Peygamber efendimizin sünnetini farkında olmadan yapıyorsak onun sevabını alır mıyız?
*******
Bilindiği giibi kısaca sünnet, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) devamlı olarak yaptığı ve bir mazeret olmaksızın terketmediği veya mazeretsiz nâdiren terkettiği şeydir. Mesela namazda ‘Sübhâneke’yi okumak, ‘Eûzü’ çekmek bu mânada sünnettir.
Sünnetin yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ikab (ceza) yoktur; sadece itâb (kınama) vardır.
Namazın sünnetleri, namazın vâciplerini tamamlar, onlardaki kusurları telâfiye ve fazla sevaba-ecre vesile olur.
Sünnetlere riayet etmek ve devam etmek Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) muhabbetin bir nişânesi sayılır. Bununla birlikte sünnetin terkedilmesi ne farzın terkedilmesi gibi namazın fesadını (bozulmasını) ve yeniden kılınmasını, ne vâcibin kasten terkedilmesi gibi tahrîmen mekruhluğu, ne de vâcibin sehven terkedilmesi gibi sehiv secdesi yapmayı gerektirir. Fakat sünnetlerin kasten terkedilmesi isâet’tir, yani yanlış ve kötü davranma olur. İsâet, Hanefîler'in tarifine göre tenzîhen mekruhun üstünde, tahrimen mekruhun altında yer alır.
Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) devamlı olarak yapmayıp, yapılmasına teşvikte bulunduğu şeylere ise Hanefîler, mendup/müstehap adını vermişlerdir. Buna göre meselâ sabah namazının farzından önce iki rek’at namaz kılmak sünnet, ikindi ve yatsıdan önceki dört rek’at ise müstehap sayılmaktadır.
Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm;
“Ameller(in hükmü) ancak niyetlere göredir…” [Buhârî, Sahih, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, Sahih, İmare, 155; Ebu Davud, Sünen, Talak, 11] hadis-i şerifi hükmünce, ibadetlerde niyetin önemli bir yeri vardır.
İmam Şâfiî (rh.) ve diğer bazı âlimler, bu hadisin İslam'ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî'nin; fıkhın yetmiş mevzuunun bu hadis-i şerifle irtibatlı olduğunu söylediği nakledilir. [Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, A. Davudoğlu, İstanbul 1972, IX, 118]
Bazan niyet amelin de önüne geçer. Çeşitli sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir kazandırır. Zeyd b. Sabit (r.a.) anlatıyor: "Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir" [Nisa suresi, 4/95] ayeti inince, Rasûlullah (s.a.v.) bunu yazmamı istedi. Tam bu sırada bir a'ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak aynı ayetin devamında; "Özürsüz olarak (savaşa katılmayıp oturanlar)" istisnasını indirdi." [Buhârî, Sahih, Cihad, 31, Tefsîru Sure, 4/18, Tirmizî, Sünin, Tefsîru Sure, 4/19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 184; Tecrîd-i Sarih Terc., Ankara 1984, s. 294] Buna göre özürleri sebebiyle savaşa katılamayanlar sırf niyetleri yüzünden savaşa katılanların ecrini almaktadır.
Diğer yandan şehit olmayı samimi olarak isteyen kimsenin, evinde normal yatağında ölmesi halinde de şehitler zümresine dahil olacağı hadis-i şeriflerle sabittir. [Müslim, Sahih, İmâre, 156, 157; Ebû Dâvud, Sünen, İstiğfâr, Vitr, 26; Nesâî, Sünen, Cihâd, 36; İbn Mâce, Sünen, Cihâd, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 397]
Kısacası niyet önemli…Hem de bütün amel, ibadet ve muamelelerimizde. Bazısında farz, bazısında sünnet.
Bu itibarla dikkat etmemiz, yaptığımız-işlediğimiz sünnetlerde gafletten uzak, şuurlu bir halde bulunmamız gerekiyor. Zira farkında olmadan sünnete göre davranan kişi, yaptığı bu güzel amelden dolayı sevap kazansa da, sünnete uyma niyetiyle hareket eden kişi kadar ecir alamaz.
Ama sünnet üzere yaşamayı alışkanlık haline getirmiş bir kişinin, her defasında yaptığının sünnet olduğunu düşünmesi de gerekmez, sünnet sevabı kazanır elbette.