Esselemü aleyküm hocam.
San’a ile Tihâme arası kadar mesafe ne demek?
Soru: İsmi mahfuz bir okuyucumuz tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleykümü’s-selâm hocam.
Kaydettiğiniz bu ifadenin uzaklık, uzunluk ya da çokluktan kinaye olduğu anlaşılıyor. Ki, adı geçen iki yer arası -kesin olarak bilmiyoruz ama- hayli uzun bir mesafedir.
Menâkıb-i Çihâr Yâr-i Güzîn’in 30. menâkıbinde gazâ ve cihâdın sevâbından, şehide verilecek mükâfattan bahsedilirken şöyle denilmiştir:
“…Şehîde Cennetü’l-Firdevs’te yetmiş kasr verirler. Her iki kasrın arası San’a ile Tihâme arası mesâfe kadardır. O kasrların nûru şark ve garb arasını doldurur…” [Seyyid Eyyûb k.s., a.g.e., Hakikat Kitabevi, İstanbul, 41. Baskı, s. 30]
Adı geçen eserden naklettiğimiz bu cümlelerle, herhalde sorunuzun cevabı da açığa çıkmıştır.
***
Şimdi gelelim San’a ve Tihâme’ye
Gerek San’a, gerekse Tihâme her ikisi de Cezîratü’l-Arab’da (Arap Yarımadası’nda) yer alır.
Arap Yarımadası’nın batı kesiminde Kızıldeniz kıyısında genişliği yer yer 80-100 km.’yi bulan dar bir kıyı ovası olan TİHÂME yer alır. Tihâme’nin doğusunda Hicaz bölgesi bulunur. Bununla birlikte genellikle Tihâme Hicaz’a dâhil edilir. Mekke, Medine ve Tâif Hicaz’ın en önemli şehirleridir. Hicaz’ın doğusunda ve Arap Yarımadası’nın ortasında Necid platosu yer alır. Necid ile Tihâme ve çevresi Taşlık Arabistan (Arabia Petreca) olarak kabul edilir.
Necid’in güneydoğu kesiminde Yemâme bulunur. Yemâme ile birlikte Bahreyn’e el-Arûd adı verilir.
Hicaz’ın ve Arap Yarımadası’nın batı kesiminin güneyinde Yemen vardır. Yemen bölgesinin kuzey kısmında Necran, orta kısmında SAN‘A ve güneyinde Taiz yaylaları meşhurdur. SAN’A Yemen’in başşehridir.
Yemen’in doğusundaki dağlık bölgeye Hadramut adı verilir. Hadramut’un ve Arap Yarımadası’nın en doğu kısmında Umman yer alır. Umman’ın batısında ve kuzeybatısında Irak sınırlarına kadar uzanan bölgeye Bahreyn veya Hecer adı verilir. [Bkz. Doç. Dr. İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, Eskişehir, Haziran 2005, s. 2]
***
Muhtevasında “Tihâme”nin geçtiği iki hadis-i şerif ve nasihatler
Bir hadis-i şerifte, bazı kimselerin, kıyamet günü Tihâme dağları gibi sevaplarının toz duman olup yok olacağı haber verilmiştir.
1. Hz. Sevbân’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme dağları emsâlinde (benzer, eş, denk) bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allahu Teâla, o sevapları saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar, kabul etmez)."
Sevbân radıyallahu anh dedi ki:
"Yâ Rasûlallah! Onları bize tavsif et, durumlarını açıkla da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!"
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) açıkladılar:
"Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhâda baş başa kalınca, o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler." [İbn Mâce, Sünen, Zühd, 29]
Başka bir rivayet de şöyledir: Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
2. “Amelleri Tihâme dağı kadar büyük olan nice topluluklar vardır ki, Kıyamet günü haşredilecekler ve Cehennem’e atılmaları emredilecek.”
