Soru: mehmet tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
Ve aleyküm selam.
Hz. Âişe (r.anha) vâlidemiz, Medine vâizi İbn Ebi’s-Sâib’e (r.a.), “Sakın dua ederken seci’ yapma. Çünkü Rasûllullah (s.a.v.) ve sahâbîleri (r.anhum) asla böyle yapmazlardı” demiştir.” [Ebu’l-Berekât en-Nesefî (v.710/1310), Kenzü’d-Deqâiq, I, 292 (İbn Ebî Şeybe, Şa’bî’den); Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe (Terc.), Akçağ Yayınları, 3, 74]
Binaenaleyh duâda makbul ve âdâba uygun olan, tekellüfe (şiir gibi okumak için zorlamaya-zorlanmaya) kaçmadan tabii halinle içinden geldiği gibi niyaz ve ilticada bulunmaktır.
Tâbiînin büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rh.) hazretlerinin, mevzu ile ilgili vecîz ifadeleri şöyledir:
"Duâda ciğerlerini parçalayacak ve dinleyenlerin kulak zarlarını patlatacak gibi bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye tumturaklı tasannu’lara, seci` ve kafiyelere yer vermek caiz değildir. Bu, niyaz ettiğimiz Allah`a saygısızlıktır. ‘Na`ra kemter zen ki, nezdîkest Hudâ (Duâda gereksiz bağırma ki, Allahu Teâla uzak değil, yakındır)." [Hasan Basrî Çantay, Kur`ân-ı Hakîm ve Meal-i Kerîm. İst., 1969, I, 248]
***
A ç ı k l a m a
Seci’, yukarıda da belirttildiği üzere konuşma ve nesir (düz yazı) içindeki kafiye demektir.
Seci’ tâbiri Câhiliye döneminden beri bilinmekte olup, günümüze kadar mânâ değişikliğine uğramamıştır.
Lafızları güzelleştirmeye yönelik edebî (bedîî) sanatlardan olan seci’ üslûbu, Câhiliye ve erken İslâm devirlerinde bilhassa hitabet, vasiyet, hikmetli sözler ve dokunaklı öğütler (hikemiyat, mevâiz), zarif sözler (nevâdir) gibi edebî nevi’lerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur.
Kus b. Sâide’nin Ukâz panayırında irad ettiği ve bir nebî’nin / peygamberin gelme vaktinin yakınlaştığını haber verdiği meşhur hitabesinde görüldüğü gibi, Câhiliye döneminde seci’, genellikle tekellüf / zorlama ve yapmacıktan uzak, tabiî bir şekilde gerçekleştiriliyordu.
Kâhinlerin seci’li sözlerinde ise zorlama ve sun’îlik mevcuttu. Nitekim bu nev’i seci’li sözlerle konuşan bir sahâbiyi Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) men’etmiştir. [Bkz. Buhârî, Sahih, Tıbb, 46; Müslim, Sahih, Kasame, 36-38]
İslâm’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve peygamberlik iddiasında bulunan yalancıların seci’li sözlerinde de bu tür zorlamalar görülür.
Âlimler, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) cevabımızda geçen hadis-i şeriflerine dayalı olarak seci’in dinî açıdan mubah olup olmadığı, Kur’an-ı Kerim’de seci’ üslûbunu yansıtan ayet sonlarındaki fâsılalara seci’ adının verilip verilemeyeceği hususlarında farklı görüşler ileri sürmüştür.
Bâkıllânî, Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî’ye (rahımehumallah) uyarak Kur’an’da seci’ olamayacağını savunmuştur. Onun anlayışına göre Kuran’da seci’ olsaydı Araplar’ın kullandıkları üslûplara karşı meydan okuyamaz, neticede i‘câz durumu gerçekleşemezdi. [İ’câzü’l-Kur’an, s. 86] Muhtemelen Bâkıllânî’yi (rh.) bu kanaate sevkeden en önemli husus, onun zamanında seci’in, mânâyı gölgede bırakarak sözün temel gayesi haline gelmesi, mânâların seci’leri sürükleyeceği yerde uygulamanın tabiiliğini yitirerek anlamın seciye uyar duruma gelmesidir.
Ebû Hilâl el-Askerî, İbn Sinân el-Hafâcî, Abdülkāhir el-Cürcânî, Ziyâeddin İbnü’l-Esîr ve Bedreddin ez-Zerkeşî (rahımehumullah) gibi belâgat otoriteleri sözün temel maksadı haline dönüştürülmemiş olan, mânâlara tâbi olarak tabiî bir şekilde sözü süsleyen mahiyetteki seci’ ve cinâsı makbul saymışlardır.
Arap belagatının gerileme devirlerinde başta cinasla seci’ olmak üzere lafzî süslerin yaygın ve ifrat derecede olduğu gerekçesiyle genellikle seci’ye karşı olumsuz tavır sergileyenler de olmuştur. [Abdülfettâh Besyûnî, İlmü’l-Bedi’, Kahire, 1408/1987, s. 180]
Seci’ye olumlu yaklaşanların başında Câhiz, İbn Vehb el-Kâtib, Ebû Hilâl el-Askerî, İbn Sinân el-Hafâcî, Kelâî ve Ziyâeddin İbnü’l-Esîr (rahımehumullah) gibi edebiyat ve belâgat âlimleri gelir.
