetimden nefislerinde (içlerinde-kalplerinde) yapmayı arzuladıkları (kötü / günah olan) şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe affetti.” [Buhârî, Sahih, c. VII, s. 59]
Bu hadis-i şerifte, insanların içinden gelip geçen gayrimeşrû arzu ve istekler pratiğe dökülmediği sürece, bundan dolayı cezaya-azaba çarptırılmayacakları ifade edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de ise, “Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker” [Bakara suresi, 284] buyrulmuştur. Bu ayetten de, zihin-fikir planındaki düşüncelerimizden de imtihana tâbi olduğumuz anlaşılmaktadır. Buna göre küfrünü açığa vuran kâfir gibi, küfrünü gizleyen münafık da hesaba çekilecektir. Farklı manaları mümkün kılan hadis ve ayetlerin varlığı, âlimlerin de farklı görüşlerde bulunmasına imkân vermiştir.
Nitekim bu ayet-i celileden anlaşıldığı üzere, insanların hiçbir şeyi Allah'tan (c.c.) gizli kalmaz. Bundan dolayı insanların açığa vurmaları ve gizli tutmaları bir önem taşımaz, kendi hür iradeleriyle ve isteyerek yaptıkları tercihler ve seçimlerle yaptıkları işlerin tamamı hesap sınırlarının içine girer ve hepsinin hesabını Allahu Teâla sorar, kulu sorumlu tutar. Fakat sorumluluk kesinleştikten sonra dilediğini mağfiret eder / bağışlar, dilediğine de azap eder. İşte bundan dolayıdır ki; O'nun azabı bile mahza adalettir, mağfireti de sırf ihsan ve inayettir. Gerçi burada önce mağfiret zikredilip, azabın önüne alınmıştır. Lakin bunlar O'nun istemesine (meşiyyetine) ait muâmele ve hükümler olduğundan mağfiretin kime nasip olacağını, adaletin kime tecellî edeceğini yine Hz. Allah'tan başka kimse bilmez.
Bu hakikat karşısında insan olanlar kısmetlerine adalet çıktığında, haklarına düşen şeyin azap olmaması için, açıkta ve gizlide her türlü fenalıktan sakınıp, kâmil imanla hayır ve hasenâta sarılmalı… İyilikleri ve faziletleri alışkanlık haline getirip güzel huylarla donanmalı… Çirkin şeyler huy, meleke ve ahlâk olarak değil, hâl olarak dahi bulunmamalı… Kendi içlerindeki / düşüncelerindeki her fenalığı söküp atmaya çalışmalıdır.
Bunlar nasıl gerçekleşir, diye karamsar olmamamız lazım. Allahu Teâla her şeye kâdirdir. İnsanları ve bütün içinde bulunanlarla gökleri ve yeri yaratan, ademden (yokluktan) vücuda getiren Allah (c.c.), hepsini bir anda yok etmeye ve öldürmeye kâdir olduğu gibi, ölenleri tekrar diriltmeye, gizli veya açık geçmişin hesabını sormaya; iyilere iyi, kötülere kötü karşılık ve ayrıca fazladan mükâfat vermeye, azabı hak etmiş olanları bağışlamaya da kâdirdir. [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet tefsiri]
***
N e t i c e
Evet; insan, iradesi dışında kalbine gelen vesvese, telkin, tasavvur-düşünce ve hayâllerden dolayı sorguya çekilmez. Çünkü, bu ayetten sonra gelen ayetlerde ifade edildiği üzere, "Allah hiçbir nefse (kişiye / canlıya) gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez." Bu sebeple, hakkında herhangi bir kasıt, bir niyet ve gaye bulunmayan, gayr-ı ihtiyarî / iradeleri dışında insanların kalbine gelen günahlardan ötürü bir sorumluluk yoktur. [Bkz. Nesefî, Tefsir, ilgili ayet tefsiri]
Kısacası, eğer bu düşünceler insanda vesvese halindeyse, bunu sözle dışarıya vurup, fiiliyata geçirerek yapmadıkça elbetteki sorumlu olmaz.
Âlimlerin açıklamalırına göre, bir insan bir günah işlemeye azmettiği / niyetlendiği halde o azminden vazgeçip, pişman olarak tevbe ederse, bundan da mes’ul olmaz. Keza bir kişi, bir günah işlemeye teşebbüs ettiği halde, kendi iradesinin dışında bir engel çıktığı için o işi yapmaya muvaffak olamadıysa, yine işlemediği o fiilin günahını yüklenmiş olmaz; ancak işlemeye kastettiği / niyetlendiği için, o kasıt ve niyetinin vebâlini çeker. Mesela; zina etmeye niyet eden bir kimse, bir şekilde buna muvaffak olamazsa, zina fiilinden / günahından mes’ul olmaz. Fakat içinde Allah’a karşı beslediği isyandan ötürü, şayet Allah affetmezse, bu kötü niyetinin karşılığını görür. O bakımdan unutmamak lazım; âlimlerin cumhuruna / çoğunluğuna göre bu hadisin hükmü, azmedilmeyen tasavvurlar içindir. Yoksa, bizzat yapılması kastedilen ve içten niyet edilen bir günah işlenmezse bile sorguya-suâle tâbidir. [Bkz. Nesefî, Tefsir, ilgili ayet tefsiri] Bunu da gözardı etmemek ve her şeye rağmen dikkatli ve hassas davranıp, sık sık;
“Kavlen, fiilen, amelen, havâtıran (içimizden geçen kötü düşüncelerden) estağfirullâhe’l-azıym ve etûbü ileyk min cemîi mâ kerihallâh” istiğfarını dilimizden ve gönlümüzden eksik etmemek lazım.
Meali: “Söz, fiil, amel ve havâtırda (kalbimize gelen düşüncelerde), Allah katında kerih olan şeylerin cemîinden (tamamından yine) Allahu Teâla’ya tevbe ve istiğfar ederim.” demektir.