Ashâb-ı kiram (r.anhum), ‘Namaz kıldıkları halde mi yâ Rasûlellah?’ diye sorunca şöyle devam ettiler:
“Evet, bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, geceleri çok az uyurlardı. Ama kendilerine azıcık bir dünyalık arz edildi mi, dört elle sarılırlardı.” [Zeynüddîn Irakî (d.725/1325 - ö. 806/1404 ), el-Muğni lll. 204]
Bu gibi farklı mesajlar veren hadis-i şerifler, ilgili mevzularda uç sayılan misâlleri söz konusu etmektedir. Bununla korku ile ümit dengesini sağlamayı hedeflemektedir. Şöyle ki:
Bir yandan öyle insanlar var ki, dağlar büyüklüğünde tertemiz sayfaları olduğu halde Kıyamet günü kaybedebilirler. Yani yaptıkları öyle kötülükleri vardır ki, onlarla iyiliklerini silip süpürürler. Diğer yandan öyle kimseler de vardır ki, yaptıkları nice kötülüklerini ortadan kaldıran iyiliklere sahiptir. Birinci misâl, insanların iyilikleriyle şımarmasını, ikinci misâl ise günahlarından ötürü ümitsizliğe düşenlerin ümitsizliğini önlemeye yöneliktir.
Mevzuyu sadece münafıklarla samimi mü’minlere göre değil, bütün insanları muhatap alan bir çerçevede değerlendirmenin daha uygun olacağı gözükmektedir. Çünkü bu takdirde, “nifak-iman” gibi açık bir mevzu ile değil, işlenen iyi ve kötülüğün meçhul / bilinmez şeyler olduğuyla karşı karşıya gelmiş oluruz ki, bu insanda çok daha fazla tesir icra edecektir. Böylece görünürde güzel işler yapmış her insan, “Çok hayır işlediysem de bunları silip süpüren günahlar da işlemiş olabilirim” diyebilir ve ameline güvenmek gibi şımarık bir konuma düşmekten kurtulur. Diğer taraftan, günahlara çok bulaşmış her kişi de, “Günahlarım çok, ama Allah’ın rahmeti günahlarımdan daha çoktur; kim bilir, belki Rabbim yaptığım ve yapacağım bazı iyiliklerimi vesile kılarak günahlarımı affeder” diyerek ümitsizlik gibi büyük ve tehlikeli bir günaha girmekten kurtulmuş olur.
Meselâ, hayır-hasenat yapmakla beraber kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkan müflisle / iflas edenlerle ilgili farklı hadislerde [Bkz. Müslim, Sahih, Birr, 59] farklı sonuçları olan sahnelere işaret edilmiştir. Aynı konumdaki bir müflis Cehennem’e giderken, bir diğeri alacaklısı tarafından affettirilip Cennet’e gider. Hadislerde bu farklı durum, katil meselesi gibi daha birçok hususta söz konusudur. Anlaşıldığı kadarıyla bu gibi hadislerde verilen mesajda özellikle şu iki nokta ön plana çıkmaktadır:
a) Hiç kimsenin işin sonucu / âkıbeti itibariyle nasıl olacağını bilemeyeceğidir. Bu sebeple, insanların ucbe / ameline güvenmeye veya ye’se / ümitsizliğe girmeleri doğru değildir. Doğru olan ikisi arasında olmaktır.
b) Allahu Teâla’nın şaşmaz adalet terazisi yanında, sonsuz rahmetinin de olduğunu unutmamak…
***
N e t i c e
Allahu zû’l-Celâl ve’l-Kemâl Hazretleri kime ceza verir azap ederse mutlaka adaletle ta’zib eder, kimi de Cennet’e koyarsa mutlaka rahmetiyle koyar. Cehennem’e girmek mahz-ı adalet olduğu gibi, Cennet’e girmek de mahz-ı rahmettir. İman şuuru ikliminde ne şımarıklığa, ne de ümitsizliğe yer vardır.
Hâsılı, “Her işin / her şeyin hayırlısı ortasıdır”.