Bunlara ve belâgat âlimlerinin çoğuna göre Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) seci’ yasağı mutlak değil kâhin seci’lerine yöneliktir. Bunun sebebi ise;
- Kâhin seci’lerinin çoğunun zorlama ve yapmacık olması,
- Muhteva bakımından İslâm esaslariyle çelişmesi,
- Söz konusu yasaklayıcı hadisin vârid olduğu dönemin Câhiliye devrine yakın olması dolayısıyla sahâbilerin inanç, düşünce ve davranışlarında Câhiliye kalıntılarının devam etmesi gibi hususlardır.
Câhiz’in ifadesiyle bugün illet ortadan kalktığına göre yasak da kalkmış olmalıdır; nitekim Hulefâ-i Râşidîn (r.anhum), huzurlarında seci’li konuşan hatipleri men’etmemiştir. [Câhiz, el-Beyân ve’t-Tebyîn, 1, 289-290]
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle sahâbe sözleri de tabii seci’lerle doludur. Belâgat âlimlerinin çoğu Kur’an’daki seci’ üslûbuna seci’ adının verilmesinde mahzûr görmezken tefsir âlimleriyle bazı belâgatçılar, Kur’an’ı beşer kelâmından ayırmak maksadıyla “kuş sesi” anlamındaki bir kökten türeyen seci’ kelimesinin yerine “fâsıla” tabirini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bir te’vile göre şu ayet fâsıla tabirine işaret etmekte ve seci’nin edebî ve tesirli anlatımda önemli bir süsleme unsuru olduğunu belirtmektedir. “كتاب فصّلت اياته” [Fussılet suresi, 3], “Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için fâsılalarla (ayırt edilip) açıklanmış (büyük, değerli ve gösterişli mücevherlerle / fâsılalarla süslenmiş gerdanlık misâli) bir kitaptır.” Edebî ıstılâhta bu nevi gerdanlığa “Ikd mufassal” denilir.
Güzel seci’nin şartları nelerdir?
Güzel seci’nin şartlarının başında tabiîlik geldiğinden seci’li kelimelerin;
- Sunîlik ve zorlamadan uzak,
- Kendi seyrinde yerine oturmuş olması önemlidir.
Seciin bizzat gaye değil, mânâsı güzel bir lafız kalıbı içinde sunmayı hedefleyen bir vasıta olması… Bu sebeple;
- Lafızların mânâlara tâbi olması,
- Yine lafızların mânâ bakımından geniş ve güzel, tınısı hoş olan kelimelerden seçilmesi,
- Mükemmele yakın bir âhenk içinde dizilerek terkip edilmesi,
- Ardarda gelen iki seci’li ifadenin aynı mânâya gelecek biçimde birbirinin tekrarı olmaması da güzel seci’in şartlarından kabul edilmiştir.
Ancak birbirini takip eden iki seci’ cümlesinden ikincisi birinciyi pekiştirir ve mânâsını daha çok açıklar mahiyetteyse bu, ıtnab çeşidi olarak belağî bir güzellik sayılmıştır.
Bu nevi Kur’an-ı Hakîm’de çok rastlanan üslûp özelliklerinden biridir. Fakat ikinci seci’ birinciye bir yarar sağlamayıp kuru tekrardan ibaretse gereksiz uzatma (tatvîl) olduğundan hoş karşılanmamıştır. [Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir, I, 198]
Ayrıca seci’de itidâli muhafaza etmek, ifrâta / aşırılığa kaçarak bıktırmamak, Kur’an’da olduğu gibi sözleri bazen seci’li, bazen seci’siz olarak sürdürmek de seci’in edebî vasfını muhafaza etme hususunda önemli bir şarttır. [İbn Sinân el-Hafacî, Sırrü’l-Fesaha, s. 174]
Bu şartları taşıyan seci’li sözler gönüllere işler, sihir tesiri (büyü etkisi) yapar, âhengiyle kulaklara-kalbe huzur, ruhlara inşirah ve coşku verir.
Seci’li bir sözde bölüm sonlarının sükûn ve vakıf ile okunması gerekir. Aksi takdirde farklı i‘rab harekeleri seci’yi bozabilir.
Seci’ aynı harflerin tekrarı ile olduğu gibi mahreç veya sıfat bakımından birbirine yakın olan harflerin tekrarıyla da gerçekleşebilir. Nitekim Fâtiha sûresinin seci’ düzeni nûn ve mîm harfleri üzerine kurulmuştur.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Hz. Âişe (r.anha) validemizin uygun görmediği ve "Rasûlullah (s.a.v.) ve sahâbîleri (r.anhum) asla böyle yapmazlardı" dediği seci’ ile helâl ve uygun olan seci farklıdır.