Muhterem hocam, Cenabi Allah kurani keriminde kurani koruyacagini beyan ediyor. Hadisi seriflerde vahiy kaynakli oldugu icin onlari da ümmetin alimlerinin hafizalari vesilesiyle manen korundugunu söyleye bilirmiyiz. Bunu sormamin sebebi ise, deformistlerin kütübü sittede uydurma! hadis oldugunu iddia etmeleridir. Tarihte icma edilen meseleler hakkinda bilgi verebilirmisiniz? selam ve dua Kemal
*******
Değerli kardeşim;
Elbette ki Sünnet de belirttiğiniz gibi ümmetin âlimleri/hadis hafızları tarafından gerek hıfz, gerekse hadis ilmine dair usûl ve esaslarla korunmuş, hatta âriflerin manevi keşifleriyle de tesbit edilip muhafaza olunmuştur.
Bunu söylemekte tabii ki bir mahzur olmaz. Çünkü zaten işin aslı budur. Bid’at ve dalâlet ehli deformistler ne söylerse söylesin. Bu babta bizim (Ehl-i Hak) için onların dedikodularının bir değeri olmaz.
***
Biraz önce sözünü ettiğimiz keşif ehlinden bir misâl:
Abdülvehhab-i Şa'rânî hazretleri vaaz ederken, dervişândan biri;
- Okuduğun hadis mevzudur, deyince Şa'rânî hazretleri,
- Kimden öğrendim?
- Üstâzım Aliyyü'l-Havâs hazretlerinden...
- Dersi bitireyim, beraber gidelim.
Dersten sonra Aliyyü'l-Havâs (k.s.) hazretlerine giderler... Şa'rânî hazretleri mevzu olduğunu bildiği bir hadis okur. "Mevzudur" buyurur. Şa'rânî bir sahih hadis okur, "Hadistir" buyurur. Şa'rânî bir hadis-i kudsî okur, "Hadis-i kudsîdir" buyurur. Şa'rânî ayet okur, "Ayettir" der. Şa'rânî ayet ile hadis karıştırarak, "Hâfizuu ale's-salavâti ve's-salâti'l-vustaa ve hiye salâtü'l-asri ve kuumuu lillâhi kaanitîn" okuyunca, "Ayet-hadis karışıktır" der. Şa'rânî,
- Hafız mısın?..
- Değilim.
Şa'rânî,
- Okuduğum ayete hadis katarak okurken, hadis olan yerde parmak kaldırıyorsunuz; nasıl biliyorsunuz?
Aliyyü'l-Havâs hazretleri,
- Ben dünyada üç şey öğrendim:
1. Rasûlullah'ın (s.a.v.) zatının nuru olursa hadis...
2. Ruhunun nuru olursa hadis-i kudsi...
3. Zât-ı ilahi, esma-i ilahi, ef'âl-i ilahinin nuru olursa ayettir. Ağızdan zulmanî bir şey çıkarsa, ya beşer ya cinnî sözüdür.
Şa'rânî,
- Bu ilmi bana öğret...
Havâs hazretleri,
- Para ve şöhret mukabili yaydığın kitapları meccânen dağıtmak şartıyla, der.
Şa'rânî hazretleri, hepsini meccânen dağıtır ve irşâd olur. [Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinden, nakleden Ahbab hocaefendi merhum, Notlar, s. 48-49]
***
Tarihte icma’ edilen meselelere gelince…
Üzerinde icmâ' ve ihtilaf edilen meseleleri bilmek, müçtehid için şarttır. Âlimler bunda ittifak etmişlerdir. Fakat bizim gibi mukallitler için bu gerekli değildir.
Bununla birlikte kesin olarak üzerinde icmâ' edilen meseleleri kısaca şöyle ifade edebiliriz:
1) Farzların esasları… Bunlar üzerinde icmâ' edildiği tevatürle sabittir.
