Soru: Mert tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
"Kalpler ancak Allah'ı zikirle mutmain olur"
Hâlik-ı zû’l-Celâl Cenab-ı Rabbi’l-âlemîn şöyle buyuruyor:
“Onlar ki iman etmişlerdir, kalbleri Allah’ın zikri ile mutmain olur (huzur ve sükûna kavuşup yatışır). Evet, Allah’ın zikriyledir ki kalbler mutmain olur (oturaklaşıp olgunlaşır).” [Ra’d suresi, 28]
Demek ki bâtınımızın, iç âlemimizin huzuru, kalbimizin sükûnu ancak Allah’ı zikirle mümkündür. Dolayısiyle Allahu Teâla’yı zikirden uzak ya da tamamen mahrum olanlar, iç sıkıntılarından, rûhî darlıklardan kurtulamaz. Onların hayatında huzurdan söz etmek muhâldir.
Kısacası hastalığın adı:
Bitmek bilmeyen bir huzursuzluk...
Sebebi:
Allah’ı zikirden kalbin mahrum oluşu ya da yeterince ve şartlarına uygun tarzda olmayışı…
O halde çare nedir?
İçteki bütün huzursuzlukları söküp atacak, kalbe istikrar ve sükûnu tesis edecek olan “Zikrullah”a sımsıkı sarılmak…
Bunun değil dünyada, topyekün mükevvenatta bir başka çaresi yok.
Neden?
Çünkü her şeyin hâlıkı, müdebbir ve münevviri olan Rabbimiz (c.c.) öyle buyuruyor. Aksi mümkün değil.
Binaenaleyh Allahu Teâla’yı zikretmek ve O’nun indinde zikredilen / anılan bir kul olabilmek elbetteki mü’min için iki dünyada da en büyük nimet, en yüce izzet ve şereftir. Buna karşılık, fânî câzibelerin gaflet sarhoşluğu içinde ömür sermâyesini israf etmek ise, pek hazin bir aldanıştır… Dünyevî-uhrevî en büyük felakettir!
Mevlâmız, biz kullarına şah damarımızdan daha yakındır. Bu sebeple Allah’ın zikrini unutup kendisini de unutulanlar listesine dâhil edenler, bu hayat yolunun en şaşkın yolcularıdır! En huzursuz, en sıkıntılı, en telaşlı, en kararsız, en istikrarsız fertleridir.
Hakiki iman ve firasete sahip olanlar, dünyaya aldanıp Allah’ı zikirden geri kalmazlar. Hiçbir zaman ve zeminde, hiçbir ahval ve şeraitte zikr-i ilahiyi terk etmezler. Çünkü zikirsizliğin huzursuzluk olduğunu, iç sıkıntıların, psikolojik rahatsızlıkların kaynağı olduğunu bilirler.
***
VESVESE ve “HANNÂS
VESVESEyi de “HANNÂS”ın, ins ve cin şeytanlarının üflediğini / fısıldadığını bilir… Ve Rabbinin (c.c.) bu beyanına hiç şeksiz-şüphesiz inandığı için de, onlara kalbinde asla yer vermez. Ne zaman gönlüne bir vesvese üfleyecek olsalar, bunlara itibar etmez, derhal iç âleminden söküp atar! Onların kalbinde, tabiri caizse, füzesavar gibi “vesvese savar” vardır; âdeta paratonerin yıldırımı savdığı gibi o da vesveseleri bertaraf eder.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in son suresi malum:
“(Habîbim!) De ki: İnsan ve cinden olan ve insanların göğüslerine (îmân ve îtikâdına, amel ve ibadetine, rabıta ve zikrine, Allah yolundaki hizmetlerine) vesvese veren Hannâs’ın şerrinden insanların Mâbûd’una ve insanların bütün işlerinin Sâhibi’ne ve insanların Rabb’ine sığınırım.” [Nâs suresi, 1-6]
Ebu Saîd Muhammed Hâdimî (1113/1701-1176/1762) hazretleri der ki:
“Şeytan köpek gibidir. Köpek kaçar ise de başka taraftan yine gelir. Nefs [emmâre bissû’ olan, yani insana daima kötülüğü emreden habis mahluk] ise kaplan gibidir. Saldırması ancak öldürmekle biter. [Ancak ölmez de, sadece rabıtayla uyuşur ve zarar veremez hale gelir.] İnsanlara vesvese veren Şeytan’a bunun için Hannâs denilmiştir. İnsan Hannâs’ın bir vesvesesine uymazsa, o bundan vaz geçer ve hemen başka vesveseye başlar. Mesela, çok hayırlı bir işe mâni olmak için, az hayırlı bir şeyi de vesvese yapar, [onu yapmanı] fısıldar. Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder. Şeytan’ın vesvesesi olan küçük hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister. [Unutmayalım ki], acele etmek ise şeytandandır.”
***
Kalpler niçin huzur bulamaz
Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan mevzumuzu toparlayalım.
Kalpler niçin huzur bulamaz, insan neden iç sıkıntılara dûçar olur?
Esasen mü’minde iç sıkıntısı, ilâhî bir îkazdır. Bu îkâzı duyabilmek de, aslında şükrü gerektiren ayrı bir nîmettir. Çünkü bu, hâlini ıslah ve hatâsını telâfî yolunda hâlâ bir ümit ışığı olduğunun emâresidir.
Zira kalbi katılaşıp mühürlenmiş gâfiller, râbıtasızlıktan-zikirsizlikten-fikirsizlikten dolayı böyle bir iç sıkıntısı duymamaları, onların rahmet-i İlâhîden, nûr-i sübhânî ve feyz-i Muhammedî’den nasiplerinin olmadığı mânâsına gelir. Onlar artık sefâletlerini saâdet, felaketlerini selamet zanneden şaşkınlar sürüsü hâlindedir… Huzursuzluk girdabında kararsızca çabalaya çabalaya istikrarsız bir şekilde ömürlerini tüketirler.
Bir Allah dostu bu hakîkati şöyle ifâde etmektedir:
“Hak yolunda okuduğun virdi (Kur’an-ı Kerim hatmini, haftalık sohbet ve hatimleri, günlük rabıta ve) çektiğin tesbîhi (zikri) terk edince zahmete, sıkıntıya düşersin, sana sebebi bilinmeyen bir iç sıkıntısı gelip çatar.
Bu sebepsiz üzüntü, bu iç sıkıntısı bir çeşit ihtardır. Bir çeşit terbiyedir. ‘Devam edegeldiğin virdini (manevi vazifelerini) bırakma, eski ahdini (Allah yolundaki hizmetlerini, gayretlerini aksattıp) bozma!’ demektir.
Bu iç sıkıntısı, bu darlık, bir zincir şeklini almadan; gönlünü bağlayan, sıkan şey sana ayak bağı olmadan önce virdine (zikr u fikrine, topyekün kulluk vazifelerine) devam et. (Sakın ihmâlkârlık edip aksatma!)…”
***
Son söz
Kendine bir iyilikte bulun, toparlan ve kendine gel. Yoksa başkalarının da sana bir faydası dokunmaz. Kendine acımayana kimse acımaz!
Aşağıdaki linke ve o link içinde verilen diğer linklere de lütfen bir göz atarsanız faydalı olur.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3206-kalbi-huzursuzluk.html