2) Miras esasları…
3) Kur'ân ve Sünnet'le nikâhı haram kılınan kadınların kimler olduğu üzerinde yapılan icmâ'…
4) Sahâbîler asrından müçtehid imamlar dönemine ve onlardan sonra günümüze kadar ittifakla kabul edilegelen İslâmî diğer esaslar da, üzerinde icmâ' yapılan hususlara dahildir.
***
Üzerinde icmâ' yapılmış olan meseleleri bilmekten maksat, onları her zaman anlatacak şekilde ezberlemek de değildir. Müçtehidin, ancak araştırma mevzuu yaptığı mesele hakkında icmâ' veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmesi kâfidir.
Müçtehid, selef-i sâlihinin üzerinde icmâ' yaptığı meselelerle birlikte fakihlerin ihtilafa düştükleri mevzuları da bilmelidir. Bu İtibarla müçtehidin, Medîne ve Irak fıkhının usûl ve farklarını bilmesi gerektiği gibi, doğru olanla doğru olmayan, nass'lara yakın olanla uzak olan şeyler arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, idrak ve takdir gücüne de sahip olması lazımdır. Bu mevzuda İmam Şâfiî (rh.) şöyle demektedir:
“Müçtehid, kendisine muhalefet edeni dinlemekten kaçınmamalıdır; çünkü onu dinlemekle kendisi gaflete düşmekten kurtulur ve doğru olarak inandığı şeyi tesbit gücü artar. Yalnız onun bu hususta çok çaba harcaması gerekir; tâ ki kabul ettiği şeyi neye göre kabul ettiğini, terkettiği şeyi neye göre terkettiğini bilsin. Aynı şekilde, o kabul ettiği şeyle muhalefet ettiği şeyden müstağni kalmamalıdır; tâ ki kabul ettiği şeyin, terkettiği şeyden neden üstün olduğunu, Allah'ın izniyle bilmiş olsun.” [er-Risale, s. 510]
Bu ifade gösteriyor ki; İmam Şâfiî'ye göre müçtehid, kendi yönünden gaflete düşmemesi ve doğru bulup inandığı gerçekte sağlam olması için muarızın görüşünü bilmelidir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.) hazretleri, “İnsanların en âlimi, onların ihtilaflarını en iyi bilendir” derdi; çünkü birbiriyle çarpışan görüşleri araştırmak, bunlar arasında parıldayan hakikat nurunun ortaya çıkmasını sağlar. İmam Mâlik de, Ebu Hanîfe'nin (rahımehumullah) talebeleriyle görüşünce, onlara, kendisinin inceleme yaparken karşılaştığı meseleler hakkında Ebu Hanîfe'nin (rh.) ne düşündüğünü sorardı.
Gerçekte sahâbîler, tabiîler ve onlardan sonra yaşamış olan fakihlerin görüşlerini incelemek, delil ve temayülleri bakımından onlar arasında karşılaştırmalarda bulunmak, ilim erbabının bilgi, takdir ve araştırma melekesini geliştirir.
İmam Şâfiî (rh.), fakihlerin ihtilaflarından başlayarak araştırmalarını derinleştirmek suretiyle fıkhın ölçü ve esaslarını tesbit etmiş ve böylece fıkıh usûlünü ortaya koymuştur.
Allah Teala’ya sonsuz hamd u senalar olsun ki, sahâbîlerin ve meşhur fakihlerin ihtilaflarını anlatan bir çok kitap vardır. eş-Şirâzî'nin (ö. 476/1083) “el-Mühezzeb” adlı eseri ve Nevevî'nin buna yazdığı şerh, Hanbelî âlimlerinden İbn Kudame’nin (ö. 620/1223) “el-Muğni”si, İbn Hazm'ın (ö. 456/1063) “el-Muhallâ”sı, Hafîd İbn Rüşd'ün (ö. 595/1199) “Bidâyetü'l-Müctehid” isimli eserlerini burada zikredebiliriz. Bunlar arasında, Hanefîlerle Şâfiîlerin ihtilaflarını anlatan Hanefî fıkhındaki hilaf kitaplarının çoğu gibi, iki mezhep arasındaki farkları açıklayan eserler de vardır.